İş Etiği ve Küreselleşme
Aziz Yardımlı

site haritası 
 

 
Giriş: Etik ve İş Etiği

Etik ya da ethikos  “alışkanlık, töre” anlamına gelen “ethos” sözcüğünden türer (ἔθος: Gewohnheit, Sitte; custom, habit; habitude, mœurs).

Etik keyfi olabilir mi? Ya da tarihsel, kültürel, kişisel, uylaşımsal? Kısaca, etik göreli olabilir mi?

Olabilir. Gerçekte belirli ya da reel her Aile, Toplum ve Devlet yapısı görelidir, ideal ya da saltık değil. Görelilik saltık ile karşıtlık içinde anlamlıdır, ve saltık olan ise evrensel, gerçek, ideal modeldir. Göreli olanın değeri başka göreliler ile değil ama saltık olan ile göreli olarak ölçülür.

Felsefi etiğin ya da törebilimin işinin insan için tarihinin herhangi bir noktasında etik ideali nasıl elde edeceği konusunda yönergeler çıkarmak olduğu düşünülür. Buna göre bir kültürde insanlar için en iyi yaşam yolunun ne olduğunu, tikel durumlarda hangi eylemlerin doğru ve hangilerinin yanlış olduğunu saptaması gerekir — sanki her bir kültür için, her bir ulus için ona özgü özel bir etik saptanmalıymış gibi. Böyle bir girişim her bir ulus için özel bir “tikel haklar bildirgesi” yayımlanmasını gerektirecek, her bir kültür yalnızca onunla göreli olarak geçerli özel bir iyi-kötü, doğru-eğri, haklı-haksız kodunun geliştirilmesini isteyecektir. Bu etik görelilik biçimine göre, en sonunda her bir birey kendi için özel yasal, ahlaksal ve törel normlar seçmede özgür olacaktır.

Etiğin Kavramı. Etik ile ilgili böyle popüler tasarımların* ötesinde, Etik kavramı herşeyden önce Hak ve Ahlak kavramları üzerine dayanır ve Etik alanı haklı ve haksız, doğru ve eğri, iyi ve kötü kavramlarını ilkin bu öncüllerinden ödünç alır. Etik olan haklı ve ahlaklı olandır.

Etiğin Kapsamı. Etik Aile, Toplum ve Devletin gerçek, nesnel, ussal biçimlerinin bilgisi ile ilgilenir, onları tarihsel biçimlerinde oldukları gibi değil, ama gerçek ya da ideal biçimlerinde kavrar. Etik pozitif bir bilim değildir çünkü pozitif bilim gerçekte bilim değil ama yalnızca ham görgül bilgi kütlesidir ve bilim için bir tür ham gereçtir. Aile, Toplum ve Devlet oluş sürecinde iken yalnızca geçici, yetersiz, kavramına uygun düşmeyen şekillerdir. Bu üç kavram aynı zamanda törel bireyin karakterinin kendini belirleme ve edimselleştirme alanlarıdır. Bu öncüller üzerine, etik ideal insan karakterinin ve ilişkilerinin incelemesi olarak kabul edildiğinde, sorun tarihsel gelişiminin bu ilişkilerin gerçek belirlenimlerinin göründüğü bir noktaya ulaşıp ulaşmadığı ve onları çıkarsamanın yönteminin ne olacağıdır. Önemli olan nokta bu ideal ilişkilerin uydurulması değil ama bulunmasıdır, ve bilgi konusu olmaları nesnel olduklarını varsayar.

Bu ideal biçimler Platon ve Aristoteles tarafından gerçek içerikleri içinde düşünülemedi. O çağlarda henüz insan özgürlüğü ve eşitliği kavramının bilinci ve edimselliği yoktu, henüz evrensel bir insan doğası kavramı yüzyıllar boyu uzaktaydı ve o kültürler için kölelik doğaldı. Düşünme neyi düşünemediğinin, insanlık ideasını düşünemediğinin ayrımında değildi. Onlar için etik ancak kent-devletinin realitesi içinde düşünülebilecek bir sorundu, evrensel değildi, ve barbarları ilgilendirmiyordu. Bir insanlık ideasının bilincinin yokluğunda, Platon’un etiği atomik kent-devletinin idealize edilmesinden öteye geçemezdi.





     
Bilim ve Estetik alanlarında insanlığa ideali sunmuş olan klasik-Helenik kültürün başlıca eksikliği ve onu ortadan kalkmaya götüren kusuru evrensel insan doğası kavramının bilincinin yokluğu idi. Helenler için kimi insanlar doğal olarak ya da doğuştan köle, ve kimi uluslar doğallıkla üstün, başkaları doğallıkla aşağı idi. Ama, “Tüm insanlar özgür doğar.” Ve özgür olan üzerinde daha güçlü hiçbir istenç tanımayandır. Bu kavram ancak modern dönemde, ancak iki bin yıl kadar sonra Rousseau’da en çarpıcı formülasyonunu kazanacak ve çevresinde bütün bir modern etiğin kendini bir realite yapmaya doğru çabaladığı özsel kavram olacaktı.

İş Etiği. Etik Aile, Toplum ve Devlet kavramlarının bilgisi ile ilgilenirken, İş Etiğinin kendi başına bir etik inceleme alanı olarak doğması modern ekonominin ve modern toplumun birleşmelerine, modern şirket yapısının toplumsal yapı ile giderek artan benzeşmesine ve örtüşmesine bağlıdır. Şirket “kollektif” demektir ve ekonominin ussal doğası şirketi ön-modern tikelliklerden ve bireysel özençten kaynaklanan etik-dışı ya da etik-öncesi yapısızlıkların ötesine, gerçek etik karakterine doğru evrimlendirmekte, onu toplumsal yapının kendisi ile örtüşmeye doğru şekillendirmektedir.

İş etiği alanında hem realitede hem de kuramsal alanda ağır basan görüş küresel-evrensel insanlık normlarının bulunduğu görüşüdür. Etiğin gerçek karakteri küresel olmaktır. Eğer küreselleşme karşıtlığının ne anlama gelebileceğini sorgularsak, bunun evrensel insan haklarına, evrensel yasa egemenliğine, evrensel duyunç özgürlüğüne, kısaca küresel evrensel etiğe karşıtlık olduğunu buluruz. Mimariden ödünç aldığı adı bile anlamsız ve uygunsuz olan sözde “postmodernizm” gerçekte ahlak, etik, ve estetik boyutlarında insan doğasının yadsınmasını temsil eder ve yalnızca politik despotizmi kollamakla kalmaz, ama yoksulluğun ve eşitsizliğin birincil kaynağı olan etik-dışı ve etik-öncesi bir kültürel çoğulculuğun da sürdürülmesini savunur.



     

İş Etiği ya da Şirket Etiği (business ethics, corporate ethics) gibi bir olgunun bütün bir tarih boyunca varolmasına karşın, akademik bir kavram olarak kabul edilmesi göreli olarak yenidir. Terim Batıda ilk kez ABD’de 1970’lerden sonra kullanılmaya başladı. Marxist kuramsal tuhaflıkların bütün bir entellektüel dünya üzerindeki muazzam etkisi altında, ve iş dünyasının öncülerinin kendilerinin yaygın olarak etik-dışı karakterleri ve davranışları karşısında, modern dönemin başlarında “İş Etiği” terimi bir oxymoron olarak görünecekti. Sömürü, kölecilik, dolandırıcılık gibi öğeler tarafından tanımlanan bir iş dünyası güven, dürüstlük, toplumsal sorumluluk, saydamlık kavramları ile birlikte giden “etik” sözcüğünün kendisine yabancıydı. Toplumun, çalışan insanlığın böyle bir iş dünyasına uygun terimlerde düşünmeyi sürdürmesi bir uyarlanma sorunu olmaktan çok henüz demokratik bilincin geriliğinin, yurttaş toplumunun güçsüzlüğünün bir sonucu idi.

 



     
Etik ve Ekonomi. Toplum ekonomik olmaksızın ve ekonomi toplumsal olmaksızın olanaksızdır. Geleneksel toplumsal yapılar ile bağdaşmayan modern ekonomi modern toplumun doğuşunu gerektirir. Bu süreç aynı zamanda geleneksel etiğin kendisinin modern özgür etiğe dönüşümü demektir. Etik ve ekonomi birlikte gider.

İş etiğinin bir inceleme dalı olarak ortaya çıkması dünya kültürünün bütününde yer alan bu etik dönüşüme, bütün bir ön-modern kültür ortadan kalkarken modern kültür dünyasına katılmaya başlayan kitlelerin, yığınların, halkların modern özgür etiğe eğitilmelerinin ve uyarlanmalarının kaçınılmaz olmasına bağlıdır. Daha yüz yıl öncesine dek bütün bir Batı dünyası bir Deng Xiaoping Çini idi. Şimdi — hiç kuşkusuz İsveç’in kendisi ile birlikte — daha çok İsveç’e benzemeye başlamıştır.

