İdea Yayınevi / Temalar / Seçmeler
site haritası 
 

İLERLEME VE CONDORCET
Çeviri: Aziz Yardımlı

From Franklin L. Baumer, Main Currents of Western Thought, 2nd ed. New York: Alfred A. Knopf Inc., 1964.

Marquis de Condorcet

İnsan Usunun İlerlemesi / Bölüm 24

Condorcet’nin Varsayımları: Bir İnsan Özü, Bir İnsan Gizilliği Vardır • Gizillik Edimselleşeceği İçin Gizilliktir  •  Bir İdeal İnsan Doğası Vardır  •  İnsan Doğası Eksiksizleşebilirdir  •  Tarih Bir Gelişmedir, Süreçtir  •  Tarihin Bir Ereği Vardır

 

Marie Jean de Caritat, Marquis of Condorcet ussal bir anayasa temelinde ekonomi kavramına uygun özgür ekonomiyi, özgür ve eşit kamu eğitimini, kadınlar ve tüm ırklar için eşit hakları savundu.

A. [Çalışmamın] sonucu, uslamlamalardan ve olgulardan, insan yetilerinin iyileşmesi için hiçbir sınırın saptanmamış olduğunu, insanın eksiksizleşebilirliğinin saltık olarak sınırsız olduğunu, bundan böyle onu engelleyecek her gücün denetiminin üzerinde olan bu eksiksizleşebilirliğin ilerlemesinin doğanın bizi üzerine yerleştirdiği kürenin süresinden başka hiçbir sınırının olmadığını göstermek olacaktır. Bu ilerlemenin gidişi hiç kuşkusuz az ya da çok hızlı olabilir, ama hiçbir zaman geriye dönük olamaz; hiç olmazsa yeryüzü evrenin dizgesindeki konumunu sürdürdükçe, ve bu dizgenin yasaları küre üzerinde genel bir yıkım yaratmadığı ve bundan böyle insan ırkının orada aynı yetileri korumasına ve uygulamasına ve aynı kaynakları bulmasına izin vermeyecek yolda değişimler getirmediği sürece. ...

Her şey bize insan ırkının büyük devrimlerinden birinin dönemine yaklaşmakta olduğumuzu söylemektedir. ...

B. Eğer insan yasalarını anladığı görüngüleri hemen hemen pekinlik ile tahmin edebiliyorsa; eğer yasaları bilmediği zaman bile geçmişin deneyimi ona dikkate değer bir olasılık düzeyinde gelecek görüngüleri önceden saptama yeteneğini veriyorsa; o zaman niçin belli bir gerçeklik düzeyi ile insanlığın gelecek yazgısının tablosunu onun tarihinin sonuçlarından saptamanın kuruntulu bir girişim olduğunu kabul etmemiz gereksin? Doğal bilimlere inancın biricik temeli evrenin fenomenlerini düzenleyen genel yasaların, bilinsinler ya da bilinmesinler, düzenli ve değişmez olduklarıdır; ve doğanın başka işlemlerine uygulanabilir olan bu ilke, insanın düşünsel ve ahlaksal yetilerinin gelişimine uygulandığında, niçin daha az doğru olsun? Kısaca, aynı nesneler sınıfına göreli deneyimden oluşan görüşler en sağlam anlaklı insanları davranışlarında yöneten biricik kural oldukları için, felsefecinin tahminlerini benzer bir temel üzerinde desteklemesi niçin yasaklanması gereksin — yeter ki onlara edimsel gözlemlerin doğrulayacağı sayıdan, tutarlıktan ve sağınlıktan daha büyük bir pekinlik yüklemiyor olsun?

İnsan türünün gelecek durumuna ilişkin umutlarımız üç noktaya indirgenebilir: Değişik uluslar arasındaki eşitsizliklerin yokedilmesi; bir ve aynı ulusta eşitliğin ilerlemesi; ve son olarak, insanın gerçek gelişimi.

Her ulus bir gün örneğin Fransızlar ve Anglo-Amerikanlar gibi en aydınlanmış, en özgür, önyargılardan en bağışık olan halklar tarafından erişilen uygarlık durumunu ulaşmayacak mıdır? Krallara boyun eğen ülkelerin köleliği, Afrika kabilelerinin barbarlığı, ve yabanılların bilgisizliği dereceli olarak yitmeyecek midir? Yerküre üzerinde tek bir toprak parçası var mıdır ki orada yaşayanlar doğa tarafından hiçbir zaman özgürlüğü yaşamamaya, hiçbir zaman uslarını kullanmamaya mahkum edilmiş olsunlar?

