Ludwig Wittgenstein
Felsefi Araştırmalar (1953)
Philosophischen Forschungen
§§ 65-77
Çeviri: Aziz Yardımlı |
Ludwig Wittgenstein
Felsefi Araştırmalar
SEÇMELER (§§ 65-77)
65. Burada tüm bu irdelemelerin arkasında duran
büyük soruya çarpıyoruz. — Çünkü şimdi bana karşı
çıkılabilir: ‘‘İşin kolayına kaçıyorsun! Tüm olanaklı
dil oyunlarından söz ediyor, ama hiçbir yerde dil
oyununun özsel yanının ve dolayısıyla dilin ne olduğu
konusunda hiçbirşey söylemiyorsun. Tüm bu işlemlere
ortak olanı ve onu dil ya da dilin parçaları yapanı
[söylemiyorsun]. Böylece kendini tam olarak araştırmanın
zamanında en çok senin kafanı çatlatan bölümünden,
yani önermelerin evrensel biçimini ve dili
ilgilendiren bölümünden bağışlıyorsun.’’
Ve bu doğrudur.
— Hepimizin dil dediği şeye ortak olan birşeyi belirtmek
yerine, diyorum ki bu fenomenlerde tümü için aynı
sözcüğü kullanmamızı sağlayacak ortak tek birşey yoktur,
— tersine bunlar birbirleri ile birçok değişik yolda illişkilidir. Ve bu ilişki, ya da bu ilişkiiler
nedeniyle tümünü ‘‘dil’’ olarak adlandırırız. Bunu
açıklamaya çalışacağım.
|
Ludwig Wittgenstein
Philosophischen Forschungen
(§§ 65-77)
65. Hier stoßen wir auf die große Frage, die
hinter allen diesen Betrachtungen steht. — Denn man
könnte mir nun einwenden: ‘‘Du machst dir’s leicht!
Du redest von allen möglichen Sprachspielen, hast aber
nirgends gesagt, was denn das Wesentliche des Sprachspiels,
und also der Sprache, ist. Was allen diesen Vorgängen
gemeinsam ist und sie zur Sprache, oder zu Teilen der
Sprache macht. Du schenkst dir also gerade den Teil
der Untersuchung, der die selbst seinerzeit das meiste
Kopfzerbrechen gemacht hat, nämlich den, die allgemeine
Form des Satzes und der Sprache betreffend.’’
Und das ist wahr.
— Statt etwas anzugeben, was allem, was wir Sprache
nennen, gemeinsam ist, sage ich, es ist diesen Erscheinungen
garnicht Eines gemeinsam, weswegen wir für alle das
gleiche Wort verwenden, — sondern sie sind mit einander
in vielen verschiedenen Weisen verwandt. Und
dieser Verwandtschaft, oder dieser Verwandtschaften
wegen nennen wir sie alle ‘‘Sprachen.’’ Ich will versuchen,
die zu erklären. |
66. Örneğin ‘‘oyunlar’’ dediğimiz işlemleri
irdeleyelim. Masa oyunlarını, kağıt oyunlarını, top
oyunlarını, turnuvaları vb. demek istiyorum. Tüm bunlarda
ortak olan nedir? — ‘‘Onlara ortak birşey olmalıdır,
yoksa onlara ‘oyunlar’ denmez’’ deme — ama tümüne de
ortak birşeyin olup olmadığına bak. Çünkü, baktığın
zaman, hiç kuşkusuz tümüne ortak olan birşey
görmeyeceksin, ama benzerlikler, ilişkiler, ve bunların
da bütün bir dizisini göreceksin. Söylendiği gibi: Düşünme,
ama bak! Örneğin çok yanlı ilişkileri ile masa oyunlarına
bak. Şimdi kağıt oyunlarına geç: Burada o ilk sınıf ile
birçok uygunluk bulursun, ama birçok ortak özellik yiter
ve ortaya başkaları çıkar. Şimdi top oyunlarına geçersek,
ortak çok şey saklanır, ama birçoğu yitip gider. Tümü
de ‘eğlenceli’ midir? Satrancı dama ile karşılaştır.
Ya da her zaman kazanma ve yitirme, ya da oyuncular
arasında bir yarışma var mıdır? Dayancı düşün. Top oyununda
kazanma ve yitirme vardır; ama bir çocuk topunu duvara
atıp onu yeniden yakaladığı zaman, bu özellik yitmiştir.