“Çalışanlar” bundan böyle yalnızca niteliksiz bir kol emekçileri sınıfı değildir. Bundan böyle örneğin Rockefeller’ın zamanında olduğu gibi günde on iki saat ve haftada altı gün çalışmayı, her yıl aralarından yüzde onunu iş kazalarında yitirmeyi, şirket kârlarının artması için ücretlerinin düşürülmesini insanlık-dışı bulacak denli eğitimli bireylerden oluşmaktadır. Makinenin işini yapmak yerine, makinenin efendisi olmaktadır. Topluluklar dev işleyim şirketleri tarafından çevrelerinin kirletilmesine, doğalarının bozulmasına ve çirkinleştirilmesine aldırmayan duyarsız yığınlar ve kitleler olmaya son vermektedir. Ekonomik bunalımlar görülmez elin ya da fetişistik güçlerin nedenleri anlaşılamayan falsoları olarak değil, ama etik bunalımlar olarak algılanmakta, ve modern ekonominin ya da yurttaş toplumunun kronik hastalığı olmak yerine etik-öncesi kültürün artıkları olarak ele alınmaktadır. Etik-dışının gerçekte etik-öncesi olduğu anlaşılmakta, etiğin ve ekonominin gelişiminin bir moral eğitim ve özgürlük sorunu olduğu kabul edilmektedir. En gelişmiş işleyim ülkelerinde, rüşvete izin veren yasalar yerlerini rüşveti suç olarak cezalandıran daha etik yasalara bırakmakta, eşitsizliğin ve yoksulluğun ancak küresel etik yoluyla çözülebilecek bir problem olduğu kabul edilmektedir. İş Dünyası bütününde insana yaraşır bir nitelik kazanmakta, şirketler Milton Friedman’ın onları etik-dışı olmaya teşvik eden liberteryan ideolojisinden özgürleşerek topluma karşı sorumlu moral “şirket yurttaşlar” karakterini kazanmaktadır. Ve şirketin etik karakterinin gelişmesi şirketi batırmak yerine, tersine şirketin kendisini daha küresel, daha büyük, daha üretken, ve paydaşlarını daha mutlu insanlar ve kurumlar yapmaktadır.

Modern etik incelemeleri şimdi ilk kez etik gelişim sürecine katılmakta olan milyarların aşağı yukarı etik-öncesi kültürlerini dönüştürme, onlara etiğe ve dolayısıyla ekonomiye uygun bir biçim verme problemini de ele almak ve çözmek zorundadır.





     
Duyunçsuz İstenç. Özgürlüğün ilk biçimi, ilk kez varoluş kazanmakta olan İstencin ilk biçimi doğrudanlık, dolaysızlık, doğallıktır. Bu İstenç özbilinçsiz istençtir, kendi üzerine dönmez ve kendini ayrımsamaz, ahlaksal değildir. Burada istencin içeriğini belirleyen dürtüler, istekler, ya da HIRS etmeni birincildir. Hırs bir duygudur, düşünce değil; bir enerji ve dürtü kaynağı olmasına karşın oynak ve değişkendir, düşünen istenç gibi kararlı değil, ve istence ağır basarak onu belirlediği zaman dürüst ve doğru olmayan sonuçlara götürebilir. İstenç ilkin kendi üzerine düşünmeye, kendini yargılamaya başladığı zaman moral nitelik kazanır. Düşüncesiz hak ahlakın yargısı altına alınır.

Etik, özgürlük, ussallık. Dürüst olmak ussal olmayı gerektirir ve ancak özgür insan ussal olabilir. Ancak özgür insan moral bir problemi hırsından, tutkularından, bilinçsiz dürtülerinden bağımsız olarak çözebilir, ve etik yaşamında salt alışkanlıkla davranmaz, ama bilinçli olarak karar verebilir. Rousseau, “bir insandan özgürlüğünü alın, ahlakını da alırsınız,” diyordu. Bu güzel anlatım özgürlüğün ve ahlakın birliğini doğrular. Ama gene de insandan iç özgürlüğünü alamazsınız. Özgürlük bilinci ancak gelişmediği sürece, ancak varolmadığı sürece yok edilebilir, çünkü tersinmezdir — tıpkı tapındığı şeyin put olduğunu bir kez anlayan bir insanın bir daha putun önünde diz çökemeyecek olması gibi. İnsana boyun eğdirilebilir, istenci kırılabilir; ama duyunca, insanın en iç, öznel, soyut özgürlüğüne dokunulamaz. Rousseau’nun sözleri “Henüz özgür olmayan insanlar ve toplumlar henüz ahlaklı değildir” olmalıydı. Sokrates’in “İnsan kötü olanı iyi sandığı için yapar” formülü çok daha güçlü ve ussaldır. İnsan doğal olarak iyi değildir; tinsel olarak iyidir, ve bu nedenle etik ya da törellik alanı eğitimin bir çözüme kavuşturulacağı asıl alandır. Etik-öncesi bireyler ve toplumlar durumunda, dünyanın bugünkü etik hamlığı konusunda dikkate alınması gereken çözümleme Sokrates’inki gibi görünür. Ahlaklı olmayan insanlar ve toplumlar karşısında, tıpkı erginlik dönemine, us yaşına girmemiş çocuk durumunda olduğu gibi, acımasız olmamak, sonsuza dek etik-dışı kalmaya yazgılandıklarını düşünmemek gerekir.

Etik bir süreçtir ve değişen etik değerler gerçekten değer olmadıkları için, değersiz oldukları için değişir ve önemsiz, saçma, giderek sefil alışkanlıklar olarak ortadan kalkar. Törel yaşamın bilinçsizliğinden başka birşey olmayan ve salt sorgulanmadıkları için süren alışkanlıklar değişime uğrar, ve o zaman önemli olan soru tüm alışkanlıkların ya da törelerin eşit değer de mi olduğu, yoksa evrensel ya da gerçek törel normların mı bulunduğudur.





Washington, D.C., circa 1915. "W.L. Smith agency, Argo cars, 14th Street N.W." Also home, as seen here earlier, to the Square Deal Auto Exchange. National Photo Company Collection glass negative. (LİNK)

     
Yasa, ulus, özgürlük. Benzer olarak, yasalar da, politik etik normlar olarak, duyuncun yargısı altında durur — ve bu durumda bütün bir ulusun moral yargısı altında. Ancak özgür uluslar yasalarını kendileri belirleyebilir ve onları insan haklarına, ya da, eğer dilersek, evrensel insan haklarına uygun olarak yapabilirler. Despotik uluslar yalnızca boyun eğer, ve moral varlıkları yalnızca kölelik karakterini taşır. Başka bir deyişle, henüz gerçek moral varlıklar değildirler.

Modern toplumda ön-modern kültürlerden arta kalan geleneksel davranış ve karakter biçimleri küresel kültürdeki etik-dışı öğeleri, modern ekonominin yaşadığı problemler kütlesini oluşturur. Bu öğeler etik-dışı oldukları denli de ekonomi-dışıdır. Etik gerilik ekonomik gerilik ile birlikte gider. Etik-dışının başlıca problemi kendini etik olarak ileri sürmede diretmesine bağlıdır. Küresel etik ve küresel iş etiği gerçek evrensel törel normların varoluşun olağan, normal belirlenimleri olmasına doğru evrimlenen bir süreçtir.

Erdem ve etik. Modern etik, normlarının belirlenmiş olduğu düzeye dek, birey için davranış kalıplarını saptar ve onu erdemli olabilmek için ölçülü olma, “altın orta”yı bulma probleminden bağışlar. Modern erdem etik olmaktan oluşur.

Etik normların göreliliği? Sağ duyumuz için norm ya göreli ya da saltık olmalıdır ve hem göreli hem de saltık olamaz. Ama norm ikisini de kabul eder. Norm bir yandan çiğnenemez, koşulsuz belirleyici olması anlamında saltıktır, ve onu öyle kabul eder, evrenselliğini tanır ve çifte standardı vb. yadsır, herkes ile birlikte koşulsuzca ona bağlı kalırız. Ama norm değiştirilmeyi, kaldırılmayı kabul eder, giderek çiğnenmeyi bile izin verir çünkü doğa yasası gibi çiğnenemez değildir, ve o zaman saltık değil ama göreli olmalıdır.



     

Etik normlar ya da ölçünler pozitif oldukları, insanlar tarafından tarihsel olarak koyuldukları ve belirlendikleri düzeye dek görelidir ve bu görelilik ya da değişkenlik onların tarihsel akışkanlıklarını, evrimlerini ya da gelişimlerini olanaklı kılar. Bu süreç normların, örneğin Aile, Toplum ve Devlet yapılarının ideal ya da gerçek biçime doğru gelişmeleri anlamında erekseldir — bireyler bunu bilsinler ya da bilmesinler. Örneğin ekonomik süreçte her bir birey kendi tikel iyisinin peşinde çabalarken aynı zamanda evrensel gönenç doğar. Süreç bir bakıma evrensel İyinin çekimi altında ilerler, çünkü insan istencinin belirlenimi iyiyi istemektir. Oysa gelişim yoksa ve salt türlülük varsa, o zaman ereksellikten söz edemeyiz ve mağara devrinden bu yana herhangi bir gelişimin olmadığını ileri sürmek zorunda kalırız. Bu insana kinik bir bakış açısından bütünüyle haklıdır.

