Görgücülükten Metafiziğe


Leibniz  

‘‘Sir Isaac Newton der ki, uzay Tanrının şeyleri algılamak için kullandığı bir örgendir. Ama eğer Tanrı şeyleri algılamak için herhangi bir örgen gereksiniminde ise, bundan şu çıkar ki şeyler ona bütünüyle bağımlı değildirler, ve ne de onun tarafından üretilmişlerdir.

‘‘Sir Isaac Newton ve izleyicilerinin ayrıca Tanrının İşi konusunda da çok tuhaf bir görüşleri vardır. Öğretilerine göre, Herşeye-gücü-yeten Tanrı saatini zaman zaman kurmayı ister: Yoksa saat işlemeye son verecektir. Öyle görünür ki Tanrı ona sürekli bir devim vermeye yetecek bir öngörüden yoksundur. Hayır, Tanrı yapımı makine bu beyefendilere göre öylesine eksiktir ki, Tanrı onu olağandışı bir işbirliği yoluyla arada bir temizleme ve giderek bir saat yapımcısının işini onarması gibi onarma yükümlülüğü altında durur; ve öyleyse sık sık yaptığını onarmak ve düzeltmek zorunda kalacak denli beceriksiz bir zanaatçı olmalıdır. Benim görüşüme göre, dünyada her zaman aynı kuvvet ve dinçlik sürer, ve yalnızca Doğa Yasaları ile ve önceden-kurulmuş güzel Düzen ile anlaşma içinde özdeğin bir bölümünden bir başkasına geçer.’’
(Aktaran: Alexandre Koyré)


Leibniz görgücülüğün usdışı vargılarını bu düşünce tutumunun kendisi adına çıkarsayıp önüne bırakır. ‘Usdışı’ anlatımı varoluşta usun ulaşamayacağı ve belki de onun kendisinden de güçlü olan birşeylerin olabileceğini düşündürür. Gene de Usun Kavramı sözcüğün tam anlamıyla tüm olgusallık olmanın pekinliğidir, ve bu düzeye dek Usdışı yalnızca ve yalnızca Usun henüz kendi özbilincinden yoksunluğunu, tam gelişmemişliğini anlatır. Bu durumda Usun kendisinden güçlü olabilecek tek şey onun eğitimsizliği olmalıdır.


Newton kendi tekil örneğinde büyücülüğün pekala pozitivizm ile bilikte gidebildiği olgusunun yeterli görgül kanıtını verirr. Onu Hermetik bir ‘Yerçekimi Tanrısı’ konutlamaya, simyacılığa, boşinanca, büyücülüğe götüren şey usu değil ama usunun özgür işleyişini engelleyen ve kökleri derin bir bilinçaltına gömülü olan kişilik özellikleriydi. Görgücülük mantıksal olarak olanaklı değildir. Olanağı herşeyden önce mantığın bastırılmasını, kuşkuculuğu gerektirir.


Alexandre Koyré
KAPALI DÜNYADAN SONSUZ EVRENE

BÖLÜM 11

Alexandre Koyré
KAPALI DÜNYADAN SONSUZ EVRENE

XI.
İş-Günü Tanrısı
ve Sabbath’ın Tanrısı

Newton

Newton
ve Leibniz

‘‘Plenistler’’ üzerine Newton’un örtülü ve Roger Cotes’un açık saldırısı yanıtsız kalmadı. Kartezyenler sözcüğün gerçek anlamında tepki göstermedilerse de, Leibniz, 1715 Kasımında Galler Prensesine1 [Princess of Wales] yazdığı bir mektupta Cotes tarafından formüle edilen suçlamaları çok değerli mekuplaşmacısına kimi insanların özdekselliği yalnızca ruhlara değil ama giderek Tanrıya bile yükledikleri, Mr. Locke’un ruhun özdeksel-olmayışından ve ölümsüzlüğünden kuşku duyduğu, ve Sir Isaac Newton ve izleyicilerinin Tanrının güç ve bilgeliği konusunda oldukça düşük ve değersiz düşünceler ileri sürdükleri İngiltere’de dinin zayıflaması ve özdekçiliğin ve tanrısız felsefelerin yayılması üzerine kaygılarını anlatarak yanıtladı. Leibniz şöyle yazdı:2

Leibniz’in ‘Deneysel Felsefe’ Üzerine Saldırısının Anahatları

Sir Isaac Newton der ki, uzay Tanrının şeyleri algılamak için kullandığı bir örgendir. Ama eğer Tanrı şeyleri algılamak için herhangi bir örgen gereksiniminde ise, bundan şu çıkar ki şeyler ona bütünüyle bağımlı değildirler, ve ne de onun tarafından üretilmişlerdir.

Sir Isaac Newton ve izleyicilerinin ayrıca Tanrının İşi konusunda da çok tuhaf bir görüşleri vardır. Öğretilerine göre, Herşeye-gücü-yeten Tanrı saatini zaman zaman kurmayı ister: Yoksa saat işlemeye son verecektir. Öyle görünür ki Tanrı ona sürekli bir devim vermeye yetecek bir öngörüden yoksundur. Hayır, Tanrı yapımı makine bu beyefendilere göre öylesine eksiktir ki, Tanrı onu olağandışı bir işbirliği yoluyla arada bir temizleme ve giderek bir saat yapımcısının işini onarması gibi onarma yükümlülüğü altında durur; ve öyleyse sık sık yaptığını onarmak ve düzeltmek zorunda kalacak denli beceriksiz bir zanaatçı olmalıdır. Benim görüşüme göre, dünyada her zaman aynı kuvvet ve dinçlik sürer, ve yalnızca Doğa Yasaları ile ve önceden-kurulmuş güzel Düzen ile anlaşma içinde özdeğin bir bölümünden bir başkasına geçer.’’

Leibniz’in Saldırısına Samuel Clarke’ın Yanıtları

Leibniz’in formüle ettiği türde bir suçlama hiç kuşkusuz çürütülmeden bırakılamazdı. Gene de, bunu kendisinin yapması açıkça Sir Isaac’ın vakar ve düzeyinin altında olduğu için, ve dahası kendisi tüm polemik ve kamu tartışmalarından nefret ettiği için, görev Newton’un ona bağlılığı tartışmasız öğrencisi ve dostu olan, onun Opticks’ini Latince’ye çeviren,3 ve 1697 gibi erken bir tarihte Descartescı Rohault’un Fizik başlıklı kitabının çevirisini Newtoncu dipnotlarla tıka basa dolduran Dr. Samuel Clarke’ın omuzlarına düştü. Uzun süren ve aşırı ölçüde ilginç olan, ancak Leibniz’in ölümüyle sonlanan, ve söz konusu temel sorunların üzerine olduğu gibi iki felsefecinin (Leibniz ve Newton) çatışan konumları üzerine diri bir ışık düşüren bir mektuplaşma doğdu.

Böylece, Dr. Clarke İngiltere’de de başka yerlerde olduğu gibi doğal dini bile yadsıyan ve onu bütünüyle bozan kimselerin olması gibi yerinilecek bir olguyu kabul etmesine karşın, bunun düzmece özdekçi felsefelerin yayılmasına bağlı olduğunu açıkladı (ki bunlar ruhun ve giderek Tanrının Leibniz’in sözünü ettiği özdekselleştirilmesinden de sorumluydular); bu insanlarla matematiksel felsefe, özdeğin evrenin en küçük ve en az önemli parçası olduğunu tanıtlayan biricik felsefe yoluyla çok etkili olarak savaşıldığını belirtti.4 Sir Isaac Newton’a gelince, uzayın Tanrının şeyleri algılayabilmek için kullandığı bir örgen olduğunu söylemez, ne de Tanrının onları algılayabilmek için herhangi bir araca gereksinimi olduğunu söyler. Tam tersine, der ki, Tanrı, her yerde olmakla, şeyleri içinde oldukları uzayın kendisindeki dolaysız bulunuşu yoluyla algılar. Ve yalnızca bu algının dolaysızlığını açıklayabilmek içindir ki Sir Isaac Newton — Tanrının şeyleri algılayışını anlığın düşünceleri anlayışı ile karşılaştırarak — sonsuz uzayın deyim yerindeyse her-yerde-bulunan Tanrının sensoriumu gibi olduğunu söyler.4a

Newtoncunun bakış açısından, Leibniz’in Tanrının gücünü ve bilgeliğini onu dünya saatini onarma ve kurma yükümlülüğü altında tutarak küçültme suçlaması hem haksız hem de aklanamazdır; tersine, ancak sürekli ve uyanık eylemi yoluyla, ancak dünyanın kaotik düzensizliğe ve devimsizliğe bozulmasını önlemek için ona yeni erke bağışlaması yoluyla, Tanrı dünyadaki bulunuşunu ve kayrasının kutsamasını sergiler. Descartes’ın ya da Leibniz’in Tanrısı, yalnızca bir kez ve sonsuza dek kurulan ve bir kez ve sonsuza dek değişmez bir erke miktarı ile donatılan mekanik bir saati varlığında saklamakla ilgilendiği için, bulunmayan bir Tanrıdan daha iyi birşey olmayacaktı. Clarke buna göre biraz çirkin bir yolda belirtir ki, dünyanın Tanrının karışması olmaksızın devinen eksiksiz bir düzeneğe benzetilmesi5

... Özdekçilik ve Yazgı kavramıdır, ve (Tanrıyı dünya-üstü bir anlık yapma bahanesi altında) Kayrayı ve Tanrının Hükümetini gerçekte dünyadan dışlama eğilimindedir. Ve bir felsefeciyi tüm şeylerin yaratılışın başından bu yana Kayranın herhangi bir hükümeti ya da karışması olmaksızın sürdüğünü tasarımlamaya götüren aynı nedenle, bir kuşkucu kolayca daha da geriye doğru uslamlamada bulunacak ve şeylerin ne olursa olsun herhangi bir gerçek yaratış ya da Kökensel Yaratıcı olmaksızın, ama yalnızca böyle uslamlamacıların Herşeyden-Bilge ve Bengi Doğa dedikleri şey ile, bengilikten bu yana sürdüklerini (şimdi sürdükleri gibi) kabul edecektir. Eğer bir kralın bir krallığı olsaydı, ve orada tüm şeyler onun hükümeti ya da araya girmesi olmaksızın, ya da orada yapılanları gözlemesi ve düzenlemesi olmaksızın sürüp gitselerdi, bu ülke onun için salt adsal bir krallık olurdu; ne de kendisi gerçekte herhangi bir biçimde kral ya da hükmedici sanına yaraşırdı. Ve bir yeryüzü hükümetinde kralın kendisinin herhangi bir şeyi düzenlemesi ya da düzeltmesi olmaksızın şeylerin eksiksiz olarak iyi bir yolda gidebileceğini ileri süren insanların pekala krallığı bir yana atmayı isteyebileceklerinden haklı olarak kuşku duyulabilmesi gibi, dünyanın sürecinin Tanrının, En Yüksek Hükmedicinin sürekli yönetimi olmaksızın sürebileceğini ileri süren kim olursa olsun, öğretisi gerçekte Tanrıyı dünyadan dışlama eğilimindedir.


Biraz beklenmedik bir yolda Clarke’ın kendini onun sinsi anıştırmaları karşısında savunma durumuna düşüren yanıtı ile karşılaşınca, Leibniz ‘‘matematiksel’’ ilkelerin özdekçiliğin ilkelerine karşıt değil ama onlarla özdeş olduğunu ve Hobbes tarafından olduğu gibi Demokritos ve Epikürüs tarafından da ileri sürüldüğünü, eldeki sorunun matematiksel değil ama metafiziksel olduğunu, ve metafiziğin salt matematik ile karşıtlık içinde yeterli neden ilkesi üzerine dayandırılması gerektiğini, bu ilkenin, Tanrıya uygulandığında, zorunlu olarak evrenin tasarlanmasında ve yaratılmasında Tanrının bilgeliğinin irdelenmesini imlediğini, ve evrik olarak, bu ilkenin gözardı edilmesinin (Leibniz dosdoğru böyle olduğunu söylemese de, imlem açıktı ve Newtoncuların durumunu öyle gördü) doğrudan doğruya Spinoza’nın dünya-görüşüne, ya da öte yandan, Socinianların5a ‘‘günden güne yaşamak’’ zorunda kalacak denli öngörü yoksunu Tanrılarını yakından andıran bir Tanrı anlayışına götürdüğünü belirterek karşı vuruşunu yaptı. Newtoncular onlara göre, ve özdekçilerle karşıtlık içinde, özdeğin başlıca boşluktan oluşan evrenin en az önemli parçası olduğunu belirtirler. Ama herşeye karşın, Demokritos ve Epikürüs da boş uzayı tıpkı Newton gibi kabul etmişlerdi, ve eğer dünyada Newton’a göre olduğundan çok daha fazla özdeğin varolduğuna inanarak ondan ayrılmışlarsa da, bu bakımdan Newton’a yeğlenebilirdiler; aslında, daha fazla özdek Tanrı açısından onun bilgelik ve gücünü uygulaması için daha fazla fırsat demektir, ve gerçekte evrende hiç boş uzayın olmamasının ve evrenin her yerde özdek dolu olmasının nedeni, hiç olmazsa nedenlerinden biri budur.