Bak, beceri ve şans ne rol oynar? Ve satranç oyununda
beceri ve tenis oyununda beceri nasıl ayrıdır. Şimdi
halka oyunlarını düşün: Burada eğlence öğesi vardır,
ama başka ne çok karakter özelliği yitmiştir! Ve birçok,
başka birçok oyun kümesinden bu yolda geçebiliriz. Benzerliklerin
ortaya çıktıklarını ve yittiklerini görürüz.
Ve şimdi bu irdelemenin sonucu şudur: Birbirleri ile
çakışan ve kesişen benzerliklerin karışık bir örüntüsünü
görürüz. Küçüklü büyüklü benzerlikler. |
66. Betrachte z. B. einmal die Vorgänge, die
wir ‘‘Spiele’’ nennen. Ich meine Brettspiele, Kartenspiele,
Ballspiele, Kampfspiele, u.s.w.. Was ist allen diesen
gemeinsam? —Sag nicht: ‘‘Es muß ihnen etwas
gemeinsam sein, sonst hießen sie nicht ‘Spiele’ ’’—sondern schau, ob ihnen allen etwas gemeinsam ist. —
Denn, wenn du sie anschaust, wirst du zwar nicht etwas
sehen, was allen gemeinsam, wäre, aber du wirst
Ähnlichkeiten, Verwandtschaften, sehen, und zwar eine
ganze Reihe. Wie gesagt: denk nicht, sondern schau!
— Schau z.B. die Brettspiele an, mit ihren mannigfachen
Verwandtschaften. Nun geh zu den Kartenspielen über:
hier findest du viele Entsprechungen mit jener ersten
Klasse, aber viele gemeinsame Züge verschwinden, andern
treten auf. Wenn wir nun zu den Ballspielen übergehen,
so bleibt manches Gemeinsame erhalten, aber vieles geht
verloren. — Sind sie alle ‘unterhaltend’?
Vergleiche Schach mit dem Mühlfahren. Oder gibt es
überall ein Gewinnen und Verlieren, oder eine Konkurrenz
der Spielenden? Denk an die Patiencen. In den Ballspielen
gibt es Gewinnen und Verlieren; aber wenn ein Kind den
Ball an die Wand wirft und wieder auffängt, so ist dieser
Zug verschwunden. Schau, welche Rolle Geschick und
Glück spielen. Und wie verschieden ist Geschick im
Schachspiel und Geschick im Tennisspiel. Denk nun an
die Reigenspiele: Hier ist das Element der Unterhaltung,
aber wie viele der anderen Charakterzüge sind verschwunden!
Und so können wir durch die vielen, vielen anderen Gruppen
von Spielen gehen. Ähnlichkeiten auftauchen und verschwinden
sehen.
Und das Ergebnis dieser Betrachtung lautet nun: Wir
sehen ein kompliziertes Netz von Ähnlichkeiten, die
einander übergreifen und kreuzen. Ähnlichkeiten im Großen
und Kleinen. |
67. Bu benzerlikleri betimlemek için ‘‘aile
benzerlikleri’’ sözcüğünden daha iyisini bulamam; çünkü
bir ailenin üyeleri arasındaki değişik benzerlikler
aynı yolda çakışır ve kesişir: Boy pos, yüz hatları,
göz rengi, yürüyüş, huy vb. vb. — Ve ‘oyunlar’ bir aile
oluşturur diyeceğim.
Ve benzer olarak örneğin sayı türleri bir aile oluşturur.
Niçin birşeye sayı deriz? Belki de şimdiye dek sayı
denilen pekçok şey ile bir — doğrudan — ilişkisi olduğu
için; ve bu yolla, denebilir ki, yine öyle adlandırdığımız
başkaları ile dolaylı bir ilişki kazanır. Ve sayı kavramımızı
tıpkı eğirmede bir ipliği lif üstüne lif büker gibi
genişletiriz. Ve ipliğin gücü herhangi bir lifin onun
bütün uzunluğu boyunca gitmesinden değil, ama birçok
lifin üstüste sarılmasından oluşur.
Ama biri şunu söylemeyi isteseydi: ‘‘Öyleyse tüm bu
yapılara ortak birşey vardır, — yani tüm bu ortaklıkların
ayrıklığı,’’ — o zaman yanıtım şu olurdu: Burada yalnızca
sözcüklerle oynuyorsun. Benzer olarak denebilirdi ki:
Bütün iplik boyunca giden birşey vardır, — yani bu liflerin
kesintisiz çakışmaları. |
67. Ich kann diese Ähnlichkeiten nicht besser
charakterisieren, als durch das Wort ‘‘Familienähnlichkeiten’’;
denn so übergreifen und kreuzen sich die verschiedenen
Ähnlichkeiten, die zwischen den Gliedern einer Familie
bestehen: Wuchs, Gesichtszüge, Augenfarbe, Gang, Temperament,
etc. etc.. — Und ich werde sagen: die ‘Spiele’ bilden
eine Familie.