Doğru, iyi, ve haklı olmaları gereken etik normlar doğru, iyi ve haklı olanın ideal biçimini temsil ettikleri ölçüde onlar gibi saltık bir ereğe doğru biçimleniyor olmalıdır. Eğer hakkın, yasanın, normun yalnızca göreli olduklarını kabul edersek, o zaman onların evrenselliğini ve dolayısıyla normlar olma karakterlerini sileriz. Postmodernizm, pozitivizm, pragmatizm vb. tümü de evrenseli yadsır, somut, ele gelir, duyulur olduğunu düşündükleri evrenselsiz bireyseli doğrular.





     
İş etiğinin, toplumsal etikten ayrı olarak, özellikle iş dünyasındaki davranışların etik niteliğinin değerlendirmesi ile ilgilenmesi gerekir. Ama iş ilişkileri bütününde değiş-tokuş ya da alış-veriş ilişkileri olarak sözcüğün gerçek anlamında toplumsal ya da ekonomik ilişkilerdir. Ekonomik ilişki toplumun sınırlı bir bölgesine sıkışmış özel bir toplumsal ilişki biçimi değil, genel olarak toplumsal ilişkiye etik karakterini veren sözleşme, güven, dürüstlük ilişkisidir. Toplum ekonominin varolma alanıdır.

İş etiği toplumsal etiğin yalnızca bir parçası değildir. Toplumun işinin ve işlevinin ekonomi yapmak olduğu düzeye dek, iş etiği toplumsal etik ile baştan sona çakışır. İşletme bir gereksinimler dizgesi olarak toplumun küçük ölçek bir modelidir. Mülkiyet ilişkilerinin tözsel biçimi olarak sözleşme işletmenin de ruhudur ve sözleşmenin insan dürüstlüğünü gerektirmesi olgusu daha başından işletmeye moral bir nitelik verir. Yurttaş eşitliği temelinde haklar ve ödevler açısından ayrışma işletmenin hiyerarşik yapısını belirler. İşletme eşit ölçüde ekonomik ve etik bir yapıdır ve işlev görmesi ve yazgısı toplumsal etiğin gelişmişlik düzeyi tarafından olduğu gibi işletmenin kendi etik gelişmişlik düzeyi tarafından da belirlenir.

Ekonomik ilişki bir yandan tüzel ilişki olarak, mülkiyet iyeleri arasındaki ilişki olarak hak kavramının olgusallaşmasıdır. Aynı zamanda bu ilişki ahlaksal olarak da aklanmalıdır. Ekonomik ilişki dayandığı hak ve ahlak öğeleri nedeniyle etik karakter taşır, ve bu etik karakteri onu özsel olarak insan gönenci ve insan iyiliği ile bağlar. İş etiği bu insan gönenci ve insan iyiliği kavramlarını bireysel çıkar, kazanç, kâr karşısında birincil olarak, aslında onların temeli ve olanağı olarak kabul eder. Buna göre şirketlerin ekonomik niteliklerinin yanısıra toplumsal ve politik rolleri de vardır.

*Örneğin Wikipedia ya da Internet Encyclopedia of Philosophy sayfalarında ve başka birçok sayfada bulunduğu gibi. Kavramı yakalayamamanın yanısıra, bunlarda göze çarpan başlıca kusur etik ve ahlak arasında ayrım yapmamalarıdır. Bunun dışında, “Afrika etiği,” “islamik etik,” “feminist etik" vb. gibi enteresan etik ayrımcılıklar etiğin evrensel ve nesnel karakterinin anlaşılmamasına bağlıdır.

Şirket Etiği

"Yalnızca itkinin dürtüsü kölelik, ve kendimize verdiğimiz bir yasaya boyun eğmek özgürlüktür." :: "L’impulsion du seul appétit est esclavage, et l’obéissance à la loi qu’on s’est prescrite est liberté." — Rousseau, Toplumsal Sözleşme

 

1 Şirket Etiği

Şirket tüzel bir kişi, insan istencinin bir belirlenimidir. Hakları vardır, ve salt hakları olduğu için ödevleri vardır. Şirket aynı zamanda moral bir kişidir, eylemde bulunur, başka tüzel ve gerçek kişiler ile ilişkilere girer, kararlar alır, ve bunların doğruluk ve eğrilikleri açısından yargıda bulunması, tıpkı gerçek bir kişi gibi, bir insan gibi sorumluluk üstlenmesi gerekir. Şirket özerk bir altyapı değildir.

Şirket bir istenç belirlenimi olduğu için, onu oluşturan bireylerin sayısına bir sınır yoktur. Kâr amaçlı olabileceği gibi kâr gütmeyen bir yapısı da olabilir, eş deyişle kâr şirketin biricik varlık nedeni değildir.

Modern şirket yönetiminde şirket çıkarı biricik ilgili nokta değildir. Şirketin ilişkili olduğu başka kişileri, çalışanlar, müşteriler,  şirket ile iş gören başka şirketler, topluluklar, politik örgütler, sendikalar vb. tümü de gerekli olduğunda şirket kararlarında dikkate alınması gereken yanlardır (Edward Freeman). Şirket toplumdan yalıtılmış soyut bir varlık değildir ve kâr olarak değer üretmesi bile ancak kârdan başka değerlere de değer vermesi, evrensel insan haklarını hesaba katması ile olanaklıdır.



     
Şirketin toplum ile ilişkisi salt bir hissedarlar grubunun toplum ile çıkar çatışması ilişkisi değildir. Şirketi modern yurttaş toplumunda kuşatan, onu belirleyen, onu vareden ilişkiler onu toplum pahasına kâr hedefine yönelik bir organizasyon olmaktan çıkarır. Onu tüm paydaşların (hissedarlar artı çalışanlar, sunumcular, müşteriler ve içinde şirketin işlediği topluluk) çıkarını dikkat almaya belirler. Tümü de eşit ve birincil önemde olan bu bileşenlerin her birinin varlığı ve gönenci başka her birinin çıkarlarının doyumu ile olanaklıdır. Şirketin etik ve ekonomik gelişimi onu toplumun bütünü ile örtüşmeye, toplumsal sorumluluk üstlenmeye, giderek “şirket yurttaş” karakterini üstlenmeye, kavramı ile uygun bir realite kazanmaya doğru götürür. Bu olgu salt hissedarların çıkarının sözcülüğünü yapan liberteryan şirket kuramını olguların kendilerinin düzleminde çürütür ve ekonominin sözde “kapitalist” karakterini, “kapitalist ekonomi” ya da doğrudan doğruya “kapitalizm” kavramını hiçbir realitesi olmayan bir ideolojiye, bir yanılsamaya indirger. Modern yurttaş toplumunun ekonomisi “kapitalist ekonomi” değil ama ekonomidir. Yurttaş Toplumunu “kapitalist toplum” olarak nitelemek özgürlük bilincinden yoksunluk zemininde olanaklıdır. Yurttaş toplumunun özgür etik karakteri “kapitalist toplum” gibi etik-dışı ideolojik bir terimi siler.

Etik Dönüşüm



İş etiği ön-modern kültürden gelen bireylerin modern etik kültüre uyarlanmaları açısından normatif etik biçimini üstlenir. Dürüstlük, doğruluk, haktanırlık kavramları despotik-geleneksel kültürlerden arta kalan davranış biçimleri, değerler vb. tarafından tehdit edilirken, etik-dışı yapılanmalar şirketlerin varlığını tehdit eder. Etik-dışı ya da etik-öncesi bireyler yalnızca şirketlerin çalışanlarına sınırlı değildir. Yöneticiler, giderek hissedarlar arasında en etik-öncesi kültüre bağlı problemler yaygındır.

Ön-Modern Etik ve Modern Etik



Ön-modern etik etiğin gelişimsel karakteri nedeniyle etik-dışı olur. Ön-modern kültürlerde de etik normlar vardır, ama bunlar özgür bireylerin kendi normları değildir. Ön-modern etik gerçekte özgürlüksüz etiktir ve etiğin özgürlüksüz olması paradoksaldir. Özgür olmayan kültürde insan hakları olan “kişi” değildir, mülkiyetsizdir. Özgür olmayan kültürlerde etik dışsaldır, bireyin duyuncunda aklanmaz ama egemenin buyruğudur.

Özgürlük: İlke ve Erek



Modern etik oluş sürecinde olan etiktir, çünkü özgürlük bilinci için başlangıç daha şimdiden ereği imler, ve özgürlüğün gerçek eylemi kendini geliştirmektir. Özgürlük ancak özgürlük içinde gelişir: Onda ilke, araç ve erek birdir. İş Dünyasına giren milyonlar ilkin sömürmeyi ve sömürülmeyi, yolsuzluğu, rüşveti, bütününde haksızlığı yaşarlar. Ve gene de gelenek dünyasına geri dönmeyi istemek yeteneklerinin ötesindedir.

