İdea Yayınevi /Tinin Görüngübilimi
 
Yorumlar 1
 

HEGEL ÜZERİNE YORUMLAR
AZİZ YARDIMLI

1. Fransa’da Hegel
Daha doğuşunda, Varoluşçuluk Hegel ile tikel bir anlak bakış açısından biçimlenmekte olan bir diyalog olarak sürdü. Örneğin bir akışkanlık durumu olan modern ussallığı usun kendisi ile özdeşleştiren ve modern kültürü bir anlam ve değer yitimine batmış olarak yorumlayan Kierkegaard (1813-1855) ilk yapıtını Hegel'in dizgesinde bireyselliğin silinmesi olarak gördüğü şeye karşı bir tepki olarak üretti (Ya — Ya da, 1843). Düşüncesi Bireyselin ancak Evrensel ile bir olduğu düzeye dek Bireysel olduğunu, gerçekte Evrensel ile bir olmayan Bireyselin küçüldüğünü, giderek onun karşısında hiçliğe indirgendiğini anlayacak kadar gelişmiş ve incelmiş değildi. Kierkegaard Hegel'in "Saltık Bilgi" dediği şeyi, Kavram ve Varlığın birliğinin bilgisini (ki Kant'ın Ding-an-sich dediği soyutlamanın ortadan kaldırılmasıdır) insan için ileri sürmeyi küstahlık olarak gördü. İnsan bilmemeli idi, ve insanı aşağılamanın, onu gerçekten değersizleştirmenin onu bilmeyen bir saçmalığa indirgemekten daha etkili bir yolu yoktur.

Yirminci yüzyıl Fransız varoluşçuluğu Hegel ile daha yakın bir tanışıklık kurmaya çalıştı. Bir Rus göçmeni olan Alexandre Kojéve tarafından École Pratique des Hautes Études'de 1933 ve 1939 arasında verilen bir dizi derste daha sonra olağanüstü etkili olduğunu gösterecek olan yeni bir anlak yorumu üretildi. Bu kursa katılanlar arasında Maurice Merleau-Ponty, Simone de Beauvoir, Jean-Paul Sartre, Georges Battaille, Alexandre Koyré, Emmanuel Levinas, Eric Weil, and Jacques Lacan gibi adlar bulunuuyordu. Marx ve Heidegger'in etkisi altında düşünen Kojéve için Görüngübilim'i anlamanın anahtarı Efendi ve Köle ilişkisi üzerine olan bölümdür. Kojéve dikkatsiz bir düşünürdür ve Hegel'in felsefesinden yalnızca dışsal sonuçlar çıkarmakla ilgilenir.

Hegel'in felsefesine daha duygudaş bir ad olan Jean Hyppolite Görüngübilim'i Hegel'in kendi mantıksal aygıtı ile yorumlama girişiminde bulundu. Postmodern Fransız düşüncesi Hegel ile yeni ve kökten bir hesaplaşmaya girişti ve onun dizgesini Batı felsefesinin ana akımına ait bir büyük anlatı olarak, boş bir düşlem yapıtı olarak yorumladı.


2. Genç (ya da Sol) Hegelciler
Sol Hegelciler, özellikle Feuerbach ve Bruno Bauer için Tüze Felsefesi Avrupa politikası için bir reform taslağı sunuyordu. Yine Feuerbach, Bauer ve Strauss Hıristiyanlığın tarihsel bir açıklamasını ürettiler ve Dinin tanrısal olmaktan çok toplumsal bir fenomen olarak anlaşılması gerektiğini ileri sürdüler. Sol Hegelcilerin gücü reformist Hegelcilerin gözdağını savuşturmak için 1841'de yaşlı Friedrich Schelling'in Hegel'in Berlin'deki eski kürsüsüne atanmasıyla kırıldı.