Und ebenso bilden z. B. die Zahlenarten eine Familie.
Warum nennen wir etwas ‘‘Zahl’’? Nun etwa, weil es eine
— direkte — Verwandtschaft mit manchem hat, was man
bisher Zahl genannt hat; und dadurch, kann man sagen,
erhält es eine indirekte Verwandtschaft zu anderem,
was wir auch so nennen. Und wir dehnen unseren
Begriff der Zahl aus, wie wir beim Spinnen eines Fadens
Faser an Faser drehen. Und die Stärke des Fadens liegt
nicht darin, daß irgend eine Faser durch seine ganze
Länge läuft, sondern darin, daß viele Fasern einander
übergreifen.
Wenn aber Einer sagen wollte: ‘‘Also ist allen diesen
Gebilden etwas gemeinsam, — nämlich die Disjunktion
aller dieser Gemeinsamkeiten’’ — so würde ich antworten:
hier spielst du nur mit einem Wort. Ebenso könnte man
sagen: es läuft ein Etwas durch den ganzen Faden, —
nämlich das lückenlose Übergreifen dieser Fasern. |
68. ‘‘Pekala; öyleyse sayı kavramı senin için
o birbiri ile ilişkili tekil kavramların mantıksal toplamları
olarak açıktır: Kardinal sayı, rasyonel sayı, gerçek sayı
vb., ve benzer olarak oyun kavramı da karşılık düşen
bölümsel kavramların mantıksal toplamı olarak.’’ Bu
böyle olmamalıdır. Çünkü o zaman ‘‘sayı’’ kavramına
değişmez sınırlar verebilirim, e.d. ‘‘sayı’’
sözcüğünü sınırı değişmez bir kavramı belirtmek için
kullanabilirim, ama onu kavramın eriminin bir sınır
yoluyla kapatılmadığı bir yolda da kullanabilirim.
Ve ‘‘oyun’’ sözcüğünü işte böyle kullanırız. Çünkü oyun
kavramı nasıl sınırlanır? Henüz bir oyun olan ve bir
oyun olmayan nedir? Sınırı verebilir misin? Hayır. Onu çizebilirsin: Çünkü henüz çizilmiş bir sınır
yoktur. (Ama ‘‘oyun’’ sözcüğünü kullanırken bu seni hiç
rahatsız etmedi.)
‘‘Ama o zaman sözcüğün kullanımı kurallı değildir;
onunla oynadığımız ‘oyun’ kurallı değildir.’’ — Her
yerde kural tarafından sınırlanmış değildir; ama örneğin
teniste topun ne denli yükseğe atılacağı ya da ona ne
denli sert vurulacağı konusunda da hiçbir kural yoktur,
ama tenis gene de bir oyundur ve kuralları da vardır. |
68. ‘‘Gut; so ist also der Begriff der Zahl
für dich erklärt als die logische Summer jener einzelnen
mit einander verwandten Begriffe: Kardinalzahl, Rationalzahl,
reelle Zahl, etc., und gleicherweise der Begriff des
Spiels als logische Summe entsprechender Teilbegriffe.’’
— Dies muß nicht sein. Denn ich kann so dem Begriff
‘Zahl’ feste Grenzen geben, d.h. das Wort ‘‘Zahl’’ zur
Bezeichnung eines fest begrenzten Begriffs gebrauchen,
aber ich kann es auch so gebrauchen, daß der Umfang
des Begriffs nicht durch eine Grenze abgeschlossen
ist. Und so verwenden wir ja das Wort ‘‘Spiel.’’ Wie
ist denn der Begriff des Spiels abgeschlossen? Was ist
noch ein Spiel und was ist keines mehr? Kannst du die
Grenzen angeben? Nein. Du kannst welche ziehen:
denn es sind noch keine gezogen. (Aber das hat dich
noch nie gestört, wenn du das Wort ‘‘Spiel’’ angewendet
hast.)