Ekonomi ve Etik

Yasa, bütün bir politik alan, bütün bir devlet yapısı etiğin bir bileşenidir. Etiğin olmadığı, özgür duyuncun ve istencin gelişmediği kültürlerde yasaya sığınmanın da bir anlamı yoktur. Böyle kültürlerde bütün bir yargıçlık, savcılık, avukatlık etkinliği, bütün bir tüzel kurumlar alanı yürürlükteki etik-dışı durumu yansıtır. Bireylerin karakterleri ait oldukları etik kültürün ürünü ve özetidir. Özgürlüğe yabancı, dolayısıyla etik olarak geri kültürlerde karakter gelişimi de eşit ölçüde yürekler acısıdır. Dürüstlük, doğruluk, haklılık, ahlaklılık gibi belirlenimlerden yoksun kültürlerin bireylerinin payına kaçınılmaz olarak güvensizlik, erdemsizlik, mutsuzluk düşer.  

 

2 Ekonomi ve Etik

Ekonomik ilişkiler törel ilişkilerdir, öyle ki, törel olmayan ekonomi gerçekte ekonomi kavramına uygun düşmez.  “Toplum” (insan birlikteliğinin Aile ve Devlet biçimlerinden ayrı olarak) insan gereksinimlerinin karşılanması alanıdır. Tutucu geleneksel toplum biçimlerinde gereksinimler aşağı yukarı yalnızca durağan yaşam biçimlerinin sürdürülmesine sınırlıdır ve üretimin ve değiş-tokuş etkinliğinin düzeyi gündelik tüketimin sınırlı karakteri tarafından belirlenir. Bu geleneksel uyruk toplumları ile karşıtlık içinde, modern yurttaş toplumları (sivil toplumlar) gereksinimlerin sürekli ve sınırsız artışı ile nitelenir, ve buna göre kitlesel üretim ve kitlesel tüketim aynı sürekli ve sınırsız artış karakterini gösterir. Bu pazar ekonomisidir, onda üretim salt bireysel tüketim uğruna değil ama pazar uğrunadır, ve onda şirketin etkinliği bireysel ve toplumsal gereksinimin kesintisiz artışı tarafından güdülenir. Bu gelişen ve büyüyen ekonomik sürece koşut olarak, toplumun törel ve yasal yapıları da sürekli değişim içindedir.

Bu süreç bir yandan geleneksel toplumlar ve kültürler türlülüğünü küresel bir türdeşlik kültürüne doğru şekillendirir ve birleştirirken, öte yandan sürekli olarak yeni törel ölçünlerin ve yeni yasaların belirlenmesi ekonomik ve politik sürece büyük ölçüde yanılma-sınama yöntemleri ile ilerleyen bir süreç görünüşünü verir. Ekonomik gelişme törel gelişmeyi yanında ister, ve çözülecek törel  problemlerin ortaya çıkışı sık sık törel bozulma olarak algılanır.

     
Törel bozulma dönemleri  ekonomik bozulma dönemleri olarak görünür. Örneğin 1980 ve 90’larda ABD’de “Tasarruf ve Kredi Bunalımı”* olarak bilinen olay 3234 varolan finans kurumundan 1043’ünün iflasında sonuçlandığı zaman, ya da 2001 Enron skandalı ve 2003 (ve sonrasında) Siemens’in kronik skandal kültürü açığa serildiği zaman, ya da 2007-08 küresel finans bunalımı yaşandığı zaman, bunlardan genellikle törel bozulmanın ekonomik bozulmaya yol açtığı vargısı çıkarılır. Burada hırs ve kâr etmenlerinin dürüstlük ve güven kaygılarının önüne geçmesi ve törel kaygılar ile karşıtlık içinde belirleyici olması söz konusudur. Oysa “törel bozulma” olarak görülen şey gerçekte yalnızca moral ve törel hamlıktır ve törelliğin askıya alınmış göründüğü böyle dönemler gerçekte törel deneyimin büyümesine, daha yüksek bir törelliğe, daha bilinçli yasal düzenlemelere, ve daha sağlam ve daha sağlıklı bir ekonomiye götürür.

1999’da dek Almanya’da yurt dışında rüşvet vermek yasal olarak kabul ediliyor ve giderek şirketler rüşvetleri vergilendirilebilir gelirlerinden düşüyorlardı. Bu durum kendisi ancak 1977’de ülke dışında rüşvet verilmesine karşı yasa çıkaran Birleşik Devletler’in baskısı altında değişti. İş dünyasındaki davranış ölçünlerinin doğruluk ve dürüstlük yönünde belirlenmesi, insanın eğrilikten değil ama doğruluktan yana olması zeminini ceza korkusu, yarar beklentisi vb. gibi  dışsal etmenlerde değil, ama insanın içsel törel doğasında, törel ussallıkta bulur.

*Savings and loan crisis (https://en.wikipedia.org/wiki/Savings_and_loan_crisis).

Sözleşme


Etiğin incelemesi incelemeyi yapan için ilgisiz değildir. Tam tersine, etik bir karakter kazanabilmek için etiğin ne olduğunun bilinmesi gerekir. İnsan törel doğasının ne olduğunu bilmeksizin törel olamaz. Hiç kuşkusuz dışsal olarak verili normlara, yasalara, kurallara boyun eğmek insana etik bir karakter kazandırır. Ama bu onun öz-kazanımı değildir. Sorgulanmayan etik pekala etik olmayabilir. Ve bireyin kendi etik yargıları yeterince olgun olmayabilir.

 

3 Sözleşme

İş ilişkileri ister bireyler ister şirketler arasında olsun sözleşme ilişkileridir, ve sözleşme yanların özgür istençleri ile girdikleri bir alış-veriş anlaşmasıdır.  Sözleşme tüzel kişileri, haklarının bilincinde olan bireyleri gerektirir. Bu düzeye dek sözleşme gerçek anlamda ancak özgür toplumlarda, Yurttaş Toplumlarının tüzel, ahlaksal ve törel olarak gelişmiş bireyleri arasında olanaklıdır. Sözleşme ekonomik gelişimin özünde yatar, öyle ki bir toplumun gönenci, gereksinimlerinin eksiksiz olarak karşılanması ve en sonunda mutluluğu sözleşmelerin yerine getirilmesinin, onun etik karakterinin yüksekliğinin bir işlevidir.

Sözleşmenin güdüsü sözleşmeye giren yanların gereksinimleri gibi görünür. Ama bu görüngüdür. Sözleşme mülkiyet iyeleri olan özgür tüzel kişilerin varlığından ötürü zorunludur. Başka bir deyişle, sözleşme bir araç olmaktan çok daha yüksek bir anlamda kendinde bir erektir. Ekonominin olması için sözleşme olmalıdır. Sözleşmenin özgür istenci varsayması ölçüsünde, despotik kültürlerin ekonomisi bir tür doğal ekonomiden, bir gereksinimler ekonomisinden daha öteye geçmez. Bu kültürlerde insan gereksinimi büyümez çünkü istenç büyümez.

İş etiğinin belirlenimi sözleşmede bulunan yanların sözlerini yerine getirmeleri olarak doğruluk ve dürüstlüktür. Bütün bir modern ekonominin işlemesi, dolayısıyla gönenç bireysel ve toplumsal etik karakterin başarımıdır.

Sözleşme insanın kişi olduğunun ilk göstergesi ve kanıtıdır. Ancak özgür insan sözleşme yapabilir çünkü ancak mülkiyeti olan insan sözleşme yapabilir ve bir değiş-tokuş ya da alış-veriş ilişkisine girebilir.

Mülkiyet özgürlüğün ilk belirişi, soyut istencin, boş ego olarak egonun ilk belirliliği, ilk realitesidir. Herşey mülkiyet olabilir — insan bile. Duyunçsuz istenç olarak keyfi özgürlüğün korkutucu olmasının nedeni istencin ancak istenç karşısında, ancak bir Şey olmayan istençli insan karşısında sınır tanımasıdır. İstencin istenç ile ilişkisinde doğal zor ve şiddet ilişkisine karşı ilk almaşık doğar. Özgürlük korkusu, liberalizm ya da neoliberalizm denilen şeyin yarattığı nefret istençsizliğin bütünüyle olağan tepkisidir.

Mülkiyet hakkın en dolaysız anlatımı, istencin başka istençler ile ilişkisinin olanağıdır. Mülkiyet ahlakı önceler, ve ahlaksız mülkiyet korkunçtur. Modern toplumda sömürüyü olanaksız ve haksız kılan etmen istenç-istenç ilişkisi olarak sözleşmedir. Sömürünün varlığı sözleşmenin yokluğudur. Bu nedenle toplu sözleşme denilen kollektif eylem modern ekonomide öylesine birincil önemdedir. Sözleşme ilişkisi iki yanın da özgür yurttaş karakterini kazanmış olmasını öngerektirir ve bu büyüme süreci insanın tüzel, ahlaksal ve etik bilincinin oluş sürecidir. Bu nedenle yurttaş istencinin yokluğu ile tanımlanan yığınlar, kitleler, halklar durumunda sömürü kaçınılmazdır. Ve bu nedenledir ki demokrasi istençsiz yığınların, kitlelerin devleti değil, ama yurttaş toplumunun devletidir. Ve istençsiz oldukları içindik ki yığınlar, kitleler vb. önderlere gereksinirler. Sömürü iki yanın da moral geriliğine bağlıdır, ve kültürün bu aşamasında, hak bilincinin, duyuncun ve özgürlük bilincinin henüz gelişmekte olduğu aşamada sömürü kötülüklerin en büyüğü değildir.