Ama Newton’a geri dönelim. Dostlarının tüm açıklamalarına karşın, diye yazar Leibniz,6

Sir Isaac Newton’un Opticks’ine Ekte kesin sözlerde uzay Tanrının Sensoriumudur dendiğini görüyorum. Ama Sensorium sözcüğü her zaman duyum örgenini imlemiştir. O ve dostları, eğer uygun olduğunu düşünürlerse, şimdi demek istediklerini bütünüyle başka türlü açıklayabilirler: buna karşı çıkmayacağım.

Ve dünyayı kendine yeterli bir mekanizma yapma ve Tanrıyı bir intelligentia supra-mundana, dünya-ötesi anlık konumuna indirgeme suçlamasına gelince, Leibniz hiçbir zaman böyle yapmadığı, eş deyişle hiçbir zaman yaratılmış dünyanın Tanrının sürekli işbirliğine gereksindiğini yadsımadığı, ama yalnızca dünyanın onarım gerektirmeyen bir saat olduğunu çünkü onu yaratmadan önce Tanrının herşeyi gördüğünü ya da ön-gördüğünü ileri sürdüğü yanıtını verir; ve hiçbir zaman Tanrıyı dünyadan dışlamadığını, ama buna karşın, hasımlarının yapıyor göründükleri gibi, Tanrıyı dünyanın ruhuna dönüştürmediğini ekler. Aslında, eğer Tanrının zaman zaman dünyanın doğal gelişimini düzeltmesi gerekiyorsa, bunu ya doğaüstü araçlarla, eş deyişle bir tansık yoluyla yapabilir (ama doğal şeyleri ve süreçleri tansıklar yoluyla açıklamak saçmadır), ya da doğal bir yolda yapabilir: bu durumda Tanrı doğada kapsanır ve anima mundi, dünyanın ruhu olur. Son olarak,7

Hükmü altındaki her şeyin o karışmaksızın sürmesi gereken bir kral karşılaştırması hiçbir biçimde amacımızla ilgili değildir; çünkü Tanrı her şeyi sürekli olarak saklar, ve hiçbirşey o olmaksızın kalıcı olamaz. Onun krallığı öyleyse adsal bir krallık değildir.

Yoksa uyruklarını hiçbir zaman yasalarını çiğnemeyecekleri denli iyi eğitmiş bir Prensin yalnızca adda bir Prens olduğunu söylememiz gerekecektir.
Leibniz şimdilik Newton’a temel karşıçıkışlarını anlatmaz; gene de temel karşıtlık oldukça açıkça görünür: Leibniz’in Tanrısı Newton’un dünyayı istediği gibi yapan ve İncil’in Tanrısının Yaratılışın ilk altı gününde yaptığı gibi üzerinde etkide bulunmayı sürdüren Efendisi değildir. O, eğer benzetmeyi sürdürebilirsem, Sabbath Günündeki İncil Tanrısıdır, işini bitirmiş olan ve iyi olduğunu gören, hayır, onun tüm olanaklı dünyaların en iyisi olduğunu gören, ve dolayısıyla bundan böyle üzerinde ya da içinde etkide bulunması değil ama yalnızca onu varlığında saklaması ve sakınması gereken Tanrıdır. Bu Tanrı aynı zamanda — bir kez daha Newton’un Tanrısı ile karşıtlık içinde — en yüksek düzeyde ussal Varlıktır, kişileşmiş yeterli neden ilkesidir, ve tam bu nedenle, ancak bu ilkeye göre, eş deyişle, ancak en büyük eksiksizlik ve doluluğu üretebilmek için davranabilir. Bu yüzden ne sonlu bir evren yapabilir, ne de dünyanın içinde ya da dışında boş uzaya izin verebilir. Ve bu bakımdan Leibniz’in Tanrısı tıpkı Giordano Bruno’nun Tanrısı gibidir, ve bir matematikçi ve bir bilimci olmasına karşın Bruno’nun Tanrısı ile ortak çok şeyi vardır.

Leibniz’in kendi eleştirisine yanıtını okuduktan sonra, Dr. Clarke’ın bir yanıt vermek zorunda kaldığını duyumsaması pek şaşırtıcı değildir: Leibniz’in anıştırmaları çok fazla hasar yaratıcı,8 tonu çok fazla üstündü, ve dahası Newton tarafından biraz iveğen ve belki de talihsiz bir yolda kullanılmış olan ‘‘sensorium’’ teriminin imlemleri üzerinde diretmesi Clarke’ın Leibniz’i son sözü söylemiş olma durumunda bırakmasına izin vermeyecek denli rahatsız ediciydi.

Clarke: Newton’un Tanrısının Seçme Özgürlüğü Vardır: Leibniz’in Tanrısı Zorunluktan Davranır

Böylece baştan başlayarak, Clarke9 ‘‘matematiksel felsefenin ilkeleri’’nin hiçbir biçimde özdekçiliğin ilkeleri ile özdeş olmadıklarını, ama tam olarak dünyanın salt doğalcı bir açıklaması olanağını yadsımalarında ve özgür ve anlıklı bir Varlığın amaçlı eylemi tarafından yaratılışını konutlamalarında — ya da kanıtlamalarında — onlarla kökten bir karşıtlık içinde olduğunu açıklar. Ve Leibniz’in yeterli neden ilkesine başvurusuna gelince, hiçbirşeyin yeterli neden olmaksızın varolmadığı doğrudur: hiçbir nedenin olmadığı yerde, hiçbir etki de yoktur; gene de sözü edilen yeterli neden olsa olsa Tanrının istenci olabilir. Böylece, örneğin eğer biri niçin bir özdek dizgesinin ya da belli bir özdek parçasının bir yerde ve bir başkasının bir başka yerde yaratıldığını, ve niçin bunun tersinin yapılmadığını irdelerse, bunun için Tanrının arı istencinden başka hiçbir neden olamaz. Eğer böyle olmasaydı — eş deyişle, eğer yeterli neden ilkesi Leibniz’in yaptığı gibi saltık olarak alınsaydı — ve eğer bu istenç tıpkı bir terazinin belli bir ağırlık tarafından döndürülmedikçe devinememesi gibi hiçbir zaman bir neden tarafından önceden belirlenmedikçe davranamıyor olsaydı, Tanrının hiçbir seçme özgürlüğü olmaz, ve bu özgürlüğün yerini zorunluk alırdı.

Gerçekte, Dr. Clarke’ın kurnazlıkla ileri sürdüğü şey Leibniz’in aslında Tanrıyı tüm özgürlükten yoksun bıraktığıdır. Böylece Leibniz Tanrıya sınırlı bir özdek niceliğini yaratmayı yasaklar ... ve gene de aynı uslamlama yoluyla insanların ya da ne olursa olsun herhangi bir yaratık türünün sayısının sonsuz olması gerektiği tanıtlanabilirdi (ki hiç kuşkusuz dünyanın bengiliğini ve sonsuzluğunu imleyecektir).

Tanrıya (Newton’un Tanrısına) gelince, ne bir intelligentia mundana, ne de bir intelligentia supra-mundanadır; ne de bir anima mundidir, ama öyle bir anlıktır ki her yerdedir, dünyada ve dünyanın dışındadır, herşeydedir ve herşeyin üstündedir. Ve Leibniz’in diretmeyi sürdürmesine karşın, hiçbir örgeni yoktur.10

Duyusal (sensory) sözcüğü tam olarak örgeni imlemez, ama duyumun yerini imler. Göz, kulak, vb. örgenlerdirler, ama sensoria değildirler.

Dahası, Newton yerin bir sensorium olduğunu söylemez, ama Tanrının gerçekten ve etkili olarak kendilerinde şeyleri oldukları yerde algıladığını belirtebilmek için yalnızca karşılaştırma amacıyla onu böyle adlandırır, çünkü onlar için bulunur ve salt aşkın değildir, etkindir, biçimlendirir ve yeniden-biçimlendirir (bu son terim, tıpkı ‘‘düzeltme’’ terimi gibi bizim açımızdan, ya da Tanrının işleri açısından anlaşılmalıdır, Tanrının tasarlarında bir değişimi imliyor olarak değil): böylece eğer11

Güneş Dizgesinin şimdiki çatısı (örneğin) şimdiki devim yasalarına göre zaman içinde karışıklığa düşecekse, ve belki de ondan sonra onarılacak ya da yeni bir biçime sokulacaksa,

bizim açımızdan ya da kendisi açısından yeni olacaktır, bengi tasarı olayların normal gidişinde tam böyle bir karışmayı imlemiş olan Tanrının kendisi açısından değil. Tanrıya bunu yapmayı yasaklamak, ya da Tanrının dünyadaki tüm eyleminin tansıksal ya da doğaüstü olduğunu bildirmek Tanrıyı dünyanın hükümetinden dışlamak demektir. Olabilir ki, diye kabul eder Clarke, bu durumda Tanrı gene de onun Yaratıcısı olarak kalabilir; hiç kuşkusuz bundan böyle onun yöneticisi olmayacaktır.

Dr. Clarke’ın ikinci yazısı Leibniz’i kızdırdı. Niçin, diye yakındı, bu önemli ilkeyi, hiçbirşey başka türlü değil de böyle olması için yeterli bir neden olmaksızın yer almaz ilkesini olguda değil ama yalnızca sözlerde kabul ederler? Dahası, olgusal saltık uzaya, kimi modern İngilizlerin o putuna (Bacon’ın anlamında) karşı onun kendi tanıtlamalarından birini bana karşı kullanırlar. Leibniz hiç kuşkusuz haklıdır: Tanrının istenci, böyle olarak, herhangi birşey için yeterli bir nedendir demek — Clarke’ın dediği gibi — , aslında ilkeyi reddetmektir, ve ayrıca onu destekleyen eksiksiz ussalcılığı da reddetmektir. Ve türdeş, sonsuz, olgusal uzay anlayışını Tanrının özgür (eş deyişle, güdüsüz, usdışı) istencinin birşey için ‘‘yeterli bir neden’’ olarak görülebileceğinin ve görülmesi gerektiğininin bir kanıtı olarak kullanmak insan usuna hakaret etmektir; ve Leibniz’i uzay sorununu tartışmaya zorlamaktır (ki bu konuda çok fazla istekli değildi):12

Bu beyefendiler böylece Uzay olgusal, saltık bir Varlıktır derler. Ama bu onları büyük güçlüklere düşürür; çünkü böyle bir Varlık Bengi ve Sonsuz olmak zorundadır. Bu yüzden kimileri onun Tanrının kendisi, ya da onun yüklemlerinden biri, onun enginliği olduğuna inanmışlardır. Ama uzay parçalardan oluştuğu için, Tanrıya ait olabilecek birşey değildir.

Tüm bunlar, bildiğimiz gibi, eksiksiz olarak doğrudur. Gene de Leibniz’in Newtoncu ya da daha genel olarak saltıkçı uzay anlayışını eleştirisi onu savunanların uzayın parçalardan — partes extra partes — oluştuğunu yadsıdıklarını ve tersine onun bölünemez olduğunu ileri sürdüklerini unutur. Leibniz şunu ileri sürmede de eksiksiz olarak haklıdır:13

Uzay saltık olarak biçimdeş birşeydir; ve onda yerleşmiş şeyler olmaksızın, uzayın tek bir noktası ne olursa olsun hiçbir bakımdan bir başka noktasından saltık olarak ayrı değildir. Şimdi bundan şu çıkar ki, (uzayın cisimlerin kendi aralarındaki düzeninin yanısıra kendinde birşey olduğu sayıltısı üzerine) Tanrının, cisimlerin kendi aralarındaki aynı konumlarını saklayarak, onları uzayda niçin başka türlü değil de belli bir tikel tarzda yerleştirdiğinin, niçin örneğin Doğuyu Batıya değiştirerek her şeyi tam ters yolda yerleştirilmediğinin bir nedeninin olması olanaksızdır.

Gene de Leibniz tarafından ve Clarke tarafından varsayımsal olarak kabul edilen aynı olaylardan çıkarılan vargılar yüz seksen derece karşıttır. Leibniz bu durumda, eş deyişle, seçim için nedenlerin yokluğunda, Tanrının davranamayacak olduğuna inanır; ve evrik olarak, seçme ve davranma olgusundan, temel önsavın, eş deyişle saltık bir uzayın varoluşunun reddedilişi sonucunu çıkarır, ve uzayın, devim gibi, salt göreli olduğunu, ya da daha da ötesi, cisimlerin birarada varoluşlarının düzeninden başka birşey olmaldığını ve eğer hiçbir cisim olmasaydı varolmayacağını ileri sürer, tıpkı zamanın şeylerin ve olayların ardışıklık düzeninden başka birşey olmaması, ve eğer düzenlenecek şeyler ya da olaylar olmasaydı varolmayacak olması gibi.

Öte yandan, Newtoncu ise Tanrının özgürlüğü vargısını çıkarır, eş deyişle, Tanrının seçim ve eylemi için belirleyici bir neden ya da güdünün zorunlu olmadığını ileri sürer. Leibniz için hiç kuşkusuz bu güdüsüz seçim bulanık ilgisizliktir ve gerçek özgürlüğün aykırısıdır; ama Newtoncu için, zorunluk ile anlamdaş olan şey Leibniz’in Tanrısının saltık olarak güdülü olan eylemidir.