‘‘Aber dann ist ja die Anwendung des Wortes nicht
geregelt; das ‘Spiel’, welches wir mit ihm spielen,
ist nicht geregelt.’’ — Es ist nicht überall von Regeln
begrenzt; aber es gibt ja auch keine Regel dafür z.B.,
wie hoch man im Tennis den Ball werfen darf, oder wie
stark, aber Tennis ist doch ein Spiel und es hat auch
Regeln. |
69. O zaman birine bir oyunun ne
olduğunu nasıl açıklayacağız? Sanırım ona oyunu betimleyeceğiz, ve betimlemeye şunu ekleyebiliriz: ‘‘Bu
ve benzerlerine ‘oyun’ denir.’’ Ve kendimiz daha
çoğunu bilir miyiz? Acaba yalnızca başkalarına mı bir
oyunun ne olduğunu tam olarak söyleyemeyiz? — Ama bu bilgisizlik
değildir. Sınırları tanıyamayız, çünkü kimse çizmemiştir.
Söylendiği gibi, — özel bir amaçla — bir sınır çizebiliriz.
İlkin bu yolla mı kavramı kullanılabilir kılarız? Hiç
de değil! Salt bu özel amaç dışında. ‘1 adım’ uzunluk
ölçüsünü kullanılır kılmak 1 adım = 75 cm. tanımından
daha ötesini istemedi. Ve eğer ‘‘Ama daha önce o sağın
bir uzunluk ölçüsü değildi’’ diyeceksen, yanıtım şudur:
Pekala, o zaman sağın olmayan bir uzunluk ölçüsüydü. —
Gene de bana bir sağınlık tanımı borçlusun. |
69. Wie würden wir denn jemandem erklären, was
ein Spiel ist? Ich glaube, wir werden ihm Spiele beschreiben,
und wir könnten der Beschreibung hinzufügen: ‘‘das, und
Ähnliches, nennt man ‘Spiele.’ ’’ Und wissen wir selbst
denn mehr? Können wir etwa nur dem Andern nicht genau
sagen, was ein Spiel ist? — Aber das ist nicht Unwissenheit.
Wir kennen die Grenzen nicht, weil keine gezogen sind.
Wie gesagt, wir können — für einen besondern Zweck — eine
Grenze ziehen. Machen wir dadurch den Begriff erst brauchbar?
Durchaus nicht! Es sei denn, für diesen besondern Zweck.
So wenig, wie der das Längenmaß ‘1 Schritt’ brauchbar
machte, der die Definition gab: 1 Schritt = 75cm. Und
wenn du sagen willst ‘‘Aber vorher war es doch kein exaktes
Längenmaß’’, so antworte ich: gut, dann war es ein unexaktes.
—Obgleich du mir noch die Definition der Exaktheit schuldig
bist. |
70. ‘‘Ama ‘oyun’ kavramı bu yolda sınırlı değilse,
o zaman aslında ‘oyun’ ile ne demek istediğini bilmiyorsun.’’
Şu betimlemeyi verdiğim zaman: ‘‘Toprak bütünüyle bitkiler ile
örtülüydü,’’ — bitkinin bir tanımını vermeden önce neden
söz ettiğimi bilmediğimi mi söyleyeceksin?
Demek istediğimin bir açıklaması söz gelimi bir çizim
ve ‘‘Toprak kabaca böyle göründü’’ sözleri olacaktır.
Belki de ‘‘tam olarak böyle göründü’ bile derim.’’
— O zaman tam olarak bu otlar ve yapraklar bu
durumda orada mı olacaktır? Hayır, bu demek değildir.
Ve bu anlamda hiç bir tabloyu sağın olarak kabul
etmeyeceğim.
Biri bana der ki: ‘‘Çocuklara bir oyun göster!’’ Onlara
para atmayı öğretirim, ve başkası bana der ki ‘‘Öyle bir
oyun demek istemedim.’’ Kafasından atış oyununun dışlanması
bana buyruğu vermeden mi geçmiş olmalıydı?
70’inci
paragrafı izleyen ve iki uzun çizgi arasında yer alan
pasaj Wittgenstein’ın başka yazılarından keserek kitabın
kimi sayfaları arasına yerleştirdiği kağıt parçalarından
birinden alınmıştır.
|
70. ‘‘Aber wenn der Begriff ‘Spiel’ auf diese
Weise unbegrenzt ist, so weisst du ja eigentlich nicht,
was du mit ‘Spiel’ meinst.’’ —Wenn ich die Beschreibung
gebe: ‘‘Der Boden war ganz mit Pflanzen bedeckt’’, —
willst du sagen, ich weiss nicht, wovon ich rede, ehe
ich nicht eine Definition der Pflanze geben kann?
Eine Erklärung dessen, was ich meine, wäre etwa eine
Zeichnung und die Worte ‘‘So ungefähr hat der Boden
ausgesehen.’’ Ich sage vielleicht auch: ‘‘genau so hat er ausgesehen.’’ — Also waren genau diese Gräser und Blätter, in diesen Lagen, dort? Nein, das
heißt es nicht. Und kein Bild würde ich, in diesem Sinne, als das genaue anerkennen.
