İdea Yayınevi / Tüze Felsefesi
site haritası
 
Epistemoloji ve Ontoloji

Epistemoloji bilginin bilinmesini amaçlar. Ama bilmek için herşeyden önce bilmenin ne olduğunun bilinmesi gerektiği, bilmek için bir bilgikuramının gerekli olduğu düşüncesi idiotlara özgüdür. Bilmeden önce bilenler onlardır. Bilmeden önce bir bilgikuramı yapacak olanlar onlardır.

Anlak (ki derin-düşünme, üzerine düşünme, sıradan bilinç, doğal bilinç gibi sözcükler ile de anlattığımız düşünme yolumuz budur) tekil düşüncelerde ilerler.

Epistemoloji 'bildiğimizi (= var olanı) nasıl biliriz' sorusu ile ilgilenir.
Ontoloji 'var olan (= bilinen) nasıl vardır' sorusu ile ilgilenir.

Epistemoloji ve Ontoloji ayrımı analitik düşüncemizin bir soyutlamasıdır: Kavram, Varlıktan ayrı olduğu sanıldığında, olmayan Kavramdır — ve olmayan ise düşünülemeyendir. Varlık, Kavramdan ayrı olduğu sanıldığında, düşünülemeyen Varlıktır — ve düşünülemeyen ise olmayandır.

Analitik düşünce Varlığı belirli-Varlık, duyusal, özdeksel ya da şu ya da bu şekilde görgül bir Varlık yaparak düşünür, ve düşündüğünün kendisini düşünceden ayırır.

Varlık düşüncenin en son soyutlaması olarak görüldüğünde onu görgül (duyusal, özdeksel, cisimsel, kısaca uzaysal-zamansal) olarak düşünemeyiz, ve Varlık ya da yalnızca Olma dediğimiz şey bütünüyle belirlenimsizdir, şöyle ya da böyel olma, şöyle-Varlık ya da böyle-Varlık, şöylelik ya da böylelik değil, ama genel olarak 'Olma'dır — Varlık olarak Varlık.

Kavram ve Bilgi
Kavram ve Şeyler arasındaki ilişki açısından Anaxagoras "Kavram Şeylerin özüdür" (= Nous Evrenin Özüdür) bildiriminde bulunur. Kavram ve Şeyler arasındaki bu özsel bağıntıyı, evrenin ussal olması gerektiği düşüncesini mantıksal olarak tanıtlamamış, ama yalnızca ileri sürmüştür. Düşüncenin Şeylerin doğasını ya da özünü anlattığı görüşü, bir görüş (doxa) olarak, tanıtlama (ya da çürütme) gereksinimindedir.

Kavramın nesnel ve evrensel imleminin olduğunu, yalnızca bizim öznel ve bireysel düşüncemiz olmadığını tanıtlamak — bu tanıtlama ontolojinin ve epistemolojinin bir olduğunun tanıtlamasıdır. Soyut Kavram salt kendi ile ilişki içinde görülen, hiçbir içeriği, sınırlaması, olumsuzlaması olmayan bir belirlenimsizliktir. Kavram (aslında tüm Kavramlar) böyle düşünüldüğünde onun için (ve onlar için) ileri sürülebilecek biricik belirlenim var olduğudur, çünkü var olmak yalnızca var olmaktır, hiçbir belirlenim ile yüklü olmamaktır.

Kavram ve Varlığın birliği bizi yalnızca soyutlamaların birliğine götürür. Kavram durumunda soyutlama yalnızca onun duyusal, fiziksel olmadığını anlatmakla kalmaz, ama özsel olarak onun ilişkisiz, olumsuzlamasız, böylece belirlenimsiz olduğunu anlatır, ve bu ise onu Varlık ile bağlayan mantıksallıktır.

Ama ne felsefe ne de gerçeklik bu soyutlama düzleminde kalır. Kavramın Kavram olarak bilgi olduğunu yadsımayı isteyebiliriz. Ama Kavram salt Kavram olarak ve böylece Varlık olarak yalnızca başlangıçtır, ve bir başlangıç ise soyutlamanın doruğudur. Bilgi Kavramın somutluğunu, içeriğinin bütün bir varsıllığı içinde açınımını gerektirir. Soyutlama bu içeriğin soyutlanmasıdır ve hiç kuşkusuz yapaydır, analitiktir. Kendinde somut olan Kavramın açınımı, kendinde nesnel olan bu süreç felsefede ve felsefe tarihinde bir kez de bizim için ve bizim tarafımızdan yeniden üretilir.

Deneyim
Deneyimi kavramsız bir duyusal ya da sezgisel algı olarak gördüğümüz zaman yalnızca neyin deneyimi olduğunu değil ama bir deneyim olduğunu bile söyleyemeyiz. Deneyimin kavramların kaynağı olduğunu düşünmek ve kavramları kavramsız deneyimden türettiğini sanmak gerçekte sanrılamak gibi birşeydir.

Deneyimin kendisinin kavramsız olamayacağı düzeye dek, deneyim olgularının kendileri kavramsız olamazlar. Bu düzeye dek Deneyim kavramların kökeni olmak bir yana, kavramsız deneyim boş bir soyutlama, olmayan birşeydir.

Bilginin dışsal dünyayı deneyimleyerek, gözlemleyerek, algılayarak vb. kazanıldığı görüşü Deneyim ve Kavramın ayrı oldukları, kavram olmadan deneyimin olabileceği sayıltısı üzerine dayanır.