Newtoncular kendi başına bırakıldığında evrenin güdülendirici kuvvetinin azalacağını ve sonunda yiteceğini ileri sürerler. Ama, diye karşı çıkar Leibniz,14

eğer etkin Kuvvet Tanrının saptadığı Doğal Yasalara göre evrende azalacak olursa — öyle ki makinesinin eksiklerini onaran bir sanatçı gibi o kuvveti yeniden kurabilmek için yeni bir tasar verme gereksiniminde olsun — , o zaman yalnızca bizim açımızdan değil ama Tanrının kendisi açısından da Düzensizlik olacaktır. Onu önleyebilirdi ve böyle bir uygunsuzluktan kaçınmak için daha iyi önlemler alabilirdi: Ve öyleyse, aslında, bunu edimsel olarak yapmıştır.

Newtoncular Leibniz’in onların doğayı sürekli bir tansık yaptıkları önesürümüne karşı çıkarlar. Ve gene de, eğer Tanrı özgür bir cismi herhangi bir başka yaratık tarafından üzerinde etkide bulunulmaksızın durağan bir özek çevresinde döndürmeyi istemiş olsaydı, onu bir tansık olmaksızın başaramazdı, çünkü böyle bir devim cisimlerin doğası tarafından açıklanamaz. Çünkü özgür bir cisim doğallıkla teğeti boyunca eğri bir çizgiden uzağa devinir. Böylece cisimlerin karşılıklı çekimi doğaları tarafından açıklanamadığı için tansıksal birşeydir.

Bundan sonra tartışma genişler ve derinleşir. Yazılar giderek daha da uzun olmaya başlar. Küçük bir çarpışma siperlerde sürdürülen bir savaşa gelişir. Leibniz ve Clarke gürültü patırtıyla birbirlerinin üzerine giderler. Hiç kuşkusuz, büyük bir düzeye dek yalnızca aynı uslamlamaları yineler ya da inceltirler — felsefeciler, daha önce dediğim gibi, ancak çok seyrek olarak birbirlerini inandırabilirler, ve iki felsefeci arasındaki tartışma sık sık bir ‘‘sağırlar diyaloğunu’’ andırır — ve gene de adım adım açık alana çıkarlar ve temel sorunlar adım adım ortaya serilir.


Böylece, örneğin üçüncü yazısında Dr. Clarke Tanrıyı katı güdülenme yasasına altına getirmenin ve Onu iki özdeş durum arasında bir seçim yapma yetisinden yoksun bırakmanın saçmalık olduğunu söyleyerek Leibniz’e yeniden karşı çıkar. Gerçekten de, Tanrı şurada olmaktan çok burada bir özdek parçası yarattığı zaman, ya da üç özdeş parçayı şu değil de bu düzende yerleştirdiği zaman, bunu yapmak için arı istenci dışında hiçbir nedeni olamaz. Durumların eksiksiz eşdeğerliği — ki özdeksel parçacıklar ve uzayın eşbiçimliliği arasındaki özdeşliğin bir sonucudur — nasıl saltık, olgusal ve sonsuz bir uzayın varoluşuna bir karşıçıkış olamazsa, Tanrının seçme özgürlüğünü yadsımak için de bir neden değildir. Ve Tanrı ile saltık uzayın Leibniz tarafından yanlış temsil edilen ilişkisine gelince, Clarke Newton’a, eş deyişle More’a ait doğru öğretiyi bildirir:15

Uzay bir Varlık, bengi ve sonsuz bir Varlık değil, ama sonsuz ve bengi bir Varlığın varoluşunun bir özelliği [yüklemi] ya da bir sonucudur. Sonsuz Uzay enginliktir. Ama enginlik Tanrı değildir: Ve dolayısıyla sonsuz uzay Tanrı değildir. Ne de burada uzayın parçaları olması konusunda söylenen şeylerde herhangi bir güçlük vardır. Çünkü sonsuz uzay Birdir, saltık olarak ve özsel olarak bölünemezdir: Ve onun parçalı olduğunu varsaymak terimlerde bir çelişkidir; çünkü parçalara ayırmanın kendisinde uzay olmalıdır; ki onu parçalanmış, ve aynı zamanda henüz parçalanmamış saymak demektir. Tanrının enginliği ya da her-yerde-bulunuşu onun tözünün parçalara bir bölünmesi değildir, tıpkı onun süresinin ya da varolmayı sürdürmesinin onun varoluşunun parçalara bir bölünmesi olmaması gibi. Burada hiçbir güçlük yoktur, ama yalnızca parçalar sözcüğünün eğretilemeli kötüye kullanımından doğan şey vardır.

Güçlüklere ve saçmalıklara götüren şey Newton’un saltık uzayı kabulü değil ama Leibniz’in onu yadsımasıdır. Gerçekten de, eğer uzay yalnızca göreli olsaydı, ve şeylerin düzeninden ve düzenlenişinden başka hiçbirşey olmasaydı, o zaman yalnızca bir cisimler dizgesinin bir yerden bir başkasına (örneğin, dünyamızın en uzak durağan yıldızların bölgesine) aktarılması bile hiçbir değişim anlamına gelmez, ve bundan iki yerin aynı yer olacakları sonucu çıkardı. ...16 Yine aynı çıkış noktasına göre, eğer Tanrı bütün dünyayı doğru bir çizgide devindirecek olsaydı, o zaman, bu devimin hızı ne olursa olsun, dünya aynı yerde kalır ve eğer o devim birdenbire dursaydı hiçbirşey olmazdı.17

Ve eğer zaman yalnızca bir ardışıklık düzeni olsaydı, o zaman bundan şu çıkardı ki, eğer Tanrı dünyayı milyonlarca yıl önce yaratmış olsaydı bile, gene de dünya aynı zamanda yaratılmış olurdu.

Birazdan Leibniz’in Dr. Clarke’ın uslamlamalarında nelere karşı çıkacağını göreceğiz (onları anlamsız bulacaktır); bize gelince, hiçbir biçimde ilk bakışta görünebilecekleri denli saçma olmadıklarını kabul etmemiz gerekir; yalnızca Leibniz’in temel olarak bağlı kaldığı ana felsefi-tanrıbilimsel gelenek ile biçimsel bir kopmayı (daha önce Henry More’un yaptığı) temsil ederler ya da imlerler: Newtoncular, bildiğimiz gibi, uzay ve zamanı yaratılışa değil ama Tanrıya bağlarlar, ve Tanrının bengilik ve enginliğini ilksiz-sonsuzluk ve uzaysal sonsuzluk ile karşıtlık içine koymaz, ama tersine onları özdeşleştirirler. Clarke böylece şu açıklamada bulunur:18

Tanrı, her-yerde-bulunan olmakla, gerçekte herşey için özsel olarak ve tözsel olarak bulunur. Bulunuşu kendisini aslında Etkisi yoluyla sergiler, ama eğer orada olmasaydı etkide bulunamazdı.

Gerçekten de hiçbirşey orada olmaksızın etkide bulunamaz; giderek Tanrı bile: uzaktan hiçbir eylem yoktur; giderek Tanrı için bile. Gene de Tanrı her yerde ‘‘orada’’ olduğu için, her yerde etkide bulunabilir ve bulunur, ve dolayısıyla Leibniz’in aykırı önesürümüne karşın, tansık olmaksızın, ama Kendisinin — ya da bir yaratığın — eylemi yoluyla bir cismin teğetten sapmasını sağlayabilir, ve giderek bir cismi teğet boyunca uzaklaşıp gitmek yerine durağan bir özek çevresinde döndürebilir; bu etkiyi üretebilmek için Tanrının kendisinin mi yoksa bir yaratık yoluyla mı davrandığının hiçbir önemi yoktur: her iki durumda da bu Leibniz’in ileri sürdüğü gibi bir tansık olmayacaktır.

Açıktır ki, Clarke için Leibniz’in önesürümü — tıpkı dünyadaki devindirici gücün azalmasını ‘‘eksiklik’’ olarak reddedişi gibi — doğanın zorunlu kendine-yeterliği sayıltısı üzerine dayanır; bir anlayış ki, bildiğimiz gibi, onu Tanrıyı dünyadan dışlamanın bir aracı olarak gören Newtoncular için hiçbir biçimde kabul edilebilir değildir.

Ama geriye Clarke’ın Leibniz’in uzay kavramına karşıçıkışına dönelim. Samuel Clarke’ın ilk uslamlaması çok iyi değildir, çünkü imgelediği yerdeğişimi yalnızca saltık olmamakla kalmayacak, ama durağan yıldızlar öbekleşmesi ile göreli de olacaktır. Ama ikincisi eksiksiz olarak geçerlidir: Newton fiziğinin sonsuz evreninde herhangi bir cisim, her cisim belli bir yönde biçimdeş, doğrusal bir devim taşıyor — ya da taşımıyor — olarak görülebilir, ve gerçi iki durum hiçbir biçimde birbirinden ayırdedilemez olsalar da, birinden ötekine geçişe çok belirli etkiler eşlik edecektir. Ve eğer devim biçimdeş değil ama ivmeli olsaydı, giderek onu algılamayı bile başarabilirdik (eğer devim ve uzay yalnızca göreli olsalardı olmayacak olan birşey): tüm bunlar Newton’un süredurum ilkesinin kaçınılmaz sonucudur.

Clarke hiç kuşkusuz burada durmaz. Onun için — Bentley ya da Raphson için de olduğu gibi — özdek ve uzayın köktenci ayrımı evrenin olanaklı ve belki de giderek olgusal sonluluğuna inancı imler. Gerçekten de niçin uzayın öylesine küçük bir parçasını kaplayan özdek sonsuz olsun? Niçin, tersine, Tanrının yalnızca bu dünyanın kendisi için, Tanrının onu yaratmadaki amaçlarının gerçekleşmesi için gerekli olduğu ölçüde belirli bir özdek miktarını yarattığını kabul etmeyelim?


Leibniz’in dördüncü yazısı bizi doğrudan doğruya en derin metafiziksel sorunlara götürür. Leibniz enson gücünü kullanarak yeterli neden ilkesinin saltık tüm-erkliğini ileri sürerek başlar: seçim olmaksızın hiçbir eylem, belirleyici güdü olmaksızın hiçbir seçim, çatışan olanaklar arasındaki bir ayrım olmaksızın hiçbir güdü olamaz; ve öyleyse — olağanüstü önemi olan bir doğrulama — dünyada hiçbir iki özdeş nesne, ya da eşdeğerli durum olgusal ya da giderek olanaklı bile değildir.19

Uzaya gelince, Leibniz eşit ölçüde güçlü olarak uzayın cisimlerin bir işlevi olduğunu, ve eğer hiçbir cisim olmasaydı hiçbir uzayın da olmayacağını yeniden ileri sürer.20

Extra-mundane uzayın imgesel olduğunu gösteren aynı neden tüm boş uzayın imgesel bir şey olduğunu tanıtlar; çünkü ancak daha büyük ya da daha küçük olmada ayrılırlar.

Bu hiç kuşkusuz Leibniz’e göre, dünyanın ‘‘dışındaki’’ ‘‘imgesel’’ uzaydan söz eden ortaçağ felsefecilerinin sandıkları gibi, dünya ve uzayın her ikisinin de uzamda sınırlı oldukları anlamına gelmez; tersine, boş uzayın, ister dünyanın dışında isterse içinde olsun, salt bir uydurma olduğu anlamına gelir. Uzay her yerde doludur; gerçekten de,21

Özdek niceliğini sınırlayabilecek hiçbir olanaklı neden yoktur; ve dolayısıyla böyle bir sınırlamanın hiçbir yeri olamaz.

Şimdi, bütünüyle boş bir uzay düşleyelim. Tanrı ona tüm başka şeylerden hiçbir biçimde bir azaltma yapmaksızın biraz özdek koyabilirdi; öyleyse o uzaya edimsel olarak biraz özdek koymuştur; öyleyse bütünüyle boş hiçbir uzay yoktur.22 Aynı uslamlama altbölümlü olanın dışında hiçbir cisimciğin olmadığını tanıtlar.23

Dahası, boş uzay düşüncesi metafiziksel olarak olanaksız bir düşüncedir, ve ona karşı Leibniz Descartes’ın Henry More’a karşı yönelttiklerine andırımlı ve büyük bir olasılıkla onlardan türetilmiş karşıçıkışlar getirir:24

Eğer uzay bir özellik ya da yüklem ise, belli bir tözün özelliği olmalıdır. Ama kendileri ile tartıştığım kişilerin iki cisim arasında olduğuna inandıkları sınırlı boş uzay hangi tözün bir değişkisi ya da özelliği olacaktır?

Bu usauygun bir sorudur, ama öyle bir soru ki, Henry More tarafından daha önceden verilen ama Leibniz’in gözardı etmeyi seçtiği bir yanıtı vardır; buna göre şöyle sürdürür:25

Eğer sonsuz uzay enginlik ise, sonlu uzay enginliğin karşıtı olacak, eş deyişle ölçülebilirlik ya da sınırlı uzam olacaktır. Ama uzam uzamlı bir şeyin bir değişkisi olmalıdır. Ama eğer o uzay boş ise, bir özneden yoksun bir yüklem, uzamlı herhangi bir şeyden yoksun bir uzam olacaktır. Bu yüzden uzayı bir özellik yaparak, Yazar benim onu saltık birşey değil ama şeylerin bir düzeni yapan görüşümle uyum içindedir.