Jemand sagt mir: ‘‘Ziege den Kindern ein Spiel!’’ Ich
lehre sie, um Geld würfeln, und der Andere sagt mir ‘‘Ich
habe nicht so ein Spiel gemeint.’’ Mußte ihm da, als er
mir den Befehl gab, der Ausschluß des Würfelspiels vorschweben?
|
71. Denebilir ki ‘oyun’ kavramı bulanık uçları
olan bir kavramdır. —‘‘Ama bulanık bir kavram ne olursa
olsun bir kavram mıdır?’’ Keskin olmayan bir
fotoğraf ne olursa olsun bir insan resmi midir? Üstelik
keskin olmayan bir resmi keskin bir resim ile değiştirmek
her zaman bir üstünlük müdür? Keskin olmayan sık sık gereksindiğimiz
şey değil midir?
Frege kavramı bir alana benzeterek şöyle der: Sınırları
bulanık bir alana ne olursa olsun bir alan denemez.
Bu hiç kuşkusuz onunla hiçbirşeye başlayamayız demektir.
— Ama şunu demek anlamsız mıdır: ‘‘Kabaca burada dur!’’?
Düşün, bir başkası ile birlikte bir alanda durup bunu
söylüyorum. Orada herhangi bir sınır çizmeyecek, ama
söz gelimi elimle bir gösterme devimi yapacağım — ona
belirli bir noktayı gösterir gibi. Ve bir oyunun
ne olduğu tam olarak böyle anlatılır. Örnekler verilir
ve belli bir anlamda anlaşılmaları istenir. Ama bu anlatımla
şunu demek istemem: şimdi bu örneklerde benim — herhangi
bir nedenle — söyleyemediğim ortak yanı görmesi gerekir.
Ama: bu örnekleri şimdi daha belirli yolda kullanması gerekir. Örnekleme burada, daha iyisinin yokluğunda, dolaylı bir açıklama aracı değildir. Çünkü, her
evrensel açıklama yanlış anlaşılabilir. Tam bu nedenledir ki oyunu oynarız. (‘‘Oyun’’ sözcüğü ile dil oyununu
demek istiyorum.) |
71. Man kann sagen, der Begriff ‘Spiel’ ist
ein Begriff mit verschwommenen Rändern. — ‘‘Aber ist
ein verschwommener Begriff überhaupt ein Begriff?’’
— Ist eine unscharfe Photographie überhaupt ein Bild
eines Menschen? Ja, kann man ein unscharfes Bild immer
mit Vorteil durch ein scharfes ersetzen? Ist das unscharfe
nicht oft gerade das, was wir brauchen?
Frege vergleicht den Begriff mit einem Bezirk und sagt:
einen unklar begrenzten Bezirk könne man überhaupt keinen
Bezirk nennen. Das heißt wohl, wir können mit ihm nichts
anfangen. — Aber ist es sinnlos zu sagen: ‘‘Halte dich
ungefähr hier auf!’’? Denk dir, ich stünde mit einem
Andern auf einem Platz und sagte dies. Dabei werde ich
nicht einmal irgend eine Grenze ziehen, sondern etwa
mit der Hand eine zeigende Bewegung machen — als zeigte
ich ihm einen bestimmten Punkt. Und gerade so
erklärt man etwa, was ein Spiel ist. Man gibt Beispiele
und will, daß sie in einem gewissen Sinne verstanden
werden. —Aber mit diesem Ausdruck meine ich nicht: er
solle nun in diesen Beispielen das Gemeinsame sehen,
welches ich — aus irgend einem Grunde — nicht aussprechen
konnte. Sondern: er solle diese Beispiele nun in bestimmter
Weise verwenden. Das Exemplifizieren ist hier
nicht ein indirektes Mittel der Erklärung, —
in Ermanglung eines Bessern. Denn, mißverstanden kann
auch jede allgemeine Erklärung werden. So spielen
wir eben das Spiel. (Ich meine das Sprachspiel mit dem
Worte ‘‘Spiel’’.)
|
72. Ortak olanı görme. Varsayalım ki
birine rengarenk çeşitli resimler gösteriyor ve şöyle
diyorum: ‘‘Tümünde gördüğün renge ‘sarı aşıboyası’ denir.’’
Bu anlaşılan bir açıklamadır, çünkü öteki bu resimere
ortak olanı arar ve görür. Sonra ortak olana bakabilir,
onu gösterebilir.