Sözleşme kişiler arasında özgürce oluşturulan özdeş istençtir ve insan duyunçsuz çocuk yerine koyulmadıkça sözleşmenin sömürü ilişkisi olduğu ileri sürülemez. Yurttaş Toplumunda sözleşme ilişkisine giren yanlar (çalışan olarak işgücünü sunan yan ve çalıştıran olarak ücreti sunan yan) bu ilişkiye özgürce girerler. Dışsal zorunluk, darlık etmeni insanın özgürlük karakterini ve özgürlüğün sorumluluğunu silemez. Sözleşmedeki yanlar arasında bir “güç ilişkisi” yoktur ve iki yan da yurttaşlar olarak yasa önünde eşittir (“şirket yurttaş” şirketin tüzel kişiliğinin bir başka anlatımıdır).

İşgücü çalışanın mülkiyetidir ve sözleşmede onu zor yoluyla değil ama kendi istenci ile sunar. Özel mülkiyetin zorunlu olarak götürdüğü sözleşme kişiler arasındaki ilişkidir ve kişi olmak insanın ilk belirlenimidir. Evrensel insan hakları bildirgesinde görülen tüm haklar “kişi”nin haklarıdır ve “kişi” olmak istencinin bilincinde olmaktır.

İnsan haklarını, özgürlüğü ve istenci yok sayan idiotik ideoloji sözleşme ilişkisini sömürü olarak görür. İnsanı dışsal etmenlerin istençsiz oyuncağı olarak gören bu bakış açısına göre, sömürünün kaldırılması mülkiyetin kaldırılmasını gerektirir. Sözde sosyalist ya da komünist “ekonomi”de tüm üretim araçları ile birlikte işgücü de kamulaştırılır. İnsan ortadan kaldırılır çünkü istençsizleştirilerek kamusallaştırılır. Toplumculuk adına toplumsal istenç ortadan kaldırıldığında, “ekonominin” kendisi işkenceye döner.

Eşitsizlik ve işsizlik sorunlarını çözme sorumluluğu daha yükseği olmayan, daha güçlüsü olmayan politik güç olarak yurttaş toplumunun Devletine düşer. Yurttaşlık istenci, gerçek politik güç olarak, işsizliği ortadan kaldırma, ücret ve vergi süreçlerini belirleme, kısaca mülkiyet dağılımını türeli olarak düzenleme gücüdür. Demokratik toplumun en son üyesine dek ve eksiksiz olarak yurttaşlık bilincini kazanmasının önünde saltık olarak hiçbir engel yoktur.

 

Etik ve İş Etiği

"Duyunç özgürlüğü" yalnızca "inanç özgürlüğü" değildir. Duyunç özgürlüğü özne olabilme, kendi için karar verebilme istencidir.

 

4 Etik ve İş Etiği

Etik. Etik ya da Törebilim insanın Aile, Toplum ve Devleti kucaklayan törel yaşamına insanın kendisi tarafından getirilen belirlenimleri bilme isteğinden doğar. Törebilim birer istenç belirlenimi olan törel kavramları inceler, törel ölçünler ya da normlar üretmekle, insanların neyi istemeleri gerektiğini saptamakla ilgilenmez. Bu son iş modern dönemde özel ve kurumsal bireylere aittir, çünkü özgür birey kendi istenci ile ussaldır, ve çünkü her bir kurumun kendine özgü koşulları ve durumları genel olarak geçerli olacak ve ancak yaptırımlar ile yürütülebilecek kurallar getirilmesini olanaksızlaştırır. Uygulamalı etik istencin doğru olanı hedefleyen çabası olarak tarihe bırakılır.

Etiğin yalnızca doğru olanın incelemesi değil, ama doğru olanın istenmesi olması etiğin incelemesini olduğu gibi realitesini de görelilikten uzaklaştırır, ‘etik görelilik’ denilen şeyin kendisini etik-dışı yapar.

Etik olmak doğru olmak ile birdir. İnsan iyi olanı istediği aynı ussallık ile doğru olanı da ister. Etik normların doğru olmadıkları yargısı onları dolaysızca etik-dışı olarak olumsuzlamaya götürür. İnsanlar için en iyi yaşama yolu kavramının varlığı etiğin kendisini bir gelişim süreci olarak, ereksel olarak gösterir.

İş Etiği. Törebilim bütününde insan ilişkilerinin bilgisini konu alırken, “iş etiği” ya da “iş törelliği” genel olarak toplumsal ilişkileri inceler, çünkü toplum alanı (aile ve devlet alanlarından ayrı olarak) insan ekonomik ilişkilerinin alanıdır. İş Etiği alış-veriş ya da değiş-tokuş etiğidir ve iş ilişkilerini haklı, ahlaklı ve yasal olmaları bakış açısından ele alır.

Toplumda insanlar gereksinimlerini karşılama amacıyla bir araya gelirler. Özgürdürler, bireysel doyumları ile ilgilenirler, ve yabancıdırlar. Toplumsal ilişki ne aile ilişkisidir, ne de politik ilişki. Ve gene de dürüstlük, saydamlık, sorumluluk bilinci bu ilişkiler düzlemine insansal niteliğini kazandırmalı ve yabancılığı yenmeli, bireyin yaşamının büyük bölümünü geçirdiği toplum onun ikinci ailesi olmalıdır.

Bireylerin mülkiyet iyeleri olan özgür kişiler olarak ilişkileri çıkar ilişkileridir, ve törellik bu ilişkilerin tek-yanlı değil ama karşılıklı olmasını gerektirir. Bireysel çıkar törel bir belirlenimdir. Ancak öz-çıkar duygusu hırsa dönüştüğü ve kendini başka her değerin üzerine koyan bir karar ve eylem güdüsü olduğu zaman törel ve dolayısıyla ekonomik karakterini yitirir, törel ve yasal belirlenimler ile çatışma içine düşer. Ekonomi hakkın çiğnenmesi değil, tam tersine hakkın edimselleşmesi ortamıdır, çünkü ekonomik ilişki özgür bireyler arasındaki sözleşme ilişkisidir ve sözleşmede yanların hakları ve yükümlülükleri eşittir. Törel iyilik ve törel doğruluk ekonominin ve böylece toplumsal gönencin güvencesidir.

Duyunç Özgürlüğü



“Duyunç özgürlüğü” yalnızca “inanç özgürlüğü” değildir. Duyunç özgürlüğü özne olabilme, kendi için karar verebilme istencidir. — İlk olarak, duyunç da olgunlaşan bir yetidir ve erginlik çağına girinceye kadar insanın moral olarak bütünüyle olgun olmadığı ve bu düzeye dek eylemlerinin tam sorumluluğunu taşımadığı kabul edilir.

Dışsal Duyunç



— İkinci olarak, boyun eğdirilen insanlarda duyunç yetisi edilgindir ve bunlarda neyin doğru ve neyin eğri olduğuna karar veren etmen kendi duyunçları değil ama dışsal yetkedir. Özgür olmayan duyuncun gelişmemesinin, gerçekte bir duyunç “olmamasının” nedeni budur. Duyunç insanın sözcüğün gerçek anlamında en iç özüdür, dışsal hiçbir gücün erişemeyeceği ve dokunamayacağı öznel özgürlüğüdür — yeter ki etkinleşmiş olsun.

Alışkanlık ve Duyunç



Törellik bir alışkanlık olarak bir tür duyunç uyuşukluğu, varolanı sorgusuzca kabul etme tembelliğidir. Böyle köleler baş kaldırmaz, yürürlükte olan normlara karşı çıkmazlar. Varoluşlarında değişim yoktur. — Duyunç gelişen her yeti gibi başlangıçta hamdır, ve gene de “doğru” olduğunda diretir, tıpkı düşüncesinde ham olan insanların da yanılmadıklarında diretmeleri gibi. Ama duyunç doğru olmayanı, eğri ve yanlış olanı ayırdetme yetisidir. Ve bunu hiçbir zaman onun adına başka bir istenç yerine getiremez.

Ekonomi ve Küreselleşme

 

 

5 Ekonomi ve Küreselleşme

Küreselleşme. Ekonomik olarak, Küreselleşme bütün bir yeryüzünün tek bir Pazar biçimini kazanması anlamına gelir. Toplumsal olarak, Küreselleşme Yurttaş Toplumunun evrensel toplum modeli olarak gerçekleşmesi, dünya toplumlarının tek bir Toplumun, Yurttaş Toplumunun karakterini kazanması demektir. Politik olarak, Küreselleşme insanlığın istencini özdeş yasalarda anlatması, özgür istenç birliğini anlatan bir evrensel insanlık Anayasası altında varolmasıdır. Kültürel olarak, Küreselleşme kültürel-çoğulculuğun eksiksiz uygarlık düzleminde ortadan kaldırılması, gerçek insan değerleri düzleminde tüm kültürlerin eşit ölçüde yüksek, eş deyişle ideal olarak türdeş yapılar kazanmasıdır.