Bruno Bauer (1809-1882) Hegel'in 1831'de ölümüne dek onunla birlikte çalıştı. Berlin Üniversitesi yıllarında Sağ Hegelciler arasında görünmesine karşın daha sonra bu konumunu bütünüyle reddederek radikal Genç Hegelcilere katıldı. 1842'de hükümet tüm Hegelcilerin ders verme yetkisini kaldırdığı zaman Bauer ilk gidenler arasındaydı. Bauer Sol Hegelciler arasında da yer edinemedi ve eski öğrencilerinden olan Karl Marx tarafından Kutsal Aile ve Alman İdeolojisi'nde sert bir biçimde eleştirildi.


3. Marxist Hegelcilik
Adı insanlığın tanık olduğu en büyük suçlar ile, insanlığın yaşadığı en utanç verici rejimler ile, en acımasız tiranlar ve çeteler ile bağlı bir ideolojinin felsefe ile birlikte anılması hiç kuşkusuz insan düşüncesine karşı en büyük saygısızlıktır ve bunu en yürekten gelen özür dileğinin bile bağışlatması güçtür. Ama bugün bile bu nefret tapınmasına bağlı olan ya da en azından bu suç programına az çok ciddiye alınabilecek entellektüel bir girişim olarak bakmayı sürdüren yaygın bir bilinç alanı olduğu için, Marxizmin sözde "felsefi" yanı ile belli bir tanışıklık zorunlu görülebilir.

Marx kendini son günlerine dek Hegel'in (ve dolayısıyla Sokrates, Platon, Aristoteles gibi felsefecilerin) bir öğrencisi olarak gördü, ki bir küstahlık olarak kabul edilemez çünkü moronluktur. Felsefe ile ancak bir militanın ilgilenebileceği kadar ilgilenen Lenin'in kendisi Hegel'i anlamaksızın Marx'ın Hegel'in Mantığı olmaksızın anlaşılamayacağını söyledi. Lenin Empiriokritisizm'de Mach'ın pozitivizmini pozitivizmin kendisi yoluyla eleştirir ve ne yaptığı konusunda en küçük bir bilinci yoktur (bir site sanki doğru birşey yapılıyormuş gibi belli bir gösterişle şunları yazar: "In the text Lenin argued that human perceptions correctly and accurately reflect the objective external world"). Lenin saldırdığı şeyi kendisi savunmakta ya da kendi savunduğu şeye saldırmaktadır. Öte yandan Marx "benim diyalektiğim" dediği şeyde Tinin mi yoksa Özdeğin mi birincil olduğu sorusu ile ilgilenir ve "diyalektik yöntem" dediği şeyin Hegel'in kurgul yöntemi ile hiçbir ilgisinin olmadığından haberdar değildir. Marx'ın derme çatma propaganda yazılarından toparlanabildiği kadarıyla "Marx'ın felsefesi" denebilecek olan şey sıradan bilincin görgücülüğünden öteye geçmez ve bu onun popülerliği için zararlı değil ama hiç kuşkusuz yararlı olmuştur. Marx'ın öğretisini "ütopik" sosyalizmden ayıran ve onu "bilimsel" sosyalizm yapan "proleterya diktatörlüğü" savını yaşama geçiren Lenin felsefeyi benzer olarak yalnızca bir propaganda aygıtı olarak, bir tür göz boyama aracı olarak kullanır. İkisi de "bilimsel" olma kaygısını paylaşır, ikisi de "ütopik" olmaktan kaçınmayı ister, ve ikisi de birşeyin başına "bilimsel" sıfatını takmanın onu "bilimsel" yapacağı kanısı içindedir.

Marx'ın Hegel'in felsefesi ile ilgili olarak daha sonra kendisi tarafından Das Kapital'de de savunulan erken görüşleri gerçekte Hegel'de kurgul yöntemin yalnızca bir momenti olan diyalektiği değil, ama ikici bir bakış açısından tinsellik mi, yoksa özdek mi birincildir sorusunu ilgilendirir. Böyle materyalist "diyalektikte" altyapının birincilliği ve belirleyiciliği denilen şey tinsel olanı — ki politik alanda bu özsel olarak İstençtir — özerkliğinden ve özgürlüğünden yoksun bırakır. Tüm Tarihi bir altyapı kurgusunun eklentisi ve insanı materyal etmenlerin kölesi yapan "tarihsel materyalizm" bir özgürlük değil ama bir kölelik öğretisi olabilir, ve ancak özgürlük bilincinden yoksun kültürlerde kabul görebilir.