Şununla karşılaştır: Ona tümü de aynı renkle boyanmış
değişik biçimli betiler gösteriyor ve ‘‘Bunların birbirleri
ile ortaklaşa taşıdıkları şeye ‘sarı aşıboyası’ denir’’
diyorum.
Ve şununla: Ona çeşitli mavi tonlarından modeller
gösteriyor ve diyorum ki: ‘‘Tümüne ortak olan renge
‘mavi’ derim.’’ |
72. Das Gemeinsam sehen. Nimm an, ich
zeige jemand verschiedene bunte Bilder, und sage: ‘‘Die
Farbe, die du in allen siehst, heißt ‘Ocker’.’’ — Das
ist eine Erklärung, die verstanden wird, indem der Andere
aufsucht und sieht, was jenen Bildern gemeinsam ist.
Er kann dann auf das Gemeinsame blicken, darauf zeigen.
Vergleiche damit: Ich zeige ihm Figuren verschiedener
Form, alle in der gleichen Farbe gemalt und sage: ‘‘Was
diese mit einander gemein haben, heißt ‘Ocker.’ ’’
Und vergleiche damit: Ich zeige ihm Muster verschiedener
Schattierungen von Blau und sage: ‘‘Die Farbe, die allen
gemeinsam ist, nenne ich ‘Blau.’ ’’ |
73. Biri bana örnekler göstererek ve ‘‘Bu renge
‘mavi’ denir, şuna ‘yeşil,’ ...’’ diyerek rengin adını
açıkladığı zaman, bu durum birçok bakımdan onun elime
altında sözcükler duran renk örnekleri gösteren bir
tablo vermesi ile karşılaştırılabilir. — Ama bu karşılaştırma
birçok yolda aldatıcı olabilir. — Şimdi karşılaştırmayı
genişletme eğilimi vardır; Açıklamayı anlamış olmak
açıklananın bir kaframını anlıkta taşımak demektir,
ve bu bir örnek ya da resimdir. Eğer şimdi bana değişik
yapraklar gösterilse ve dense ki ‘‘Buna ‘yaprak’ denir,’’
yaprak biçiminin bir kavramını, onun anlıktaki bir resmini
kazanırım. — Ama belirli hiçbir biçim göstermeyen, buna
karşı ‘tüm yaprak biçimlerine ortak olanı’ gösteren
bir yaprağın resmi nasıl görünür? Hangi renk tonu yeşil
renginin — tüm yeşil tonlarına ortak olanın — ‘anlığımdaki
örneğini’ taşır?
‘‘Ama böyle ‘evrensel’ örnekler olamaz mı? Diyelim
ki bir yaprak şeması, ya da arı yeşilin bir örneği?’’
Kesinlikle! Ama, bu şemanın belirli bir yaprağın biçimi
olarak değil de şema olarak anlaşılması, ve bir
arı yeşil şeridin arı yeşil için örnek olarak değil
de yeşil olan herşeyin örneği olarak anlaşılması — bu
yine bu örneği uygulamanın yolunda yatar.
Kendinize sorun: Yeşil renginin örneği hangi şekli taşımalıdır? Dörtgen mi olması gerekir, yoksa yeşil
dörtgen için örnek mi olacaktır? Öyleyse ‘düzensiz’
şekilde mi olması gerekir? Ve o zaman bizi onu yalnızca
kuralsız biçim öreği olarak görmekten — e.d. kullanmaktan
— ne alıkoyar? |
73. Wenn Einer mir die Namen der Farben erklärt,
indem er auf Muster zeigt und sagt ‘‘Diese Farbe heißt
‘Blau’, diese ‘Grün’, .....’’, so kann dieser Fall in
vieler Hinsicht dem verglichen werden, daß er mir eine
Tabelle an die Hand gibt, in der unter den Mustern von
Farben die Wörter stehen. — Wenn auch dieser Vergleich
in mancher Weise irreführen kann. — Man ist nun geneigt,
der Vergleich auszudehnen: Die Erklärung verstanden
haben, heißt, einen Begriff des Erklärten im Geiste
besitzen, und d.i. ein Muster, oder Bild. Zeigt man
mir nun verschiedene Blätter und sagt ‘‘Das nennt man
‘Blatt,’ ’’ so erhalte ich einen Begriff der Blattform,
ein Bild von ihr im Geiste. — Aber wie schaut denn das
Bild eines Blattes aus, das keine bestimmte Form zeigt,
sondern ‘das, was allen Blattformen gemeinsam ist’?