Elbette hayır; hiç kuşkusuz töz olmaksızın hiçbir yüklem yoktur; ama, bildiğimiz gibi, ‘‘Yazar’’ için o töz Tanrıdır. Leibniz bunu kabul etmez, ve saltıkçı anlayışın kaba sonuçlarını geliştirir:26

Eğer uzay saltık bir olgusallık ise, töze karşıt bir özellik ya da bir ilinek olmaktan uzak, tözlerin kendilerinden daha büyük bir olgusallık taşıyacaktır. Tanrı onu yokedemez, ne de onu herhangi bir bakımdan değiştirebilir. O yalnızca bütünde engin olmakla kalmayacak, ama ayrıca her parçada Değişmez ve Bengi de olacaktır. Tanrının yanısıra sonsuz bir sayıda bengi şey olacaktır.

Bildiğimiz gibi, bu tam olarak Newton ya da Henry More yandaşlarının ileri sürdükleri şeydir — hiç kuşkusuz uzayın Tanrının ‘‘yanısıra’’ birşey olduğunu yadsıyarak. Ama öğretileri, Leibniz’e göre, çelişkiler imler:27

Sonsuz uzayın hiçbir parçası olmadığını söylemek onun sonlu uzaylardan oluşmadığını söylemektir; ve sonsuz uzayın kalıcı olabileceğini söylemektir, üstelik tüm sonlu uzaylar birer hiçliğe indirgenseler bile. Sanki Kartezyen özdeksel, uzamlı, sınırsız bir dünya sayıltısı üzerine böyle bir dünyanın onu oluşturan tüm cisimlerin birer hiçliğe indirgenmelerine karşın kalıcı olabileceğini söylemek gibi olacaktır.

Kesinlikle hayır; Leibniz kendi uzay anlayışı — bir nicel ilişkiler kafesi — ve uzayı onda keşfedilebilecek tüm ilişkileri önceleyen ve olanaklı kılan bir birlik olarak gören Newton’unki arasındaki ayrımı anlamaz. Ya da, daha büyük bir olasılıkla, Leibniz’in anlamadığı birşeyin olduğuna inanmak oldukça güç olduğu için, Newton’un anlayışını anlar ama kabul etmez. Böylece şunları yazar:28

Eğer uzay ve zaman saltık şeyler olsalardı, eş deyişle, eğer şeylerin belli düzenlerinin yanısıra herhangi birşey olsaydı, o zaman önesürümüm gerçekten de bir çelişki olurdu. Ama böyle olmadığı için, [uzay ve zaman saltık şeylerdir] Önsavı çelişkilidir, eş deyişle olanaksız bir kurgudur.

Dr. Clarke’ın örneklerine ve ‘karşı’-karşıçıkışına gelince, Leibniz üzerlerinde pek fazla durmaz. Böylece etkin güçlerin dünyada kendiliklerinden azaldığını düşleyenlerin doğanın birincil yasalarını bilmediklerini, Tanrının dünyayı doğru bir çizgide devindirdiğini imgeleyenlerin onu bütünüyle anlamsız birşeyi yapmaya, hiçbir mantığı olmayan bir eylemde, eş deyişle Tanrıya yüklenmesi olanaksız bir eylemde bulunmaya zorladıklarını yeniden ileri sürer. Son olarak, Clarke’ın doğal birşey olarak sunmaya çalıştığı çekim söz konusu olduğunda, Leibniz yineler:29

Cisimlerin herhangi bir aracı olmaksızın uzaktan birbirlerini çekmeleri, ve bir cismin kaçmadan teğette dönüp durması ve bunu kaçmasının önüne geçecek hiçbirşey olmaksızın yapması da doğaüstü bir şeydir. Çünkü bu etkiler şeylerin doğası yoluyla açıklanamazlar.

Leibniz’in yeterli neden ilkesine yineleyerek başvurması, söylemeye gerek yok ki, Clarke’ı inandırmayı ya da giderek yatıştırmayı bile başaramadı. Tam tersine, ona en kötü kaygılarını doğruluyor göründü. Dördüncü yanıtta şunları yazar:30

Bu kavram, güdülerin anlıklı bir Etmenin istenci ile ilişkilerinin ağırlıkların bir terazi ile ilişkileri gibi olduğunu varsayarak, evrensel zorunluğa ve yazgıya götürür; öyle ki anlıklı bir Etmen saltık olarak ayrımsız iki şeyden birini seçemez, tıpkı bir terazinin her iki yandaki ağırlıklar eşit olduğu zaman devinememesi gibi. Ama ayrım burada

kendini belirleyen bir etmen olan özgür ve anlıklı bir varlık ile, son çözümlemede her zaman edilgin olan salt bir düzenek arasında Leibniz tarafından gözardı edilen ayrılıkta yatar. Eğer Leibniz bir özdeş nesneler çokluğunun olanaksızlığı konusunda haklı olsaydı, hiçbir zaman hiçbir yaratılış olanaklı olmazdı; özdeğin gerçekten de tek bir özdeş doğası vardır, ve her zaman parçalarının aynı boyut ve betiyi taşıdıklarını varsayabiliriz.31 Başka terimlerde: atomik kuram Leibniz’in anlayışı ile bütünüyle bağdaşmazdır; ki, hiç kuşkusuz, eksiksiz olarak doğrudur. Leibniz için dünyada birbiri ile özdeş iki nesne olamaz; dahası, Leibniz de Descartes gibi son, bölünemez, sert özdek parçacıklarını yadsır ki onlarsız Newton fiziği tasarlanamazdır.

Leibniz’in uzayı (ve zamanı) dünya ile bağlaması, ve boş uzayın ve ‘‘boş’’ zamanın kurgusal (imgesel) ırasını ileri sürmesi Clarke’a baştan sona usaaykırı görünür; ve ayrıca tehlike dolu. Bütünüyle açıktır ki32

Dünya-dışı uzay (eğer özdek kendi boyutlarında sonlu ise) imgesel değil ama olgusaldır. Ne de dünyadaki boş uzaylar yalnızca imgeseldir.

Zaman açısından da bu böyledir:33

Eğer Tanrı dünyayı yalnızca bu kıpıda yaratmış olsaydı, dünya yaratılmış olduğu Zamanda yaratılmış olmazdı.

Tanrının dünyaya devim vermesi olanağının yadsınması daha fazla inandırıcı değildir:34

Ve eğer Tanrı özdeği boyutlarda sonlu yapmışsa (ve yapabilirse) özdeksel evren sonuçta doğasında devinebilir olmalıdır; çünkü sonlu olan hiçbirşey devindirilemez değildir.

Leibniz’in boş uzay kavramını eleştirisi, Clarke için, doğasının tam bir yanlış anlayışı üzerine ve metafiziksel kavramların kötüye kullanımı üzerine dayanır:35

Cisimden boş uzay cisimsel-olmayan bir tözün özelliğidir [yüklemi]. Uzay cisimler tarafından sınırlanmaz, ama cisimlerin içersinde olduğu gibi dışında da varolur. Uzay cisimler arasına kapatılı değildir; ama cisimler, sınırlanmamış bir uzayda varolarak, yalnızca kendileri, kendi boyutları tarafından sonlandırılırlar.

Boş uzay bir öznesi olmayan bir yüklem değildir, çünkü boş uzay ile hiçbir zaman her şeyden boş uzayı değil, ama yalnızca cisimden boş uzayı demek istiyoruz. Tüm boş uzayda, Tanrı hiç kuşkusuz bulunur, ve belki de, ne dokunulabilir ne de bizim duyularımızdan herhangi birinin nesneleri olmakla, özdek olmayan başka birçok töz.

Uzay bir töz değil ama bir özelliktir [yüklem]; ve eğer zorunlu olanın bir özelliği [yüklemi] ise, bu yüzden, kendisi bir töz olmasa da, zorunlu olmayan tözlerin kendilerinden daha zorunlu olarak varolacaktır (zorunlu olanın tüm başka özelliklerinin [yüklemlerinin] varolmak zorunda olmaları gibi). Uzay engindir, değişmezdir, ve bengidir; ve Süre de böyledir. Gene de bundan hiçbir biçimde herhangi bir şeyin bengi hors de Dieu olduğu sonucu çıkmaz. Çünkü uzay ve süre hors de Dieu değildirler, ama Onun Varoluşunun etkileri ve dolaysız ve zorunlu sonuçlarıdırlar. Ve onlarsız, Bengiliği ve Her-yerde-bulunuşu ortadan kalkacaktır.

Böylece Tanrının bir yüklemi olarak uzayın varlıkbilimsel konumunu saptadıktan sonra, Clarke onun Tanrıya yüklenmesinin Onun eksiksizliği üzerinde bir leke oluşturmadığını kanıtlamaya geçer: böylece uzay Tanrıyı bölünebilir yapmaz. Cisimler bölünebilir, eş deyişle, parçalara ayrılabilirdir,36

ama sonsuz uzay, gerçi bizim tarafımızdan bölümsel olarak ayrımsanabilse de, eş deyişle, imgelemimizde parçalardan oluşmuş olarak tasarlanabilse de, gene de o parçalar (ki böyle adlandırılmaları uygunsuzdur) özsel olarak parçalanamaz37 ve birbirlerinden öteye devindirilemez oldukları için, ve terimlerde kesin bir çelişki olmaksızın parçalanabilir olmadıkları için, bu yüzden uzay kendinde özsel olarak Bir ve saltık olarak bölünemezdir.

Devimin bir önkoşulu olan şey bu uzaydır; ve sözcüğün gerçek ve tam anlamında devim saltık devimdir, eş deyişle, içinde yerlerin, gerçi eksiksizce benzer olsalar da, gene de ayrı oldukları bu uzay açısından devimdir. Bu devimin olgusallığı aynı zamanda saltık uzayın olgusallığını tanıtlar:38

Sir Isaac Newton tarafından Matematiksel İlkeler’inde (Tanım 8 Not) saltık devim üzerinde büyük ölçüde diretilir, ve orada, devimin özelliklerinin, nedenlerinin ve etkilerinin irdelemesinden, olgusal devim ya da bir cismin uzayın bir parçasından bir başkasına taşınması ile, yalnızca cisimlerin birbirleri açısından düzen ya da konumlarının bir değişimi olan göreli devim arasındaki ayrımı gösterir.

Zaman sorunu tam olarak uzay sorununa koşuttur:39

Tanrı için dünyayı yapmış olduğundan daha erken ya da daha geç yapmak bir olanaksızlık değildi: Ne de onu edimsel olarak yokedileceğinden daha erken ya da daha geç yoketmek onun için herhangi bir biçimde olanaksızdır. Dünyanın bengiliği kavramına gelince, özdek ve uzayın aynı olduğunu kabul edenler aslında dünyanın yalnızca sonsuz ve bengi olduğunu değil, ama zorunlu olarak öyle olduğunu kabul etmelidirler; tıpkı yalnızca Tanrının istencine değil, ama varoluşuna bağımlı olan uzay ve süre denli zorunlu olarak. Ama Tanrının özdeği dilediği herhangi bir nicelikte ve herhangi bir tikel zamanda ve belli tikel uzaylarda yarattığına inananlar burada hiçbir güçlük altında değildirler. Çünkü Tanrının bilgeliğinin bu dünyayı onu yarattığı o tikel zamanda yaratmak için çok iyi nedenleri olabilir.

Clarke’ın uslamlaması çok aşındırılmış bir patikayı izler: sonsuzluk zorunluk imler, ve öyleyse40:

Tanrı özdeğin niceliğini sınırlayamaz önesürümü tanıtlama olmaksızın kabul edilemeyecek denli önemlidir. Eğer onun süresini de sınırlayamazsa, o zaman özdeksel dünya zorunlu olarak ve Tanrıdan bağımsız olarak sonsuz ve bengidir.

Böylece şunu bir kez daha görürüz: Saltık uzayın Tanrının bir yüklemi olarak ve herşeyin evrensel kabı ya da alıcısı olarak kabulü özdeğin sonsuzluğundan, eş deyişle kendine-yeterliğinden kaçmanın ve yaratılış kavramını kurtarmanın aracı, biricik aracıdır:41

Uzay tüm şeylerin ve tüm düşüncelerin yeridir: Tıpkı sürenin tüm şeylerin ve tüm düşüncelerin süresi olması gibi. ... Bunda Tanrıyı dünyanın ruhu yapma gibi bir eğilim yoktur.

Tanrıyı dünyaya gömülü ve böylece — Leibniz’in anıştırdığı gibi — dünyaya bağımlı yapmaktan uzak, Newtoncu anlayış, Clarke’a göre, Onu ondan tam olarak ve gerçek olarak bağımsız yapan biricik anlayıştır; tam olarak ve gerçek olarak özgür:42

Tanrı ve dünya arasında hiçbir birlik yoktur. İnsanın anlığı, Tanrının dünyanın ruhu olarak biçemlendirilebilmesinden daha büyük bir uygunlukla, algıladığı şeylerin imgelerinin ruhu olarak biçemlendirilebilir: Tanrı dünyada baştan sona bulunur ve onun tarafından üzerinde etkide bulunulmaksızın üzerinde dilediği gibi etkide bulunur.