Ekonomi ve Küreselleşme. Küreselleşme yalnızca ekonomik ilişkilerin değil ama özgür ekonomik ilişkilerin olmasını öngerektirir. Bu tüm gümrük sınırlamalarının ortadan kaldırılması, bütün bir yeryüzünün tek bir sözleşme ve pazar alanı olması, yeryüzünün tüm toplumlarında uyrukların hakları, ödevleri ve politik istençleri ile bireyler olarak yurttaş karakterini kazanması demektir. Yurttaş Toplumu ulusal, etnik, dinsel, ırksal, sınıfsal, eşeysel, bölgesel, yerel vb. tüm kültür ve doğa ayrımlarını bir yana bırakan ve insanları  özgür bireyler olarak alan ekonomik ilişkiler alanıdır. Gerçek ekonomik etkinlik dürüstlüğü, doğruluğu, sorumluluğu gerektirir, ve bu karakter ise ancak birey tarafından, kendi istencinin ve duyuncunun bilincinde olan eğitimli ussal insan tarafından başarılır.

Etik Görelilik ve
Kültürel Çoğulculuk

 

 

6 Törel Görelilik ve Kültürel Çoğulculuk

Pozitif Etik? Her kültürün kendine özgü etik normları vardır, bunlar onunla göreli olarak saltıktır.

Etik kavramı görelilik anlatmaz: 1) Hiçbir insanın başkasından daha az hakkı kabul etmeye hakkı yoktur. 2) Doğruluk kimilerinin doğru bulamayacağı birşey değildir. 3) Etik olan, kavramın nesnel, evrensel karakterinden ötürü, kendinde haklı ve doğru olarak iyi olandır.

Etik realite reelleşmiş İyidir: Hak olarak iyinin ve ahlak olarak iyinin birliği. Törel yaşamın haklı olması gerekir; dahası, törel yaşamın ahlaksal olarak da haklı olması gerekir.

Tarihsel ya da kültürel görelilik yalnızca realitenin kavrama doğru gelişmekte olduğunu anlatı ve işlerin geçici bir durumudur. Göreli etik kötü etiktir, ve tarihsel etik normlar ancak başka etik normlar ile karşılaştırma içinde ve kendileri için iyidir, kendinde değil.

Tarihin göreli olanda sonlanmaması gerekir. Eğer tarih ereğinden önce pıhtılaşırsa, kaçınılmaz olarak özgürlük bilinci tarafından çözündürülür. Gelişim için gerekli olan tek şey etik yapıların katılaşmaması, akışkanlıklarını, değişim ve gelişim olanaklarını sürdürmeleridir. Bu istencin işlevidir. Tarihsel etik normlar kavrama uygun düşmedikleri için göreli, geri, ve en sonunda töre-dışı, etik-dışıdırlar. Pozitif ya da göreli etik normların saltık olarak görülmesi kültürel gelişimin durdurulması, tarihin kendisinin askıya alınmasıdır. İmparatorluk Çininde, Kast Hindistanında, genel olarak despotik kültürlerde olan budur.

The Universal Declaration of Human Rights
Article 1
All human beings are born free and equal in dignity and rights. They are endowed with reason and conscience and should act towards one another in a spirit of brotherhood.

Moral görecilik insan haklarını çiğner çünkü onları görelileştirir.

İngiliz yararcısı Bentham "Rights (hak) is the child of the law," diye yazar; "from real law come real rights; but from imaginary laws, from 'law of nature,' come imaginary rights." "Natural rights is simple nonsense."

Ve kuşkucu Hume bu noktada doğal olarak Bentham ile anlaşır. "Natural law and natural rights are unreal metaphysical phenomena."

Daha yakın zamanlarda Wittgenstein ve Austin için yasanın gerçek anlamı yine aynı Anglo-Saxon 'felsefe'nin bir başka sözcüsünün, Thomas Hobbes'un bir deyiminde özetlenir: "The command of the sovereign." (Bu kesimdeki tüm İngilizce alıntılar: Enc. Britannica, 1986, 20, 715).

Kuzey Carolina'nın köleci anayasasının yazarı da olan John Locke'a göre mülk iyesi olmayan insanların politikada ya da hükümette rolleri olmamalıdır.

Pozitif norm evrenselleştirilemez ve bir kategorik imperativ yapılarak öğütlenemez. Özgürlük bir öğüt sorunu değildir. Ve tikel bir normun evrenselleştirilmesi önerisi ise tam olarak pozitivizm dediğimiz özgürlük-öncesi bakış açısından gelebilir. Her norm, giderek en ahlak-dışı, etik-dışı, yasa-dışı olanlar bile evrenselleştirilmeye açıktır. Gerçekte, norm daha şimdiden kendinde evrenseli imler ve önemli olan şey normun olması değil, normun gerçek etik değer taşıyıp taşımadığıdır.

Bir kültürde ya da bir tarihsel dönemde haklı, iyi ve doğru olan bir başkasında öyle olmayabilir. Dinsel doğrular ve eğriler, sorgulanmadan kabul edilen gelenekler, korku ve yetke üzerine dayanan görenekler kültürden kültüre türlülük gösterir, ve bu tam olarak moral görelilik dediğimiz şeyin bir kültürler çokluğunda sergilenişidir. Birinde kabul edilen belirlenimler bir başkasında yanlış olarak görülüp kınanabilir. Benzer olarak, yasalar çağdan çağa, kültürden kültüre türlülük gösterir, birinde haklı olan pekala bir başkasına göre bütünüyle haksız görünebilir.

Bu kültürel görelilik kültürel çoğulculuk denilen şeydir ve evrensel bir İyinin, küresel bir İyinin varlığı ile geçimsizdir. Törel yaşam iyi olarak iyi uğruna, doğru olarak doğru uğruna belirlenen yaşamdır. İnsan doğası ya da insan özü evrenseldir, ve salt bu olgu kültürel İyilerin üstünde ve ötesinde evrensel bir İyinin varlığını gerektirir. Ussal insan doğasının belirlenimi olan saltık iyi ve doğru nitelikleri tüm göreli iyileri ve doğruları kendine doğru çeken ve onları sürekli ortadan kalkış ve daha doğru ve daha iyi olana doğru gelişim sürecinde tutan etmendir.

Küreselleşme ve
Etik Normların Evrimi

 

 

7 Küreselleşme ve Etik Normların Evrimi

Küreselleşme etik normların değişimlerinde bir evrimi, bir gelişmenin yer almasını ön-koşulu olarak gerektirir. Dahası bir türdeşleşmeyi, evrensel bir ekonomik-etik ilişkiler alanının, evrensel bir kültürün şekillenmesini ister. Ve bu türdeşleşme tikel bir tarihsel kültürün etik normlarını değil, evrensel insanlık normlarını varsayar. Küreselleşme insanlığın özsel olarak ussal bir varlık olduğunu, doğrudan, iyiden, güzelden yana olduğunu varsayar. Aristoteles “kentin ereği ve amacı iyi yaşamdır” diyordu (Politika). Şimdi kent bütün bir yeryüzü olmaktadır.  Ve yine Aristoteles “toplumsal yaşamın kurumları bu erek için araçlardır” diyordu. Şimdi bu kurumlar tüm bireyler için, tüm insanlık için gönenç ve mutluluk yaşamının güvenceleri olmaktadır. Çünkü insan özsel olarak ussal bir varlıktır.

Kötü Ekonomi ve Geri Etik

 

 

8 Kötü Ekonomi ve Geri Etik

Evrensel gönenç ancak evrensel emeğin ürünü olabilir, kimilerinin sandığı gibi hırsın değil. Hırs sömürünün zeminidir çünkü istenci yendiği için hırstır ve belirlenimi doymak bilmezliktir. Hırs yasadışı değildir. Ama etik değildir çünkü bilinçsiz bir dürtü olarak özgür değildir, aslında “etik-dışı” olanı yaratan etmenler arasındadır. Hırs üzerine dayalı ve buna göre ussal etik normları, giderek yasaları bile çiğneyen “ekonomi”ye pekala kapitalizm denebilir. Gerçekte kapitalizm bir realite olmaktan çok bir ideoloji, doğum yerini hırsın kendisinde bulan bir ütopyadır, çünkü kapital her durumda ussal istencin denetimi altındadır, bir fetiş olarak özerkliğini yalnızca ideolog ve kapitalist doğrular, ikisi de kapitalin birincilliği konusunda aynı görüştedir.

Güdüsünü hırstan alan kapitalist “ekonomi” yolsuzluk, rüşvet, kayırmacılık, giderek dolandırıcılık gibi etmenler nedeniyle gerçekte ekonomi karakterini taşımaz, en iyisinden ‘kötü bir ekonomi’ adını hak eder. Böyle ekonomiler, ister bireysel isterse kurumsal ölçekte olsun, henüz etik karakterin gelişmediği, insanların hırslarının peşinde kör gibi davrandıkları ve insan hakları kavramının bilincinde olmadıkları bir evreye özgüdür. Ama insan moral bir varlıktır, etik bu etik-dışını yener, hırs daha düzgün yasalar yoluyla kendini yener ve dizginler.

Etik gelişimin modern özgürlük dönemini karakterize ettiği düzeye dek, ekonomik gerilikler genel olarak etik geriliklerin bir izdüşümüdür.