Hegel'in Tüze Felsefesi başından sonuna dek, Mülkiyet kavramından Devlet kavramına dek Özgürlük (ya da İstenç, çünkü özgür olmayan bir istenç istenç değildir) kavramının bir açınımı olarak ve modern dönemi törel realitenin Özgürlük İdeasına tam olarak karşılık düşmesinin olanağı olarak gösterirken, Marx Yurttaş Toplumunu "kapitalist toplum" olarak, insan istencinin bir belirlenimi olan ve tüm nesnel tin kategorilerinin başlangıç noktası olan mülkiyeti kendi başına davranan bir fetiş olarak, özgür Yurttaşı aldatılan ve baskı altında tutulan aptal olarak görür. Modern dönemin başında olduğu gibi bugün de böyle vargıları aklayan olguları bulup çıkarmak çocuk işidir. Ve ancak böyle pozitivizm istençsiz yığınlar, kitlelei, halklar adına ortaya atılan kurtarıcı öncüleri ve önderleri aklayabilir.

Hegel'in Sol Hegelci Karl Marx üzerindeki kalıcı etkisinin "diyalektik yöntem" olduğu söylenir. Hegel'in "kurgul yöntem" anlatımını kullanmış ve diyalektiği yalnızca kurgul yöntemdeki ilk olumsuzlama kıpısı olarak görmüş olması olgusundan ayrı olarak, Marx için diyalektik tinsel olan ve özdeksel olan (ya da kuramsal olan ve toplumsal olan) arasındaki bir birincillik sorunu olarak anlaşılır. Yine, Marx'ın "tez-antitez-sentez" formülünü kullanmasına karşın, bunun Hegel tarafından hiçbir zaman kullanılmamış olması olgusu bir yana, "sentez" kavramı Hegel tarafından en iyisinden dışsal bir biraraya gelmeyi anlatır ve kurgul birlik ya da karşıtların birliğini anlatmak için uygun değildir. Marx ayrıca Hegel'in idealist Tüze Felsefesi'ni kendi "tarihsel materyalizmi" ile değiştirir ve kültürün bütününü tinin özerk biçimlenişi olarak değil, ama her nasılsa biçimlenmiş bir realitenin bir tür özne olarak tabula rasa üzerindaki izdüşümü ya da yansıması olarak görür (John Locke'un "bilgikuramı" denilebilecek olan şey).


4. Hegel ve Anglo-Amerikan Felsefesi
Hegel'in düşünceleri 19'uncu yüzyıl sonlarında İngiliz ve Amerikan felsefecileri üzerinde etkili olmaya başladı. Edward Caird, F. H. Bradley, Bernard Bosanquet ve John McTaggart görgücülüğü ve yararcı etiği eleştirmede Hegel'i başlangıç noktası olarak kullanmaya başladılar. Russell ve More'un kendileri de daha sonra ona karşı düşmanca bir tutum geliştirdikleri bu düşünce ortamına aittiler ve yüzyıl başlarında ondan kopuşları analitik felsefenin başlangıcını belirtir.

20'nci yüzyıl Anglo-Amerikan felsefesi Hegel'e karşı heyecanlı bir düşmanlık eğilimi tarafından damgalanır ve Popper'ın Hegel'i modern totaliterliğin ve ulusalcılığın kaynaklarından biri olarak gösteren yazıları birincil olarak bu kültürde etkili olmuştur. Buna karşın bu düşmanlık yüzyıl sonlarına doğru zayıflamış ve Charles Taylor, H. S. Harris, Terry Pinkard ve Robert Pippin gibi düşünürler Hegel üzerine daha ciddi çözümlemeler üretmişlerdir.


İdea Yayınevi 2014 / iletisim@ideayayinevi.com