Welchen Farbton hat das ‘Muster in meinem Geiste’ der
Farbe Grün — dessen, was allen Tönen von Grün gemeinsam
ist?
‘‘Aber könnte es nicht solche ‘allgemeine’ Muster
geben? Etwa ein Blattschema, oder ein Muster von reinem Grün?’’ — Gewiss! Aber, daß dieses Schema als Schema verstanden wird, und nicht als die Form eines bestimmten
Blattes, und daß ein Täfelchen von reinem Grün als Muster
alles dessen verstanden wird, was grünlich ist, und
nicht als Muster für reines Grün — das liegt wieder
in der Art der Anwendung dieser Muster.
Frage dich: Welche Gestalt muß das Muster der
Farbe Grün haben? Soll es viereckig sein? oder würde
es dann das Muster für grüne Vierecke sein? — Soll es
also ‘unregelmäßig’ geformt sein? Und was verhindert
uns, es dann nur als Muster der unregelmäßigen Form
anzusehen — d.h. zu verwenden?
|
74. Bu yaprağı ‘genel olarak yaprak
biçimi’nin örneği olarak gören birinin onu söz gelimi
bu belirli biçim için örnek olarak alan birinden başka
türlü gördüğü düşüncesi de buraya aittir. Şimdi
bu pekala olabilirdi ki — gerçi öyle olmasa da —, çünkü
bu yalnızca deneyime göre yaprağı daha belirli yolda gören birinin onu şöyle ya da böyle ya da şu ya da bu kurala
göre uyguladığını söylemek olacaktır. Hiç kuşkusuz öyle ya da başka türlü görme diye birşey vardır; ve
bir örneği öyle görenin onu genel olarak bu yolda, ve başka türlü görenin başka bir yolda kullanacağı
durumlar da vardır. Örneğin bir kübün şematik çizimini
bir kareden ve iki eşkenar dörtgenden oluşan bir düzlem
beti olarak gören biri ‘‘Bana böyle birşey getir!’’ buyruğunu
belki de imgeyi uzaysal olarak görenden başka türlü yerine
getirecektir. |
74. Hierher gehört auch der Gedanke, daß der,
welcher diese Blatt als Muster ‘der Blattform im allgemeinen’
ansieht, es anders sieht, als der, welcher es etwa
als Muster für diese bestimmte Form betrachtet. Nun, das
könnte ja so sein — obwohl es nicht so ist —, denn es
würde nur besagen, daß erfahrungsgemäß der, welcher das
Blatt in bestimmter Weise sieht, es dann so und
so, oder den und den Regeln gemäß, verwendet. Es gibt
natürlich ein so und anders Sehen; und es
gibt auch Fälle, in denen der, der ein Muster so sieht, es im allgemeinen in dieser Weise verwenden
wird, und wer es anders sieht, in anderer Weise. Wer z.B.,
die schematische Zeichnung eines Würfels als ebene Figur
sieht, bestehend aus einem Quadrat und zwei Rhomben, der
wird den Befehl ‘‘Bringe mir so etwas!’’ vielleicht anders
ausführen, als der, welcher das Bild räumlich sieht. |
75. Bir oyunun ne olduğunu bilmek
ne demektir? Onu bilmek ve söyleyememek ne demektir? Bu
bilgi anlatılmamış bir tanımın herhangi bir eşdeğiri midir?
Öyle ki, anlatılmış olsaydı, onu bilgimin anlatımı olarak
tanıyabilecek miydim? Bilgim, oyuna ilişkin kavramım,
verebileceğim açıklamada bütünüyle açıklanmaz mı? Yani,
çeşitli oyun türlerine ilişkin örnekleri betimlememde;
bunların tüm olanaklı başka oyun türlerinin bunların andırımına
göre kurulabileceğini göstererek; şunu ya da bunu hiç
kuşkusuz bir oyun olarak pek adlandıramayacağımı söyleyerek;
ve buna benzer başkaları. |
75. Was heißt es: wissen, was ein Spiel ist?
Was heißt es, es wissen und es nicht sagen können? Ist
dieses Wissen irgendein Äquivalent einer nicht ausgesprochenen
Definition? So daß, wenn sie ausgesprochen würde, ich
sie als den Ausdruck meines Wissens anerkennen könnte?