Ve Tanrının dünyadan tam bu bağımsızlığı nedeniyledir ki43

... Eğer hiçbir yaratık varolmasaydı, gene de Tanrının her-yerde-bulunuşu ve varoluşunun sürmesi uzay ve süreyi tam olarak Şimdi oldukları gibi yapardı.

Son olarak, Leibniz’in Newton’un çekim kuramını yanlış anlamada ve onu bir tansık yapmada diretmesine geri dönerek, Clarke (ki Leibniz’in birbirleri ile iletişimsiz ve etkileşimsiz anlık ve beden arasındaki ‘‘önceden-saptanmış uyum’’ kuramının sürekli bir tansık imlemek için çok daha fazla hakkı olduğunu belirtmişti) şu açıklamada bulunur:44

Bir cismin herhangi bir aracı olmaksızın bir başkasını çekmesi gerçekten de bir tansık değil ama bir çelişkidir: Çünkü bir şeyin olmadığı yerde etkide bulunduğunu varsayar. Ama iki cismin birbirini çekmesini sağlayan araç görülemez ve dokunulamaz olabilir ve düzenekten ayrı bir doğa taşıyabilir; ve gene de, düzenli olarak ve sürekli olarak etkide bulunmakla, pekala doğal olarak adlandırılabilir; çünkü şimdiye dek hiçbir zaman bir tansık denmemiş olan hayvan-deviminden çok daha az harikadır.

Gerçekten de, tüm aracı kendilikleri olumsuzlaması ile, ve dolayısıyla özdeksel doğayı kendini-sürdüren ve kendini-destekleyen arı bir düzeneğe indirgemesi ile, yalnızca ve yalnızca anlık ve beden arasına katı bir ikicilik getiren Descartes-Leibniz bakış açısından doğaya düzeneksel-olmayan ve dolayısıyla özdeksel-olmayan aracıların karışması bir tansık olur. Clarke için, ondan önce Henry More için olduğu gibi, bu ikicilik hiç kuşkusuz kabul edilemezdir. Özdek doğanın bütününü oluşturmaz, ama yalnızca onun bir parçasıdır. Doğa, öyleyse, hem düzeneksel (stricto sensu) hem de düzeneksel-olmayan, hem salt düzeneksel hem de ‘‘doğal’’ kuvvet ve aracılıkları kapsar ki, özdeksel-olan ve özdeksel-olmayan bu kendilikler uzayı ‘‘doldurur’’ ve ona yayılırlar ve onlarsız dünyada hiçbir birlik ya da yapı olmaz, ya da daha iyi bir deyişle, bir dünya olmazdı.

Dünya hiç kuşkusuz hayvan gibi bir örgenlik değildir, ve bir ‘‘ruh’’u yoktur. Gene de, Descartes’a karşın, salt düzeneğe indirgenemez, tıpkı hayvanın da indirgenemeyeceği gibi.

Dr. Clarke’ın (savunulamaz) konumunu güçlü (ya da, Leibniz’in bakış açısından, dikkafalı) savunusu; Leibniz tarafından onun öncüllerinden çıkarsanan (saçma ve zararlı) sonuçları — uzayın bengiliği — kabul etmemekle ve üstelik uzayın (ve zamanın) Tanrının zorunlu ve yaratılmamış yüklemleri olduğunu açıkça bildirmekle onların da ötesine geçerek sergilediği kendini bilmezlik; Leibniz’in en yüksek eksiksilik derecesinde olan ve Kendi en yüksek bilgeliği ile uyum içinde (eş deyişle, Onun tarafından sonsuz sayıda olanaklı evren arasında hiçbir yanılgı olmaksızın saptanan saltık olarak en iyi evrenin gerçekleşmesi uğruna) olmaksızın davranamayan Tanrısının en yüksek özgürlüğünü eksiksiz bir düzeneğin yazgıcılığı, zorunluğu ve edilginliği ile özdeşleştirerek onun yeterli neden ilkesini yanlış yorumlamada ve yanlış sunmada diretmekle gösterdiği içgörü yoksunluğu (ya da hainlik) — tüm bunlar Leibniz’i karşıtının çürütülmesi için, ve görüşlerine yüklediği çarpık imgenin düzeltilmesi için daha da çok yazması ve daha da büyük çabalara girişmesi gerektiğine inandırdı.

Böylece Leibniz tarafından Gal Prensesine sunulan beşinci (ve son) yazı uzunca bir inceleme oldu ki, tam bir çözümlemesi bizi konumuzdan çok uzaklara götürecektir. Yazının bir yanda zorlamaksızın eğilim gösteren ve böylece öznenin kendiliğindenlik ve özgürlüğünü sürdüren bir güdü ile öte yanda etkisini zorunlu olarak üreten olgusal bir neden arasındaki ayrımın, ve tam olarak güdülenmiş bir eylemin ahlaksal — eş deyişle, özgür — zorunluğunu bir düzeneğin özgür-olmayan ve edilgin zorunluğundan ayıran sonsuz uzaklığın hayranlık verici bir açıklaması ile başladığını belirtmek bizim için yeterlidir.

Özgürlük gerçekten de Leibniz için, tıpkı felsefecilerin çoğu için olduğu gibi, iyi olanı, ya da en iyi olanı yapmak, ya da yalnızca birinin yapmayı istediğini yapması değil ama yapması gerekeni yapması demektir.45 Sıradan insanlar — ve Newton onlardan daha iyi değildir — ne yazık ki bu ayrımı göremezler; Tanrının eyleminin saltık belirlenimindeki özgürlüğü anlamazlar. Bu yüzden, sıradan insanlar ve tanrıbilimciler felsefecileri zorunluktan yana özgürlüğü reddetmekle suçlarlar, ve Tanrıya hiçbir biçimde Ona yaraşmaz eylemler yüklerler. Ama açıktır ki Tanrıdan amaçsız usdışı bir yolda davranmasını istemek sağduyuya uygun değildir, üstelik, sözcüğün sağın anlamıyla konuşursak — herşeyden-güçlü olmakla — böyle bir eylemi yerine getirmeye yetenekli olsa bile:46

Saltık olarak konuşursak, öyle görünür ki Tanrı özdeksel evreni uzamda sonlu yapabilir; ama aykırısı onun bilgeliğine daha uygun görünür.

Ve hiç kuşkusuz dünyayı doğru bir çizgide devindirmek ‘‘onun Bilgeliğine’’ daha da az uygundur — aslında, Tanrı niçin böyle anlamsız birşey yapsın?47

Ve öyleyse sonsuz bir boş uzayda ileriye doğru devinen özdeksel bir sonlu evren kurgusu kabul edilemez. Bütünüyle usa aykırı ve olguya aykırıdır. Çünkü, özdeksel evrenin dışında hiçbir olgusal uzayın olmamasının yanısıra, böyle bir eylem kendisinde herhangi bir tasardan yoksun olacaktır: herhangi bir şey yapmaksızın işliyor, [=] agendo nihil agere olacaktır. Ne olursa olsun herhangi bir kimse tarafından gözlenebilecek hiçbir değişim olmayacaktır. Bunlar tam olmayan kavramlar taşıyan, uzayı saltık bir olgusallık yapan felsefecilerin imgelemlerinin ürünleridir.

Leibniz bunu önceki yazısında ve üstelik daha güçlü terimlerle daha önce söylemişti. Gene de, o yazıda bize bu tür devimi yadsımak için tüm nedenlerini söylemedi. Tam olarak en önemlisinden, yani böyle bir devimin gözlemlenemez olmasından söz etmedi. Bütünüyle açıktır ki, eğer gözlemlenebilirlik ilkesini kabul edersek, saltık devim, ya da en azından gözlemlenemez olduğunu herkesin kabul ettiği doğru bir çizgide saltık biçimdeş devim anlamsız olarak bir yana atılacak, ve yalnızca göreli devim kabul edilebilir olacaktır. Gene de bu durumda, Newton’un hiçbir cismin başkalarına ne olduğuna bakılmaksızın kendi dinginlik ya da biçimdeş devim konumunda kaldığını, ve başka hiçbir cisim varolmasaydı ya da tümü de Tanrı tarafından yokedilselerdi bile kendi devim ya da dinginlik durumunda kalacağını bildiren süredurum ilkesi formülasyonunun anlamsız olarak ve dolayısıyla olanaksız olarak reddedilmesi gerekecektir. Ama süredurum ilkesi ancak böyle bir durumda tam olarak geçerli olduğu için, yalnızca Newton’un onu formülasyonu değil, ama ilkenin kendisi anlamsız olur. Bunlar önemsiz görünen bir ilkenin görelilik konusundaki son tartışmalar tarafından tam olarak doğrulanan, ama gerçekte XVII’nci yüzyılın büyük ölçüde unutulan tartışmalarının bir arka-etkisi olan oldukça önemli olan sonuçlarıdır.

Leibniz hiç kuşkusuz her bir devimin, tüm devimlerin edimsel olarak gözlenmesini gerekli görmez; gene de, ona göre, gözlenmeleri olanaklı olmalıdır, ve bu oldukça şaşırtıcı bir nedenle böyledir, bir neden ki Leibniz’in Newton’a karşıtlığının derinliğini, ve modern bilimin reddetmek ve reformize etmek için öylesine sıkıntılara girdiği eski Aristotelesci anlayışlara bağlılığını gösterir: Leibniz için gerçekten de devim henüz bir değişim olarak kavranır, bir konum olarak değil:48

... Devim aslında gözlenme üzerine bağımlı değildir; ama gözlenmesi olanaklı olma üzerine bağımlıdır. Gözlenebilecek hiçbir değişim yokken hiçbir devim yoktur. Ve gözlenebilecek hiçbir değişim yokken, ne olursa olsun hiçbir değişim yoktur. Aykırı görüş olgusal bir saltık uzay sayıltısı üzerine dayanır, ki şeylerin bir yeterli nedeninin istenmesi ilkesi yoluyla kanıtlı olarak çürüttüm.

Gözlenebilirlik ilkesi devim ve uzayın göreli karakterini doğrular. Ama ilişkilerin — bir başka önemli bildirim — ‘‘olgusal’’ değil ama ancak ‘‘ideal’’ bir varoluşları vardır. Öyleyse,49

Uzay kendinde Zaman gibi bir ideal şey olduğuna göre, dünyanın dışındaki uzayın imgesel olması gerekir, tıpkı Skolastiklerin kendilerinin kabul ettikleri gibi. Dünyanın içersindeki boş uzay açısından durum aynıdır; ki daha önce sözü edilen nedenden ötürü, onu da imgesel olarak alıyorum.

Skolastikler, işin gerçeğini söylemek gerekirse, bütünüyle başka birşey demek istediler, ve Leibniz onu herkesten daha iyi bilir: onlar dünyayı sonlu olarak tasarladılar ve dünyanın dışında olgusal uzayın (ve zamanın) varoluşunu yadsımayı istediler — oysa Leibniz, tersine, evrenin sınırlanışını yadsır. Ama bir anlamda onlara başvurmada haklıdır: çünkü hem zaman hem de uzay dünya-içidir ve yaratılmış dünyanın dışında — ya da ondan bağımsız olarak — hiçbir varoluşları yoktur. Gerçekten de, zaman nasıl olur da kendinde birşey, olgusal ya da giderek bengi birşey olabilirdi?50

Sürenin bengi olduğu değil, ama her zaman süren şeylerin bengi oldukları söylenebilir. Zamanda ve süreli olarak varolan herşey sürekli olarak yokolur: Ve (sağın olarak konuşursak) hiçbir zaman varolmayan birşey nasıl bengilik içinde varolabilir? Çünkü hiçbir parçası hiç varolmayan bir şey nasıl varolabilir? Zamanda kıpılar dışında hiçbirşey varolmaz; ve bir kıpının kendisi zamanın bir parçası bile değildir. Kim bu gözlemleri irdeleyecek olursa, kolayca anlayacaktır ki zaman ancak ideal bir şey olabilir. Ve zaman ve uzay arasındaki andırım birinin yalnızca öteki denli ideal olduğunu kolayca gösterecektir.

Gene de ya zamanın sonsuzluğunu, eş deyişle, dünyanın bengiliğini, ya da sonlu bir evrenin olanağını kabul etmek zorunda kalmamak için, uzay ve zaman arasındaki koşutluğu uygunsuz olarak vurgulamamalıyız:51

... Dünyanın bir başlangıcının olması süresinin sonsuzluğunu a parte post, ileriye doğru azaltmaz; ama evrenin sınırları uzamının sonsuzluğunu azaltır. Ve öyleyse dünyanın bir başlangıcını kabul etmek herhangi bir sınırını kabul etmekten daha usauygundur; sonsuz Yaratıcısının Karakteri her iki durumda da korunabilir.

Bununla birlikte, dünyanın bengiliğini, ya da en azından (kimi ünlü tanrıbilimcilerin yaptıkları gibi) bengiliğinin olanağını kabul edenler, gene de Tanrıya bağımlılığını yadsımadılar; tıpkı burada hiçbir zemin olmaksızın suçlamaları karşısında duran yazar gibi.