Deneyim birşeyi yaşamış olmak, sonra bir kez daha yaşamak, sonra bir kez daha, bir kez daha yaşamak ve bu yinelemeden bir alışkanlık kazanmaktır. Burada bir bilgi değil ama yalnızca bir bilgisizlik, yalnızca bir alışkanlık olduğu açıktır ve insan bilgisini bir alışkanlığa indirgemek, görgücülüğün ve ondan çok fazla uzaklaşmayı göze alamayan Kant'ın bu entellektüel indirgemeciliği insan düşüncesinin gücü açısından biraz utandırıcıdır.

Yalnızca deneyim değil, ama bütününde algı, gözlem, görüngü, yaşantı vb. anlatımları da bilgi problemi açısından aynı düzlemde durur. Tümü de kavramsal yapılardır, kavramlara kaynak olmak bir yana, olanakları için kavramlara kendileri gereksinirler, giderek adlarının kendileri bile kavramdır. Kant deneyimi tanımlayanın, belirleyenin, betimleyenin a priori anlak-kategorileri olduğunu söyler. Bu ne yenidir (Kopernik devrimi Kant'tan çok önce yapılmıştı), ne de yeterlidir (Kopernik devrimi de yeterli değildi, eksikti, çünkü Güneşi Evrenin özeği sayıyor, kristal kürelerin varlığını doğruluyordu vb.). Bilgi anlağın kendi öznelliğini bilmesinden daha çoğu olmalıdır.

Tanıtlama
Tanıtlama Bilgiyi olduğu gibi Varlığı da doğrular. Bilgi var olanın bilgisidir. Oluşta olanın bilgisi görgül ya da görüngüsel bilgidir, eş deyişle bilgi değildir. Tanıtlama tanıtlananın gerçek olduğunu, var olduğunu gösterir, doğru olduğunu değil. Var olanın var olduğunu söylemek doğrudur. Birşeyin gerçek olduğunu söylemek onun kavramına uygun olduğunu söylemektir.

Tanıtlama 'gerçek olan var olandır' der. Bu Varlık soyut varlıktır. Birşeyi tanıtlama ya da bilme, Aristoteles’in sözcüğe verdiği tanımı izlersek, nedeninin gösterilmesidir. Hiçbirşeyin salt soyutlanmış olarak varolmadığını ve soyutlamanın kendisinin bir sentezden yola çıkan analiz olduğunu düşünürsek, birşeyin nedeni ile ilişkisi onu analitik düşüncedeki soyutluğundan kurtarmaktır. Bu somutlaşma 'neden' için de gerekli ve geçerlidir ve böylece nedensellik zincirinde sonsuz görünümlü bir gerileme başlar. Aristoteles bu gerilemeyi belitlerde (axiom), tanıtlanmalarının gerekmediğini düşündüğü gerçekliklerde sonlandırır. Ama bunlar da, eer ilişkili olduklarını düşünürsek, dolaysız değildirler. Dolaysıza kendi ile yalın ilişki olarak Varlıkta ulaşılır. Ama Varlık da kendinde dolaysız ya da belirlenimsiz değildir, ve kendini Yokluk yoluyla bütün bir mantıksal dizgeye bağlar. Kavramın bağıntısı mantıksal olanın kendisidir. Tanıtlama bu mantıksal bağıntının ('neden' ile zorunlu ilişkinin) gösterilmesinden oluşur. Ama bu bağıntılama ya da çıkarsama belitlere doğru mekanik bir gerileme değil, kavramın kendi eytişimi yoluyla karşıtı ile zorunlu ilişkisinin ve birliğinin gösterilmesidir (Kurgul Yöntem).

Bilgi ve Olgu
Bilgi nesnesi ile bir olan Kavramdır. Bilgi var olanın bilgisi olmalıdır. Olgu şöyle ya da böyle olabilir. Zorunluğu yoktur. Bilgi şöyle ya da böyle olamaz. Zorunludur. Bilgi varlık ile birdir; bilgi değişmez ve varlık her zaman vardır. Bilginin değişmezliği onun saltıklığıdır. Saltık olmak ise göreli olmak, ama salt kendi ile göreli olmaktır. Bilinçte Kavram ve Nesnesi bir olduğu zaman Bilinç bilgiye eşittir. Bu bilinç ussal bilinç, Us ile bir olan Bilinçtir.

A priori: Deneyime önsel olan.
A posteriori: Deneyimden sonra olan.
Deneyim, algı, gözlem gibi a posteriori bilgi kaynaklarının kendileri a priori kavramlar tarafından belirlenir, çünkü bir deneyimden vb. söz ettiğimizde tüm belirlenimleri kavramsaldır ve duyusalın duyusal olarak bilgi ile bir ilgisi yoktur. Deneyim dışsal realitenin bilincin kendisinde kurgulanmasıdır.

A posteriori bilgi böylece karşıtı olması gereken a priori bilgi ile birdir. Görgücülük a priori olanın kaynağının a posteriori olanda olduğunu düşünür. Ve böylece a priori olanı da değersizleştirir, saçmalaştırır, onu salt "sönük düşüncelere," "faint ideas" dediği şeylere bozar.

Aziz Yardımlı / İdea Yayınevi 2014