Ist nicht mein Wissen, mein Begriff vom Spiel, ganz in
den Erklärungen ausgedrückt, die ich geben könnte? Nämlich
darin, daß ich Beispiele von Spielen verschiedener Art
beschreibe; zeige, wie man nach Analogie dieser auf alle
möglichen Arten andere Spiele konstruieren kann; sage
daß ich das und das wohl kaum mehr ein Spiel nennen würde;
und dergleichen mehr. |
76. Biri keskin bir sınır çizseydi, onu her zaman çizmeyi istediğim ya da kafada
çizdiğim sınır olarak tanıyamazdım. Çünkü bir çizgi çizmeyi
istemiş değildim. O zaman denebilir ki: Onun kavramı benimki
ile özdeş değil, ama ona yakındır. Ve yakınlık iki resmin
yakınlığıdır ki, bunlardan biri sınırları keskin olmayan
renk parçalarından, öteki benzer olarak biçimlenmiş ve
dağılmış ama keskin sınırlı parçalardan oluşur. Yakınlık
o zaman o denli de türlülük gibi yadsınamaz. |
76. Wenn Einer eine scharfe Grenze zöge, so könnte
ich sie nicht als die anerkennen, die ich auch schon immer
ziehen wollte, oder im Geist gezogen habe. Denn ich wollte
gar keine ziehen. Man kann dann sagen: sein Begriff ist
nicht der gleiche wie der meine, aber ihm verwandt. Und
die Verwandtschaft ist die zweier Bilder, deren eines
aus unscharf begrenzten Farbflecken, das andere aus ähnlich
geformten und verteilten, aber scharf begrenzten, besteht.
Die Verwandtschaft ist dann ebenso unleugbar, wie die
Verschiedenheit. |
77. Ve bu karşılaştırmayı biraz daha ileri götürürsek,
açıktır ki keskin resmin bulanık olana benzer olabileceği derece keskin olmayanın derecesine bağımlıdır. Çünkü
bulanık bir resim için ona ‘karşılık düşen’ keskin bir
resim çizmen gerekmiş olduğunu düşün. İkincide keskin
olmayan kırmızı bir kare var; onun yerine daha keskin
bir kare koyuyorsun. Hiç kuşkusuz, keskin olmayana karşılık
düşen böyle birçok keskin kare çizilebilir. — Ama özgününde
renkler bir sınır izi olmaksızın içiçe geçiyorsa, o
zaman bulanık olana karşılık düşen keskin bir resim
çizmek umutsuz bir görev olmayacak mıdır? O zaman şunu
söylemen gerekmeyecek mi: ‘‘Burada pekala bir kare gibi
bir çember ya da bir yürek biçimi de çizebilirdim; çünkü
tüm renkler birbiri içine geçiyor. Herşey yolunda; ve
hiçbirşey yolunda değil.’’ — Ve örneğin estetikte ya
da etikte kavramlarımıza karşılık düşen tanımları arayan
biri kendini bu durumda bulur.
Bu güçlük içinde her zaman şunu sorarsın: Bu sözcüklerin
(örneğin ‘‘iyi’’) anlamını nasıl öğrendik? Ne
tür örneklerden; hangi dil oyunundan? O zaman sözcüğün
bir imlemler ailesi taşıması gerektiğini daha kolay
göreceksin. |
77. Und wenn wir diesen Vergleich noch etwas
weiter führen, so ist es klar, daß der Grad, bis zu
welchem das scharfe Bild dem verschwommenen ähnlich
sein kann, vom Grade der Unschärfe des zweiten
abhängt. Denn denk dir, du solltest zu einem verschwommenen
Bild ein ihm ‘entsprechendes’ scharfes entwerfen. In
jenem ist ein unscharfes rotes Rechteck; du setz dafür
ein scharfes. Freilich — es ließen sich ja mehrere solche
scharfe Rechtecke ziehen, die dem unscharfen entsprächen.
— Wenn aber im Original die Farben ohne die Spur einer
Grenze ineinanderfließen, — wird es dann nicht eine
hoffnungslose Aufgabe werden, ein dem verschwommenen
entsprechendes scharfes Bild zu zeichnen? Wirst du dann
nicht sagen müßen: ‘‘Hier könnte ich ebensogut einen
Kreis, wie ein Rechteck, oder eine Herzform zeichnen;
es fließen ja alle Farben durcheinander. Es stimmt alles;
und nichts.’’ — Und in dieser Lage befindet sich z.B.
der, der in der Ästhetik, oder Ethik nach Definitionen
sucht, die unseren Begriffen entsprechen.
Frage dich in dieser Schwierigkeit immer: Wie haben
wir denn die Bedeutung dieses Wortes (‘‘gut’’ z.B.) gelernt? An was für Beispielen; in welchen Sprachspielen?
Du wirst dann leichter sehen, daß das Wort eine Familie
von Bedeutungen haben muß. |
|
|