Newtoncular hiç kuşkusuz bu Leibniz ‘‘belitlerini’’ kabul etmezler (ve kabul etmemek için çok iyi nedenlerinin olduğunu, çünkü bu belitlerin fiziklerinin asıl temellerini yıktıklarını az önce gördük), ve saltık uzayı onu Tanrı ile ilişkilendirerek kurtarmaya çalışırlar. Leibniz buna göre bize daha önce formüle edilen karşıçıkışlarını anımsatır ve umutla sonunda karşıtını (ya da hiç olmazsa Gal Prensesini) boş uzaya saltık bir varoluş vermenin nasıl bütünüyle olanaksız olduğuna inandırmayı başaracağını yineler.52

Uzayın, cisimler olmaksızın saltık ve olgusal birşey olarak alındığında, bengi, etkilenmez, ve Tanrıdan bağımsız bir şey olacağı yolunda karşı çıktım. Yazar uzayın Tanrının bir özelliği [yüklemi] olduğunu söyleyerek bu güçlükten kaçınmaya çabalar.

Ve daha öte karşı çıkarak şunları belirttim: Eğer uzay bir özellik [yüklem], ve sonsuz uzay Tanrının enginliği ise, sonlu uzay sonlu birşeyin uzamı ya da ölçülebilirliği olacaktır. Ve öyleyse bir cisim tarafından kaplanan uzay o cismin uzamı olacaktır. Ki bir saçmalıktır; çünkü bir cisim uzay değiştirebilir, ama uzamını bırakamaz.

Leibniz’in Clarke’a karşı tam olarak Henry More’un Descartes’a karşı kullandığı aynı uslamlamaları kullandığını görmek oldukça eğlendiricidir. Ama sürdürelim:53

Eğer sonsuz Uzay Tanrının enginliği ise, sonsuz Zaman Tanrının bengiliği olacaktır; ve öyleyse Uzayda olan, Tanrının enginliğinde ve dolayısıyla özündedir demeliyiz; ve Zamanda olan da Tanrının özündedir. Tuhaf anlatımlar, ki yazarın terimleri yanlış kullandığını açıkça gösterirler.

Hiç kuşkusuz, en azından eğer geleneksel Skolastik tasarımları izlersek. Ama Newtoncular, bildiğimiz gibi, bu terimleri yeniden yorumlar ve kesinlikle Tanrının enginliğini sonsuz uzam ile ve Tanrının bengiliğini sonsuz süre ile özdeşleştirirler. Buna göe herşeyi onun özüne koymak zorunda olmaksızın herşeyin Tanrıda olduğunu kabul edeceklerdir. Ama Leibniz diretir:54

Bunun bir başka örneğini vereceğim. Tanrının enginliği onun tüm uzaylarda edimsel olarak bulunmasını sağlar. Ama şimdi eğer Tanrı Uzayda ise, nasıl denebilir ki Uzay Tanrıdadır, ya da Tanrının bir özelliğidir [yüklemi]? Sık sık bir özelliğin [yüklemin] öznesinde olduğunu duyarız; ama hiçbir zaman bir öznenin özelliğinde [yükleminde] olduğunu duymayız. Benzer olarak, Tanrı tüm zamanda varolur. O zaman Zaman nasıl Tanrıda olabilir; ve nasıl Tanrının bir özelliği [yüklemi] olabilir? Bunlar sürekli Alloglossielerdir.

Bir kez daha, Newtoncular ‘-de’ ilgecinin açıkça iki ayrı anlamda alındığı, ve hiç kimsenin hiçbir zaman o yüklemin uzaysal bir ilişki olarak bir tözde olduğu yorumunu getirmediği, dahası, Tanrıda Onun tözü ve Onun gücü arasında bir ayrılık olduğunu kabul etmeyerek ve dolayısıyla Onun her yerde tözsel bulunuşunu ileri sürerek Tanrının herkesin kabul ettiği her-yerde-bulunuşundan ve Tanrının yine herkesin kabul ettiği yalınlığından doğru bir vargı çıkardıkları yolunda karşı çıkacaklardır. Leibniz’in şu savını yadsıyacaklardır:55

Öyle görünür ki yazar şeylerin enginliğini ya da uzamını o uzamın kendisine göre alındığı uzay ile karıştırır. Sonsuz uzay Tanrının enginliği değildir; sonlu uzay cisimlerin uzamı değildir: tıpkı zamanın onların süreleri olmaması gibi. Şeyler uzamlarını korurlar; ama her zaman uzaylarını korumazlar. Her şeyin kendi uzamı, kendi süresi vardır; ama kendi zamanı yoktur, ve kendi uzayını korumaz.


Hiç kuşkusuz korumaz. Ama Newtoncular için tam olarak uzay ve zamanın şeylere ait olmadıkları, şeylerin varoluşu üzerine dayalı ilişkiler de olmadıkları, ama içinde şeylerin ve olayların yerlerini taşıdıkları ve yer aldıkları bir çatı olarak Tanrıya ait oldukları anlamına gelir. Leibniz hiç kuşkusuz bunu bilir, ama bu anlayışı kabul edemez:56

Uzay tüm şeylerin yeri değildir; çünkü Tanrının yeri değildir. Yoksa Tanrı ile eş-bengilikte ve ondan bağımsız bir şey olurdu; hayır, eğer yere gereksinimi varsa, kendisi ona bağımlı olurdu.

Eğer uzay ve zamanın olgusallığı Tanrının enginlik ve bengiliği için zorunlu ise, eğer Tanrı uzayda olmalıysa, eğer uzayda olmak Tanrının bir özelliği [yüklemi] ise, Tanrı bir ölçüde uzay ve zamana bağımlı olacak, ve onlara gereksinim içinde duracaktır. Çünkü o bahaneyi, uzay ve zamanın Tanrının özellikleri [yüklemleri] olduğu görüşünü daha önce önledim.

Gene de, Leibniz kendi konumunun güçlükler içerdiğini bilir (bunlar yalnızca ona özgü değil, ama bütün skolastik geleneğe aittirler): eğer uzay ve zaman yalnızca dünya-içi kendilikler iseler, ve Yaratılıştan önce varolmadılarsa, dünyanın yaratılışının Tanrıda değişime yol açtığını varsaymamız gerekmez mi; ve yaratılıştan önce, Onun ne engin ne de her-yerde-bulunan olmadığını? Bu yüzden, Tanrı, Leibniz’in kendi anlayışında, yaratıklar üzerine bağımlı değil midir? Leibniz buna göre şunları yazar:57

Hiç kuşkusuz, Tanrının enginlik ve bengiliği hiçbir yaratık olmasaydı bile sürerdi; ama o yüklemlerin Zamanlara ya da Yerlere hiçbir bağımlılıkları olmazdı. Eğer hiçbir yaratık olmasaydı, ne Zaman ne de Yer olur, ve dolayısıyla hiçbir edimsel Uzay olmazdı. Tanrının enginliği Uzaydan bağımsızdır, tıpkı Bengiliğin Zamandan bağımsız olması gibi. Bu yüklemler yalnızca Tanrının varolması gereken tüm şeylerle birlikte bulunacağını ve birarada-varolacağını imlerler.

Eksiksiz bir yanıt. ... Ne yazık ki Newtoncu onu kabul etmeyecek ve diretecektir ki, hiç kuşkusuz Tanrı varolmayan şeylerle birlikte bulunamasa da, onların varoluşları ya da varolmayışları bu şeylerin bir kez yaratıldıktan sonra Tanrı ile birlikte varolacakları yerlerde Tanrının daha çok ya da daha az bulunmasına yol açmayacaktır.

Genel uzay ve zaman sorununu ele aldıktan sonra, Leibniz tikel çekim sorununu yeniden yoklamaya geçer. Dr. Clarke’ın açıklaması onu doyurmadı; tam tersine. Bir tansık olağandışı ve seyrek bir olay olmasıyla tanımlanmaz: bir tansık olayın doğasının kendisi tarafından tanımlanır. Doğal olarak açıklanamayan, eş deyişle doğal kuvvetlerin, eş deyişle şeylerin doğasından türeyen kuvvetlerin karşılıklı oyunlarından doğamayan birşey bir tansıktır ve öyle kalır. Şimdi, şeylerin doğası uzaktan eylemi kabul etmez. Öyleyse çekim bir tansık olacaktır, gerçi sürekli bir tansık olsa da. Dahası, Leibniz’e göre, Dr. Clarke tarafından onu düzeneksel-olmayan, ‘‘tinsel’’ kuvvetlerin eylemi yoluyla açıklama önerisi daha da kötüdür; bu gerçekten de Descartes’ın gerisine gitmek, büyü adına bilimi yadsımak olacaktır. Bir kez daha bu tartışmada çatışan iki doğa görüşünün, ve iki bilim görüşünün köktenci karşıtlığını görürüz: Leibniz ne Newton’un özdeksel doğanın yetersizliği anlayışını kabul edebilir, ne de onun ‘‘matematiksel felsefe’’ anlayışının geçici pozitivizmini:58

Bir çekim, sözcüğün asıl anlamında, ya da skolastik anlamda alındığında, araya giren herhangi bir aracı olmaksızın uzaktan bir etki olacaktır diye karşı çıktım. Yazar burada araya giren herhangi bir aracı olmaksızın bir çekim gerçekten de bir çelişki olacaktır yanıtını verir. Pekala! Ama o zaman güneşin yeryüzü küresini boş bir uzay içersinden çekmesini isterken ne demek ister? Bunu yerine getiren Tanrının kendisi midir? Ama bu bir tansık olacaktır, eğer tansık diye birşey varsa. Bu hiç kuşkusuz yaratıkların güçlerini aşacaktır.

Ya da, acaba belli bir özdeksel-olmayan töz, ya da belli tinsel ışınlar, ya da bir töz olmaksızın bir ilinek, ya da bir tür Species Intentionalis, ya da bilmediğim başka birşey bunun yerine gelmesini sağladığı ileri sürülen araç mıdır? Yazarın kendisini yeterince açıklamadan kafasında iyi bir depolarını taşıdığı şeyler ne tür şeylerdir?

Bu iletim aracı (der) görülemezdir, dokunulamazdır, düzeneksel değildir. Pekala ekleyebilirdi: açıklanamaz, anlaşılamaz, belirsiz, zeminsiz ve örneksiz.

Eğer sözcüğün asıl anlamında çekime neden olan araç değişmez ise, ve aynı zamanda yaratıkların güçleri tarafından açıklanamıyorsa, ve gene de gerçekse, sürekli bir Tansık olmalıdır: Ve eğer tansıksal değilse, yanlıştır. Salt bir kuruntudur, skolastik bir okkült niteliktir.

Durum teğette kaçmaksızın dönen bir cisim durumunda olanla aynı olacaktır, gerçi kaçmasının önüne geçen açıklanabilecek hiçbirşey olmasa da. Bu daha önce ileri sürdüğüm bir örnektir; ve yazar onu yanıtlamaya uygun görmemiştir, çünkü bir yanda gerçekten doğal olan ve öte yanda Okulların kuruntulu bir okkült niteliği olan arasındaki ayrımı çok fazla açıkça gösterir.

Dr. Clarke bir kez daha yanıt verdi. Söylemeye gerek yok ki, inandırılmış değildi. Leibniz’in ince ayrımları Tanrısının katı ve kaçılamaz bir belirlenimcilik altında durduğu biçimindeki apaçık olguyu gizlemeyi başaramadı. Tanrısı yalnızca tinsel bir varlığa ait olan gerçek özgürlükten değil, ama giderek (dahası, Leibniz Clarke’a ikisini karıştırıyor göründü) hayvansal bir varlığa ait kendiliğindenlikten bile yoksundu: Saltık bir zorunluk tarafından zincire vurulu katıksız bir düzenekten daha ötesi değildi. Eğer Dr. Clarke’ta şeyleri önceden görme yeteneği olsaydı, şunu söylerdi: Salt bir hesap makinesi!

Leibniz’in Newton’un uzay, zaman ve devim anlayışları üzerine yenilenen saldırısı daha başarılı değildir.59

Devimin zorunlu olarak bir cisimde başka cisimler açısından göreli bir konum değişimi imlediği doğrulanır; ve gene de o zaman bir cismin devinebilirliğinin başka cisimlerin varoluşu üzerine bağımlı olduğu, ve salt kendi başına varolan herhangi bir tekil cismin devime yeteneksiz olacağı, ya da dönen bir cismin (varsayalım ki güneşin) parçalarının eğer çevrelerindeki tüm dışsal özdek ortadan kaldırılsaydı — [çünkü] özdeğin sonsuzluğunun Tanrının istenci olduğu doğrulanır — çevrim devimlerinden doğan vis centrifugayı yitirecekleri gibi saçma bir sonuçtan kaçınmak için hiçbir yol gösterilmez.