[YAZI SONU]

 

1) İş Etiği ve Küreselleşme

BÖLÜMLER
Giriş: Etik ve İş Etiği
1) Şirket Etiği
2) Ekonomi ve Etik
3) Sözleşme
4) Etik ve İş Etiği

5) Ekonomi ve Küreselleşme
6) Etik Gerilik ve Kültürel Çoğulculuk
7) Küreselleşme ve Etik Normların Evrimi

8) Kötü Ekonomi ve Geri Etik

ETİK, EKONOMİ, KÜRESELLEŞME

İÇERİK
1) İş Etiği ve Küreselleşme
2) Kollektif Eylem Kavramı
3) Etik ve Ekonomi

4) Modern Yunan Etiğine Doğru

5) G20 ve Küreselleşme
6) TEİD 2015 / 5. Uluslararası Etik Zirvesi: İş Etiği ve Küreselleşme

 

Kavram ve Realite
Ekonominin büyümesi ya da toplumun gelişmesi varolan yapıların geçici olduğu, her zaman daha iyilerinin ileride beklediği anlamına da gelir. Bu gelişme ya da iyileşme olguların yeterince iyi ve sağlam olmadıkları ve ideallerine, kavramlarına doğru değiştikleri ve evrimlendikleri anlamına gelir. Bu ideal ölçünlerin ya da normların varlığı kabul edildiğinde, realitenin olgularını gerçek olarak almak gereksizleşir. Olguculuk olguları ölçüt alır. Ama bir devlet, bir toplum, bir yasa, bir kültür yeterince gerçek olmayabilir, kavramına uygun düşmeyebilir, ve durum genellikle ya da tarihsel olarak böyledir. İdeal normları, örneğin bir toplumun en iyi biçiminin ne olduğunu salt düşünme yoluyla çıkarsayamayız. İdeal normlar düşüncesinin bulucusu olan Platon’un kendisi bu konuda en büyük çuvallamalardan birinin örneğini de verir ve “ideal devlet’ dediği yapı gerçekte bir eşitsizlik, türesizlik, haksızlık yapısı idi. Bu onun Karl Popper’ın sandığı gibi totaliter olduğu anlamına gelmez, çünkü totaliterlik ya da bütüncülcülük yalnızca politik yapının baştan sona yukarıdan belirlenmesini değil, bu belirlemenin zor ve şiddet yoluyla yapılmasını anlatır. Platon’un “filozof kralı” böyle bir zorba ya da diktatör değildi. Dahası, görevine on yıllar süren diyalektik eğitiminden ve türe için tam yetkinliği kazandıktan sonra atanıyordu. Karl Popper kendine eleştirel rasyonalist demesine karşın, ne rasyonalist idi, ne de eleştirisi kişisel bir bakış açısından daha öte bir değer ve anlam taşıyordu. İdeal normları kabul etmiyor, onları metafizik olarak görüyor, ve olguları oldukları gibi modeller olarak alarak en iyisinden bir karşılaştırma yapıyordu. Eleştirisi göreli, ve felsefesi görgücü idi. Özgürlük kavramını, duyunç ve istenç kavramlarını çiğnediğinin bilincinde değildi ve modern Yurttaş Toplumunun gerçek yapısını formüle eden Hegel’i anlamadan, aslında okumadan totaliterlik ve kapalı toplum savunucusu olarak suçladı. Bu davranışının nedeni sözde rasyonalizminin gerçekte us ile hiçbir ilgisi olmayan ve sık sık usun kendisi ile çarpışan bir bakış açısı olması idi.

Realitenin idealiteye karşılık düşmesi için değişime açık olması, politik realitenin yapıcısı olan istencin etkin olması, insanın ve insanlığın özgür olması gerekir. Despotik kültürler özgürlüğü yadsımalarında gelişimi yadsırlar, varolan olgulara sıkı sıkıya sarılırlar, ve kültürel bir pıhtı olarak sonsuza dek değişmeden sürmeyi isterler.

Yurttaş Toplumu bir kavramdır, tüm bireyleri özgür yurttaşlar olarak, kendi duyunçları ile ve istençleri ile yaşam biçimlerini özgürce belirlemeyi isteyen insanlar olarak kapsar. Modern demokratik devlet kavramı böyle bir topluma uygun düşen devlettir, çünkü onda yasama gücü yurttaşa aittir, ve yurttaş yasamasının ussallığının güvencesini aynı zamanda evrensel de olmasında bulur. Demokrasinin ya da devletin niteliği yurttaşın niteliği üzerine bağımlıdır, ve hak eşitliği temelinde yurttaşlık realitesinin göreli olarak yeni olması, ancak modern döneme ait olması henüz kavramın idealitesine ulaşmak için alınması gereken uzun bir yol olduğunu imler. Önemli olan değişimi sürdürebilmektir. Yurttaş Toplumu kavramı yalnızca Batıya ait olmakla kalmaz, ama modern Batı Toplumları kavramının kendisini belirleyen birincil kavramdır. Bu noktada Doğu toplumlarının henüz ne ölçüde modern Yurttaş Toplumu kavramına uygun düştükleri sorusu önem kazanır, çünkü modernliğin aşağı yukarı tüm ürünlerinden yararlanmaya başlamış olsalar da, toplumsal ve politik yapılarında henüz geleneksel despotik kültürlerinden kurtulmuş ya da kurtulmayı istiyor gibi görünmemektedirler.

 

A supporter of defeated Iranian presidential candidate Mir Hossein Mousavi shouts slogans during riots in Tehran on June 13, 2009. — İran'da seçimler despotlar arasından en iyisini seçme problemine bir çözüm bulmanın yöntemidir. Seçimlere başından sonuna ve sonuçlarına dek uygarlık ve ussallık değil, bir kabalık ve şiddet havası egemendir. Bu bayan “seçmen” şu ya da bu teokratik önderi seçebilir, ya da giderek başka bir durumda “demokrasi” olarak düşündüğü şey için de yumruğunu kaldırabilir. Tümü de onun için birdir ve tümü de onun için bir yumruk sorunudur çünkü henüz özgürlük bilincinden yoksundur ve demokrasiden yana olması bile salt bir boyun eğme davranışından daha iyisi olmayabilir. Demokrasi yasa egemenliği ile birdir ve yasa bilincini kavramış bir toplumu gerektirir. Bu nedenledir ki demokrasiyi bir erdem rejimi olarak, kendi istencinin bilincinde olan özgür yurttaşın rejimi olarak kabul ederiz.

İran halkının problemi Şah'ın zorbalığı ve Molla zorbalığı arasında seçim yapma problemi idi. İran'da başka bir seçeneğin, bir Özgürlük seçeneğinin olduğunun bilinci yoktur. “Zorbalık kültürü,” “şiddet kültürü” gibi birşeyden söz edebiliriz. Ama zorbalığın, şiddetin “uygar” olmasından söz edemeyiz. Uygarlık barış, dinginlik, ussallıktır, kendini bilmeyi gerektirir.

Harvard öğretim üyesi Samuel P. Huntington “uygarlıklar çarpışması” gibi birşeyden söz ederken büyük bir pot kırdığını gözden kaçırdı. Çarpışma ya da savaş istenç gerektirir. İslamik dünyanın bir istenci yoktur. Ve çoktandır bir “uygarlık” olmaktan da çıkmıştır. Bu dünya 16’ıncı yüzyıldan bu yana dünya tarihinden çekilmiştir. Ölü bir dünyadır. Arap Baharı despotun despot ile çarpışmasından öteye geçmedi ve yüz binlerce insanın ölümüne, milyonlarcasının göçüne, ve yeryüzünün şurasında ya da burasında rasgele terör saldırılarına neden oldu.

Niçin “Nefret Kültürleri”? Varoluşlarını yediklerine, içtiklerine, giydiklerine göre tanımlayan, birbirlerine işkence etmeye ve birbirlerini yok etmeye doymayan insanlar yalnızca despotun despot ile kavgasını sahneleyen oyunculardır. Bu kültürlerde değerler yalnızca en değersiz boşinançlardır ve yaşamlarında ussal hiçbirşeye yer yoktur. — Böyle “uygar” kültürler başka “uygarlıklar” ile çarpışacak bir istençten yoksundur. Gerçekte daha şimdiden yenilmişlerdir. Ölüdürler. İç kavgalarının nedeni dışsal simgeler ya da boşinançlar değildir. Neden yalnızca nefret ve ona bağlı yok etme dürtüsüdür. Orada en büyük tutku nükleer bombaya kavuşmaktır. Bu kültürler uygarlaşmaktan, özgürleşmekten, insanlaşmaktan vazgeçmiş, kendi özsel doğalarına karşı dönmüşlerdir. Kendi kendileri ile, kendi içleri ile çarpışmaktadırlar. Varoluşları korku ve boyun eğme, zorbalık ve şiddet, saldırganlık ve yok etme gibi etmenler tarafından belirlenir. Böyle heyecanlar içinde, ussal hiçbir düşünceye, hiçbir karara, hiçbir eyleme yetenekli değildirler. Ve barışı öğrenemedikleri için, içlerinde nefret olarak nefret, amaçsız nefret başat olduğu için, her zaman kolayca yok edecek bir hedef bulabilmektedirler. Bilinçli, ussal bir amaçları olmadığına göre, yok etme dürtülerini doyurmak için her hedef uygundur: Irak, İsrail, ABD, Türkiye, ya da Ahmedinejad'ın kendisi ya da Mir Hossein Mousavi. Ne olursa.