Ve gene de, eğer — Descartes tarafından öğretildiği gibi — sonlu bir evrenin çelişkili olduğu doğruysa, bu durumda Tanrının özdek niceliğini sınırlamaya ne şimdi ne de geçmişte yetenekli olduğu, ve dolayısıyla onu yaratmadığı ve yokedemeyeceği açık değil midir? Gerçekten de,60

eğer özdeksel evren Tanrının istenci yoluyla sonlu ve devinebilir OLABİLİRSE (ki bu bilgili yazar burada kendini onu kabul etmek zorunda bulur, gerçi onu sürekli olarak olanaksız bir sayıltı olarak ele alsa da), o zaman uzay (ki o devim onda yerine getirilir) açıkça özdekten bağımsızdır. Ama eğer, tersine, özdeksel evren sonlu ve devinebilir olamazsa, ve uzay özdekten bağımsız olamazsa, o zaman (diyorum) bundan açıkça şu çıkar ki Tanrı özdeğe ne sınırlar koyabilir ne de herhangi bir zamanda koyabilmiştir; ve dolayısıyla özdeksel evren yalnızca sınırsız olmakla kalmamalı, ama bengi de olmalı, hem a parte ante hem de a parte post, hem geriye doğru hem de ileriye doğru, zorunlu olarak ve Tanrının istencinden bağımsız olarak.

Uzay, cisim ve Tanrı arasındaki ilişkiye gelince, Clarke konumunu eksiksiz durulukla yeniden bildirir:61

Bir cisim tarafından kaplanan uzay o cismin uzamı değildir; ama uzamlı cisim bu uzayda varolur.

Hiçbir sınırlı uzay yoktur; ama imgelemimiz hiçbir sınırı olmayan ve olamayan uzayda öyle bir parça ya da öyle bir nicelik görür ki, irdelemeye uygun olduğu yargısında bulunur.

Uzay bir ya da birçok cismin değişkisi değildir, ne de herhangi bir sınırlı şeyin; ve bir özneden bir başkasına geçmez, ama her zaman ve değişmeksizin, hiçbir zaman aynı olmaya son vermeyen engin bir varlığın enginliğidir.

Sınırlı uzaylar sınırlı tözlerin özellikleri değildir; yalnızca içlerinde sınırlı tözlerin varoldukları sonsuz uzayın parçalarıdırlar.

Eğer özdek sonsuz olsaydı, sonsuz uzay bu sonsuz cismin bir özelliği olmazdı, tıpkı sonlu uzayların solu cisimlerinin özellikleri olmamaları gibi. Ama bu durumda sonsuz özdek sonsuz uzayda olurdu, tıpkı sonlu cisimlerin şimdi onda olmaları gibi.

Enginlik de bengilik gibi Tanrıya özseldir. Enginliğin parçaları (bozulabilirliğin zemini olan cisimsel, kopabilir, ayırılabilir, bölünebilir, devinebilir parçalardan bütünüyle ayrı bir türde olmakla) enginliğin özsel olarak Bir olmasının önüne geçmez, tıpkı sürenin parçalarının bengiliğin özsel olarak Bir olmasının önüne geçmemeleri gibi.

Tanrının kendisi onda olan ve onda yaşam, devim ve varlık bulan şeylerin türlülüğü ve değişimi yoluyla herhangi bir değişime konu olmaz.
Bu yabancı öğreti St. Paul’ün kesin önesürümüdür, tıpkı doğa ve usun açık sesi olması gibi.

Tanrı uzayda ya da zamanda değildir; ama varoluşu uzay ve zamanın nedenidir. Ve, sıradan insanın dili ile uyum içinde, Tanrı tüm uzaylarda ve tüm zamanlarda varolur dediğimiz zaman, bu sözler yalnızca onun her-yerde-bulunan ve bengi olduğu, eş deyişle, sınırsız uzay ve zamanın onun varoluşunun zorunlu sonuçları olduğu anlamına gelir; uzay ve zamanın ondan ayrı varlıklar olduğu ve onun onlarDA varolduğu anlamına değil.

Dahası,62

Enginlik sınırsız uzay imlemez ve bengilik başlangıç ve son olmaksızın süre ya da zaman imlemez demek (sanırım) sözcüklerin hiçbir anlamlarının olmadığını doğrulamaktır.

Çekimin eleştirisine gelince, Clarke hiç kuşkusuz kendi bakış açısını sürdürür: tansıklar Tanrı tarafından belirli nedenlerle üretilen seyrek ve anlamlı olaylardır; sürekli bir tansık terimlerde bir çelişkidir; ve eğer değilse, o zaman Leibniz’in önceden-saptanmış Uyumu çok daha büyük bir çelişkidir. Dahası — Clarke Leibniz’in bunu anlamamasına oldukça şaşırmıştır — Newtoncu bilimde ya da matematiksel felsefede, çekim (enson fiziksel ya da metafiziksel açıklaması ne olursa olsun) yalnızca bir fenomen olarak, genel bir olgu olarak ve matematiksel bir anlatım olarak görünür. Öyleyse,63

Çekimi bir tansık olarak ve felsefi-olmayan bir terim olarak adlandırmak usa çok aykırıdır; çünkü o terim ile cisimlerin birbirlerine doğru eğilim göstermelerinin nedenini değil, ama yalnızca etkinin ya da fenomenin kendisini ve o eğilimin deneyim yoluyla saptanan yasalarını ya da orantılarını anlatmayı amaçladığımız seçik olarak ve çok sık olarak bildirilmiştir,

ki açıkça gösterir

ki güneş aradaki boş uzay içersinden yeryüzünü çeker; eş deyişle, yeryüzü ve güneş birlikte kütleleri, ya da büyüklükleri ya da yoğunlukları ile doğru bir orantı ve uzaklıklarının ters bir çifte orantısı içinde olan bir kuvvet ile, birbirlerine doğru yerçekimi uygularlar ya da birbirlerine doğru eğilim gösterirler (bu eğilimin nedeni ne olursa olsun).

Ama hiç kuşkusuz Leibniz’in yerçekimine bu karşı çıkışının arkasında yalnızca bilimin kapsamı içersine bize görgücülük tarafından dayatılan kavranmaz ve açıklanamaz ‘‘olguları’’ alan ‘‘matematiksel’’ felsefenin bakış açısını kabul etmeye karşı bir isteksizlikten çok daha fazlası vardır: Leibniz’in gerçekten hedeflediği şey dünya-düzeneğinin kendine-yeterliğidir, ve vis vivanın sakınımı yasasının onu Kartezyen devimin sakınımı yasasından daha da iyi bir yolda başardığı konusunda çok az kuşku vardır.

Newton’un dünyası — yavaşlayan bir saat — erke donatımının Tanrı tarafından sürekli bir yenilenişini gerektirir; Leibniz’inki, eksiksizliğinin kendisi yoluyla, sürekli devimine Tanrının herhangi bir yolda karışmasını dışlar. Böylece Dr. Clarke için boş uzay, sert atomlar ve saltık devim uğruna kavganın Tanrının Efendiliği ve bulunuşu uğruna bir kavgaya dönüşmesi şaşırtıcı değildir, ve Leibniz’e, niçindir ki, diye sorar64

Tanrının edimsel Hükümetini Dünyadan dışlamak için, ve onun Kayrasının tüm şeyleri (söylenegeldiği gibi) salt düzeneksel olarak, salt kendiliklerinden yapacaklarını yapmaya bırakmayı kabul etmekten öte davranmasına izin vermemek için böylesine büyük bir kaygı gösterilir?

 

BÖLÜM 11 SONU

NOTLAR

BÖLÜM XI

1Daha sonra Kraliçe Caroline olan Wilhelmine Caroline Brandenburg-Anspach Prensesi olarak doğdu ve 1705’te Hanover Elektoral Prensi olan George Augustus’un karısı oldu. Leibniz ile yakın dostluğunu Hanover Prensesi olarak kurdu; Leibniz’in kendisinin dediği gibi, onu Prusyalı Sophie Charlotte’den ‘‘kalıt aldı.’’
2Bkz. ‘‘Kasım 1715’de yazılan bir mektuptan parça,’’ §§ 3 ve 4; yayımlandığı yer: A Collection of papers, which passed between the late learned Mr. Leibnitz and Dr. Clarke. In the years 1715 and 1716 Relating to the Principles of Natural Philosophy and Religion. With an Appendix, s. 3 ve 5, Londra, 1717. Leibniz hiç kuşkusuz Fransızca’da, ve Clarke İngilizce’de yazar. Ama özgün metinlerin yayımını Leibniz’in ‘‘yazılarının/papers’’ İngilizce’ye (büyük bir olasılıkla kendisi tarafından) bir çevirisi ve kendi ‘‘yanıtlarının’’ (büyük bir olasılıkla Abbé Conti tarafından) Fransızca’ya bir çevirisinin eşliğinde sunar. Dahası metne Newton’un yazılarındaki ilgili pasajlara göndermelerle bir dizi dipnot ekler. Bu polemik şimdi G. H. Alexander’ın değerli yayımında bulunabilir, The Leibniz-Clarke correspondence, Manchester Univ. Press, 1956; bkz. ayrıca René Dugas, La mécanique au XVII siëcle, cap. XVI, § 3, s. 561 vs.
3Dr. Samuel Clarke’ın seçimi oldukça açıktı. Westminister’da St. James Rektörü olan Dr. Clarke yalnızca felsefi bir tanrıbilimci değildi — 1704-5’de Boyle Derslerini verdi — ama ayrıca Kraliçe Anne’nin eski vaiziydi ve, doğrusunu söylemek gerekirse, bu görevden ortodoksluk yoksunluğu nedeniyle uzaklaştırıldı (şöyle ya da böyle [İsa’nın Tanrının oğlu olduğunu reddeden] bir Arian idi). Bununla birlikte, Kraliçe Anne’nin ölümünden sonra Prenses Caroline’in yakın dostu oldu ve onun isteği üzerine felsefi sorunların tartışılmasına ilgi duyan beylerin de katıldıkları felsefe söyleşilerinde bulundu. Böylece, Des Maizeaux’nun Collection of papers’ın Fransızca yeniden-yayımına (Recueil de diverse pieëces sur la philosophie, la religion naturelle, l’histoire, les mathématiques etc., 2 cilt, Amsterdam, 1720, s. II) kendi önsözünde bütünüyle doğal olarak belirttiği gibi: ‘‘Madame la Princesse de Galles, accountumée aux Recherches Philosophiques les plus abstraites et les plus sublimes fit voir cette Lettre à M. Clarke et souhaita qu’il y répondit. ... Elle envoyait à M. Leibniz les Réponses de M. Clarke et communiquait à M. Clarke les nouvelles difficultés, ou les Instances de M. Leibniz.’’ Gerçekten de, Dr. Clarke Sir Isaac’ın yakın bir dostu ve uzun geçmişi olan bir Newtoncu olarak, ustasının felsefi görüşlerini temsil etme konusunda güvenilecek biriydi.
Benim görüşümde daha da ileri gitmeliyiz: Clarke’ın Newton tarafından görevlendirilmeksizin, dahası, en azından onay biçiminde büyük insanın işbirliğini güvence altına almaksızın onun felsefi sözcüsü (ve savunucusu) rolünü üstlenmesi hiçbir biçimde anlaşılabilecek birşey değildir.
Böylece törel olarak hiçbir kuşkum olmaksızın diyebilirim ki, Clarke hem Leibniz’in mektuplarını hem de onlara kendi yanıtlarını Newton’a iletti. Gerçekten de kalkülüsün bulunuşunda öncelik konusunda Leibniz ile acı kavgasının ortasındayken, Newton’un dinsel görüşüne yönelik bir saldırı karşısında ve yine aynı Leibniz tarafından aşağı yukarı tanrıtanımazlık suçlamasına varan bir suçlama karşısında uzakta ve ilgisiz kalması düşünülemezdir — bir Newton ki, hem Keill’e hem de Raphson’a Leibniz’e karşı saldırılarında yardım etmişti, tıpkı yıllar sonra ‘‘Collected papers’’ın yayıma hazırlamasında Des Maiseaux’a ‘‘yardım etmesi’’ gibi (Des Maiseaux’nun derleminin ikinci cildi Commercium epistolicum’dan seçme pasajların çevirilerini yayımlayarak kalkülüs çekişmesinin tarihini kapsar). Aslında, Galler Prensesi Leibniz’e bu mektupların Newton’un öğütleri olmaksızın yazılmamış oldukları varsayımında haklı olduğunu bildirdi (Caroline’den Leibniz’e, 10 Ocak 1716, bkz. O. Klopp, Die Werke von Leibniz, Hanover, 1864-84, cilt XI, s. 71, alıntılayan The Leibniz-Clarke correspondence, Manchester Univ. Presss, 1956, s. 193). Tuhaf görünse de, Clarke’ın yazılarının Newton’un metafiziksel görüşlerini sözel olarak temsil etmeleri olgusunun önemi hiçbir zaman kabul edilmemiş, ve sonuç incelenmelerinin hem Newton’un hem de Leibniz’in tarihçileri tarafından bütünüyle gözardı edilmesi olmuştur. Böylece, örneğin L. T. Moore, a.y., s. 649’da şunları yazar: ‘‘Leibniz’in Principia’nın karşı-Hıristiyan etkisi üzerine saldırısı Newton’u kalkülüsün bulunuşu üzerine tartışmanın yaptığından çok daha fazla öfkelendirildi. Kendini aklamak için Des Maizeaux’u Felsefesinin (Newton’un) dinsel imlemi üzerine Leibniz ve Samuel Clarke arasındaki uzun tartışmayı yayıma hazırlama yönünde güdüledi. Bu amaçla yazara tartışma ile ilgili belgeleri verdi, ve bütün sorunu gözden geçiren tarihsel bir önsöz hazırlamada ona yardımcı oldu.’’
4Bkz. yukarıda s. 140-146.
4aGerçekten de (bkz. yukarıda s. 160. Newton, en azından bir kez uzayı Tanrının sensoriumu ile özdeşleştirdi.
5‘‘Dr. Clarke’ın ilk yanıtı,’’ A collection of papers ..., s. 15 vs.
5aSocinianlar ön-yazgıya (predestination) ve ayrıca Üçlülüğe inanmıyorlardı.
6‘‘Mr. Leibniz’in ikinci yazısı’’ a.g.y., s. 25.
7A.g.y., s. 33.
8Özellikle Socinianizme anıştırması, çünkü gerçekte hem Sir Isaac Newton hem de Dr. Samuel Clarke Socinianizme Yerleşik Kilisenin öğretisine olduğundan çok daha yakındılar; ikisi de aslında Üçlü Tanrı anlayışını kabul etmiyorlardı. her ikisi de — ve ayrıca John Locke — Unitarian idiler; bkz. H. McLachlan, The religious opinions of Milton, Locke and Newton, Manchester, 1941. Newton’un metafiziksel ve dinsel görüşleri üzerine bkz. Helëne Metzger, Attraction universelle et religion naturelle, Paris, 1938, ve E. W. Strong, ‘‘Newton and God,’’ Journal of the History of Ideas, cilt XIII, 1952.
9Ya da en azından bildirir.
10‘‘Dr. Clarke’ın ikinci yanıtı,’’ a.g.y., s. 41. Intelligentia supramundana, ya da daha tam olarak, extra mundana, Leibniz’in bir anlatımıdır; bkz. Théodicée, § 217.
11A.g.y., s. 45.
12‘‘Mr. Leibniz’in üçüncü yazısı,’’ a.g.y., s. 57.
13A.g.y., s. 59.
14A.g.y., s. 69.
15Dr. Clarke’un üçüncü yanıtı,’’ a.g.y., s. 77. Dr. Clarke ‘‘özellik/property’’ terimini kendi ‘‘yanıtlar’’ında olduğu gibi Leibniz’in ‘‘yazıları’’nın çevirisinde de kullanır — ve daha doğru bir terimi, ‘‘yüklem/attribute’’ terimini niçin kullanmadığı çok iyi anlaşılır; çünkü Leibniz Spinoza’dan söz etmiştir. Ama Leibniz’in kendisi ‘‘yüklem’’ terimini kullanır; dahası, Clarke’ın ‘‘yanıtlar’’ının Clarke’ın kendisi tarafından gözden geçirilen ve kabul edilen Fransızca çevirisi ‘‘özellik’’ yerine ‘‘yüklem’’i kullanır.
16Dr. Clarke’ın örneği oldukça kötüdür, çünkü bu durumda durağan yıldızlar açısından ‘‘bizim dünyamız’’ın göreli bir yerdeğişimi söz konusu olacaktır.
17Tanrının dünyayı doğru bir çizgide devindirip devindiremeyeceği üzerine eski problemin tartışmasında süredurum ilkesinin kullanımı (bkz. yukarıda Bölüm III, Not 43’te alıntılanan çalışmam) oldukça ustacadır.
18‘‘Dr. Clarke’ın ücüncü yanıtı,’’ a.g.y., s. 85.
19Leibniz için olgusallık ve bireysellik ayrılmazdır.
20‘‘Mr. Leibniz’in dörnücü yazısı,’’ a.g.y., s. 97.
21 A.g.y., s. 103.
22Böylece Leibniz ve Descartes hemen hemen tam anlaşma içindedirler.
23‘‘Mr. Leibniz’in dördüncü yazısı,’’ a.g.y., s. 115 vs.
24A.y.
25A.y. Leibniz Henry More’dan beşinci yazısında söz edecektir, n. 48: ‘‘Vargı olarak: Eğer (yazarın imgelediği gibi) cisimlerden boş uzay bütünüyle boş değilse, o zaman ne ile doludur? Acaba uzamlı tinlerle mi doludur, yoksa kendiliklerinden uzamaya ya ve kısalmaya yetenekli özdeksel-olmayan tözlerle mi — tözler ki, orada devinmeye ve herhangi bir uygunsuzluk olmaksızın birbirlerinin içine geçmeye yetenekli olmaları gerekir, tıpkı iki cismin gölgesinin bir duvarın yüzeyi üzerinde birbirleri üzerine işlemeleri gibi? Sanırım Dr. Henry More’un (başka bakımlardan bilgili ve iyi niyetli bu insanın) imgeleminin ve o tinlerin kendilerini diledikleri her zaman içine-işlenemez kılabildiklerini düşleyen kimi başkalarının imgelemlerinin yeniden dirildiğini görüyorum.’’
26A.y.
27A.y.
28A.g.y., s. 101.
29A.y.
30‘‘Dr. Clarke’ın beşinci yanıtı,’’ a.g.y., s. 121.
31Giderek eğer atomizmi matematiksel felsefe ile bağlamayı istesek bile onu kabul etmemiz gerekir.
32A.g.y., s. 125.
33A.y.
34A.y.
35A.g.y., s. 127.
36A.g.y., s. 131.
37Dr. Clarke’ın Henry More’un ünlü kavram ve terimini kullandığını görmek çok ilginçtir.
38A.g.y., s. 127.
39A.g.y., s. 135.
40A.g.y., s. 139.
41A.g.y., s. 139.
42A.g.y., s. 141.
43A.g.y., s. 149.
44A.g.y., s. 151.
45Bu son davranış, çok sık olmak üzere, ‘‘keyfilik’’ olarak damgalanmıştır.
46‘‘Mr. Leibniz’in beşinci yazısı,’’ a.g.y., s. 181.
47A.y.
48A.g.y., s. 211.
49A.g.y., s. 183.
50A.g.y., s. 207.
51A.g.y., s. 231.
52A.g.y., s. 189.
53A.g.y., s. 193.
54A.g.y., s. 195.
55A.y.
56A.g.y., s. 235.
57A.g.y., s. 259.
58A.g.y., s. 269 vs.
59‘‘Dr. Clarke’ın beşinci yanıtı,’’ a.g.y., s. 295.
60A.g.y., s. 313.
61A.g.y., s. 301 vs.
62A.g.y., s. 349.
63A.g.y., s. 367.
64A.g.y., s. 335.


SÖZLÜK

alloglossie allo: yabancı, başka; glosse, glossie: aldatıcı, yanıltıcı açıklama, yorum
anima mundi dünya ruhu
anlık mind
anlak understanding, intellect
antipodlar antipodes yerin yüzünde birbirlerine yüzseksen derece karşıt noktalar
a parte ante geriye, önceye doğru
a parte post ileriye, sonraya doğru
aura görülmez yayılım, örneğin bir koku gibi
ayrımsamak apprehend
bağlılaşık correlated
başucu noktası zenith gök kürede konumu bir gözlemcinin dikey olarak üzerine düşen nokta
belirsiz indefinite
belirtik explicit
belirlenimsiz indeterminate
belit axiom
biçimdeş uniform
bitimsiz interminate (interminatum)
boş void, empty
bozukvargı paralogism
cisimcik corpuscle
contradictio in adjecto yüklemde çelişki, çelişkili yüklem
çevren ufuk horizon
çevrim rotation
çekim attraction
Deus verax gerçeklik Tanrısı, gerçeğe bağlı Tanrı
Dieu fainéant tembel Tanrı
dirimselci vitalistic
diskursif discursive
duyu sense
duyu-algısı sense-perception
dünya world (yeryüzü: earth; evren: universe)
dürtü impulse
düşlem fantasy
düzenek machine
düzenekbilim mechanics, Mechanicks
düzeneksel Mechanic(al)
edimsel(lik) actual(ity)
engin immense (ölçüsüz)
ens rationis ussal kendilik, ideal şey
erke energy
erkenin sakınımı conservation of energy
eşbiçimlilik isomorphism
ex professo görev uğruna
extra-mundane dünya dışı
genlik amplitude
Gentil Yahudi ile karşıtlık içinde Hıristiyan; daha genel olarak, birinin kilisesinin üyesi olmayan herkes
gizil potential
gizillik potentiality
gospel bir dinsel öğretmenin iletisi, öğretisi.
gönderme çatısı frame of reference
güç power
günözeksel heliocentric(al)
Hermetik Hermes Trismegustus ile ilgili. H. T. Mısır tanrısı Thoth için Yunanca adlandırmadır ve kendisine gizemcilik ve büyü ile ilgili çeşitli işler yüklenir.
hiloteizm Tanrıyı özdek olarak alan görüş
hors de Dieu Tanrı dışı
hudutsuz boundless
içine-işlenemezlik impenetrability
ilinek accident
ilksiz-sonsuz sempiternal
imgelem imagination
intelligentia mundana dünyasal anlık
intelligentia supra-mundana dünya-üstü/ötesi anlık
izlek course, trajectory
kanıtlamak demonstration
karıştırmacılık, sinkretizm syncretism değişik dinlerin, öğretilerin belli ilkelerini, uygulamalarını birleştirme girişimi
karşılılık reciprocity
kayra providence
kendilik entity
kıpı moment, instant
kinematik devimin kuvvet ve kütle ile ilişkisiz irdelemesi
kolure colure gök küredeki iki büyük daireden her biri. Bunlardan biri gök kutuplarından ve güneşitliklerinden, öteki ise kutuplardan ve gündönümlerinden geçer. (güneşitlikleri: equinox/Tagundnachtgleiche: yılda iki kez gece ve gündüz eşitliği; gündönümü, solstice, yılın en kısa ya da en uzun günlerinden her biri)
konutlamak posit (daha geniş kullanımına karşın, dikkatli kullanıldığında ‘varoluş’ ileri sürmeyi anlatır)
kozmografi cosmography Bütün doğa düzeni ile ilgilenen bilim
kuvvet force
Medici İtalya’da onaltıncı yüzyılda bankerlik, tecim, politika, sanat vb. gibi ilgileri ile ünlü bir aile
non-ens varolmayan, yokluk
Numen (Henry More’da) bir yeri ya da bir şeyi gözeten bir tanrı, tin
okkült gizli occult
orbis magnus yeryüzünün güneş çevresindeki devimi ile çizdiği yörünge
ölçün standard
önsav hypothesis
ön-yazgı predestination
özek center
özekkaç centrifugal
özellik property
paralaks parallax bir gök cisminin yeryüzünün yörünge çapına doğru yaptığı açı
partes extra partes parça dışında parça
plenum doluluk
plenist doluluk görüşünün yandaşı
pneumatoloji Hıristiyan tanrıbilimin Kutsal Hayalet ve başka tinlerle ilgilenen dalı
Primum Mobile Birincil Devindirici, (İng. prime mover)
progressus in infinitum sonsuza ilerleme
quoad nos bizim için
Sabbath Günü Musevilikte ve belli Hıristiyan Kiliselerde haftanın tapınmaya ve dinlenmeye ayrılan son günü
sığa capacity
sınır limit
simpliciter blt. yalın olarak, saltık olarak, kendinde
Socianizm İsa’nın tanrısallığı, Üçlülük ve ilk günah gibi Hıristiyan öğretileri reddeden ve İsa’nın erdemlerini izleyenlerin esenliğe kavuşacaklarını savunan İtalyan Protestan tanrıbilimciler ve reformcular olan Faustus Socinus (1539-1604) ve amcası Laelius Socinus’un (1525-62) görüşleri
sonsuz infinite
sonsuzlukçu infinitist
sonurgu corollary
süre duration
Species Intentionalis amaçlı ‘tür’
stricto sensu sağın anlamda
tanıt, tanıtlama proof
tansık mucize, miracle
tertium non datur bir üçüncü şık yoktur
tikel particular
uçarısefih libertin
Unitarianizm Tanrının tek-kişiliğini ileri süren, Üçlülüğü (tek bir Tanrısallıkta Baba, Oğul ve Kutsal Tin) ve İsa’nın tanrısallığını yadsıyan, ve us, duyunç ve ve karekteri inanç ve kılgı ölçünleri olarak alan Hıristiyan inanç dizgesi
us reason
uslamlama argument
üstdaire epicycle
uygulayım technics
uzam extension
vis centrifuga özekkaç kuvvet
vis inertiae süredurum kuvveti
vita contemplativa düşünce yaşamı
vita activa eylem yaşamı
vis viva dirimli kuvvet. Devinen bir cismin kütlesi ile hızının karesinin çarpımı sonucunda elde edilen kuvvet. Devim erkesinin iki katını verir; Leibniz’in adlandırması (bkz. Maxwell, Özdek ve Devim, Konu 96).
yapı structure; frame (archaic)
yerçekimi gravity
yerözeksel geocentric(al)
yüklem attribute
zaman-uyumsuz anachronistic (anachronism: tarihsel olguları ait olmadıkları zamanlara yerleştirmek)
Zodyak ekliptiğin (güneşin yıldızlara göre yıllık yörüngesi) her iki yanında 8 derece genişliğinde imgesel bir kuşak. Oniki eşit dilime bölünür ve her biri içine düşen yıldız öbekleşmesi tarafından adlandırılan bu dilimlere zodyak imleri denir.


İDEA YAYINEVİ (C) AZİZ YARDIMLI 2007
(LÜTFEN INTERNETTE İZİNSİZ YAYINLAMAYIN)