Postmodern “Etik” ve Nükleer Fanatizmi Kucaklamak

Doğal bilincin anlamadığı kavramları ile okuduğu yazılar kendileri de onları anlamadan yazan yazarların ürünleridir. Michel Foucault ve okurları duruma bir örnektir. Genel olarak, okuma süreçlerinde umutsuz bir görelilik tonu egemendir. İster postmodernist isterse sofist görelilik diyelim, bu doğal bilinç için irrasyonalizm işlerin normal durumdur. Bu bilinç bu bilinçsizliği ile Tarihi yapmakta olan etmendir. Eğer teleolojik olmaksızın Tarih bu bilincin ve istencin eline kalsaydı, varoluş bir görelilik tiyatrosu olmanın ötesine geçemezdi.


Tahran'da Şahyad Kulesi (daha sonra Azadi Kulesi) çevresinde Michel Foucault'nun yoldaşları olan İranlı devirimciler tüm dünyayı imrendiren uygarlık, mutluluk ve sevgi gösterileri yapıyor, 1979.

İran'ın ona bölge için ve dünya için büyük önem kazandıran kaygısı nükleer bomba için duyduğu muazzam tutku oldu. Geriliik, yoksulluk, eğitimsizlik gibi önemsiz problemler ile ilgilenmeyen molla rejimi yüksekliğini, soyluluğunu ve bir devlet olarak büyüklüğünü nükleer bomba ile tanıtlamayı istemektedir.

Güleryüzlü despotları ile, İran rejimi göreli bir idealdir. Ama kültürel-çoğulculuğa önem vermeyen ve postmodernizmi dikkate almayan “tinsel politika” İran rejimini saltık model olarak görmektedir.

Eğer normlar yalnızca göreli ise ve bir evrensel ölçün yoksa, o zaman her etik dizge kendi için meşrudur, hiç biri ötekinden daha iyi ya da daha kötü, daha etik ya da daha etik-dışı değildir. Etiği yok sayan bu görelilik zemininde, devrimci Michel Foucault İran’ın despotik molla devriminin saflarına katıldı.

Bu ön-modern ya da daha doğrusu post-modern teokratik rejim kendini Batının modern etiğine karşıtlığın terimlerinde tanımlıyordu. Bu rejim iyiyi ve kötüyü vb. saltık olarak değil ama ancak göreli olarak görebilen bakış açısından, ve ancak postmodern bakış açısının anlayabileceği nedenlerle, Batının demokrasilerinden daha kötü olamazdı. Aslında, postmodern göreliliği şaşırtıcı bir tarzda da olsa, bu fanatizm her nedense göreli bir kutlamayı hak edecek denli iyi idi. Fanatizm ancak fanatizm tarafından kutlanabilir. Ve bir fanatiğin kendini radikal ve liberal olarak da görebilmesi postmodern bilinç için bütünüyle normaldir.

Demokrasiyi, evrensel insan haklarını, duyunç özgürlüğünü, kısaca insanı insan yapan modern belirlenimleri anlamayan ve gelişme kavramını tanımayan postmodern bakış açısından, her rejim kendi için en azından başka her biri ile eşit ölçüde iyi idi. Michel Foucault İran’a iki kez yolculuk yaptı ve sayısız çirkin, insanlık dışı, ahlaksız davranışı yanısıra getiren “politik tinselliği” coşkuyla kutladı. İran devrimi bu enteresan bilinç için usu edimsel olarak çürütüyor, usdışının us üzerindeki utkusunu eylemde kanıtlıyordu.*

*(1) Michel Foucault: Boşinancın Devletini Kutlamak / Aziz Yardımlı.
(2) An excerpt from Foucault and the Iranian Revolution Gender and the Seductions of Islamism / Janet Afary and Kevin B. Anderson.

Evrensel insan hakları, evrensel duyunç özgürlüğü, evrensel politik özgürlük gibi normlar moral göreciliğin kavrayışının ötesinde yatar. Bilinçli usdışı bakış açısı güzelliğin, etiğin, bilginin evrensel ve saltık karakterini reddeder. Ve bu kavramların evrensel olmaları gerçeğin olağan durumu ise, o zaman usdışı bakış açısı insan varoluşunda genel olarak değerler olarak kabul ettiğimiz bu belirlenimleri yadsır. Bu saçmalığa inanmak güç görünür. Ve normal olarak insanlar böyle saçmalıkların savunuluyor olamayacağını kabul ederler. Ama postmodern bilincin karakteri usdışının en aşırı çıkarsamalarını yapmak, normal bilinci dehşete düşürebilecek vargıları ortaya sermektir — ve hiç kuşkusuz çıkarsamaların kendilerinin kendine karşı dönen usun bir işlevi olduğunu bilmeksizin.

Entellektüel planda, etik görgücüler tarafından yararcılığa ve pragmatizme indirgenerek rafa kaldırıldı: Yarar ve sonuçlar moral değerin belirleyicisi, yaratıcısı, ve ölçütü idi. “İnanca yer açabilmek için bilgiyi yok etmek zorunda kaldım” diyen Kuşkucu Immanuel Kant’ın sözlerinde, “insanın yamuk tahtasından düzgün hiçbirşey yapılamazdı.” Kant hiç kuşkusuz ancak yamukluğa değer veren bir kültür tarafından ciddiye alınabilirdi. Bilme yeteneği olmayan, beyni yalnızca öznel görüşlere ve bunların her biri eşit ölçüde geçerli eleştirilerinin üretimine sıkışmış insan doğallıkla etik gelişme yeteneğinden de yoksun olacaktı. Etik bir bilgi sorunudur, bir kuşku sorunu değil. İnsanı değersizleştiren nihilist felsefelerin popülerliği çağın entellektüel kültürünün sağlığı konusunda en güvenilir ölçütlerden biridir. Yine örneğin etik-dışı bir kültür kesiminin gözde yazarı olan varoluşçu, nihilist ve başka şeyler arasında ayrıca anarko-komünist eğilimleri de olan Albert Camus için insan doğrudan doğruya “saçma” idi, ve “l’homme absurde” ile, kendi karakterlerinden birinin örneği ile milyonlarca istekli okura duyunçsuz insanın etik-dışı karakterinin prototipini sevdirdi. Jean-Paul Sartre ise “seçme özgürlüğünü” özgürlük olarak gördü, insan özü diye birşeyin olmadığını çünkü “varoluşun özü belirlediğini” ileri sürdü. Bu nesnel bir gerçeklik değildi. Yalnızca Sartre moral göreliliğe ve kültürel çoğulculuğa uyarlanmış bir insan doğasından yana çıkıyordu. Ve bu özsüzlük zemininde giderek “terörü” bile yoksul insanın silahı olarak aklamada bir sorun görmede ve “despotizm hümanizmdir” dedi. Tarihsel materyalizm için insan bilinci tüm donatımı ile ekonomik altyapının bir yansıması, salt bir türev idi, ve üretici güçlerin ve üretim ilişkilerinin, makinenin ve sömürünün egemenliği altında düşünemediği için tembel bir kurtarıcıya gereksinimi vardı. Heideggerci Marxist Herbert Marcuse’nin “tek-boyutlu” insanı varolan usdışı toplumsal ve politik yaşama karşıtçılığını silmiş, özgürlüğe yeteneksiz bir uyuşumcu idi ve tek-boyutlu gençlik tarafından kendi öz portresi olarak coşkuyla kabul edildi. İstenç ve duyunç kavramlarını boş metafizik olarak gören Viyana Çevresi pozitivistleri “özgürlük” sözcüğünü duydukları zaman kendilerini gülmekten alamadıklarını yazdılar. İnsanlık bu entellektüel çöplüğü dinlemedi.
 
    
William Shockley (1910-1989). Nobel ödüllü Amerikalı fizikçi. Nokta uçlu transistörün (point contact transistor) geliştirilmesinde rol oynadı.

In July 1945, the War Department asked Shockley to prepare a report on the question of probable casualties from an invasion of the Japanese mainland. Shockley concluded:

"If the study shows that the behavior of nations in all historical cases comparable to Japan's has in fact been invariably consistent with the behavior of the troops in battle, then it means that the Japanese dead and ineffectives at the time of the defeat will exceed the corresponding number for the Germans. In other words, we shall probably have to kill at least 5 to 10 million Japanese. This might cost us between 1.7 and 4 million casualties including 400,000 to 800,000 killed."[9]

This report influenced the decision for the atomic bombings of Hiroshima and Nagasaki to force Japan to surrender without an invasion.[10]

Genetik konusunda tuhaf görüşleri olan Shockley IQ ölçümleri 100'den düşük olanların gönüllü kısırlaştırılmasnı önerdi. (LİNK: Wikipedia)

 
 

 

 

Site Haritası | Tüm Yayınlar
© Aziz Yardımlı 2015-16 | aziz@ideayayinevi.com