İnsanlar daha aydınlandıkça, ve kendileri için kanlarını ve hazinelerini saçıp dökme hakkını sürdürdükçe, dereceli olarak savaşı tüm yıkımların en ürkütücüsü olarak, tüm suçların en korkuncu olarak görmeyi öğreneceklerdir. Ortadan kaldırılacak ilk savaşlar egemenlik gaspçılarının şimdiye dek sözde kalıtsal haklarının sürdürülmesi için uyruklarını içine çektikleri savaşlar olacaktır.

Uluslar bileceklerdir ki, özgürlüklerini yitirmeksizin fatihler olamayacaklardır; sürekli konfederasyonlar bağımsızlıklarını sürdürmenin biricik araçlarıdır; hedefleri güç değil ama güvenlik olmalıdır. Dereceli olarak tecimsel önyargılar sönüp gidecektir; yalancı bir tecimsel çıkar yeryüzünü kana boğmanın ve ulusları onları varsıllaştırma düşüncesi altında yıkıma uğratmanın korkunç gücünü yitirecektir. Değişik ülkelerin halkları sonunda politikanın ve ahlakın ilkeleri yoluyla birbirlerine daha da yakınlaşırken, her biri ulustan ya da kendi işleyiminden türetebileceği kendi çıkarına yabancıların kendi yararları için eşit bir katılımları çağrısında bulunurken, ulusal düşmanlıkları üreten, kızıştıran ve sürdüren tüm nedenler tek tek yitecek, ve bundan böyle savaşçı deliliğe ne yakıt ne de gerekçe sağlayacaktır.

Kurumlar, belli felsefecilerin boş zamanlarını dolduran ve yüreklerini avutan sürekli barış tasarlarından daha iyi birleşmiş olarak, ulusların bu kardeşliğini ivmelendireceklerdir; ve savaşlar, tıpkı suikastler gibi, tarihleri onlarla kirlenen ülke ya da çağ üzerine silinemez bir onursuzluk lekesi bırakan küçük düşürücü ve doğaya tiksinti verici gözü kara zulümler arasında sayılacaklardır.


RUSYA'DA İLERLEME — SOVYETLERDEN ÖNCE

AZİZ YARDIMLI

Bronz Atlı, Medny vsadik, ya da Büyük Peter (1672-1725). Etienne Falconet’nin yontusu. — Peter
ilerici
idi. Ülkesinin gelişmiş, güçlü, büyük bir ülke olmasını istiyordu. Aydın despot tüm varlığını bu ilkeye
adadı ve ülkesini zor ve şiddet yoluyla modernleştirmeye girişti. İlerlemeyi Aydının bir sorunu olarak gören Aydınlanma yararcı törelliği ile ne demokratiktir, ne de evrensel insan hakları ile bağdaşır. Büyük Peter ve II. Katherina Aydınlanmanın despotik karakterini temsil etmede en başarılı örnekleri verirler.

İnsanlık özsel olarak ilerlemeyi, bir hedefe, bir ereğe erişmeyi ister. İlerleme göreli olmayan bir ölçütü, saltık, değişmez, belirli bir varış noktasını gerektirir. Yerimizde sayıp saymadığımızı, ya da sağa ya da sola sapıp sapmadığımızı, belki de geriye doğru gidip gitmediğimizi anlamanın güvencesi bu ideal hedeftir — gerçek, güzel ve doğru olanı kavramak, onlara değerler olarak sarılmak, ve yalnızca onları yaşamak.

Ama ilerlemenin insanın ilerlemesi olmadığını düşünen bilinç biçimleri de vardır. Bu bakış açılarına göre, ilerlemenin öznesi insan değil ama insandan başka şeylerdir. İnsanı içgüdülerinin denetimindeki salt bir doğa varlığı olarak gören doğalcılık, insan usunu boş bir tablet üzerine karalanan izlenimlerin bir türevi olarak gören görgücülük, ya da insanı usunun değil ama ekonomik itkilerinin güdümünde gören özdeksel altyapı kuramcılığı — tümü de bu dünyada onu insan usundan ve istencinden bağımsız olarak ilerletecek tılsımlı bir gücün bulunduğunu ileri sürer.

Condorcet geçmişin deneyiminden geleceğin çıkarsanabileceğini düşünür. Bu biraz olgucu uslamlama çizgisi insan doğasının özsel ussallığından tarihin Özgürlüğe doğru bir gelişim süreci olduğu vargısına ulaşmaktan bütünüyle başka birşeydir. Ereksellik görgül zeminlerde değil ama ancak kavramsal olarak doğrulanabilir. Doğada geleceği zorunluk ilkesi zemininde bilmemiz olanaklı iken, Tinin alanında kavramımız zorunluk değil ama Özgürlüktür: İnsan özünün kendi gizilgücü yoluyla ereksel gelişimi. Dünya-Tini özgürlüğe doğru aydın despotlar, önderler yoluyla değil ama kendi istenci yoluyla ilerler. Özgür olanın önderlere ve kurtarıcılara gereksinimi yoktur.

İnsan özgürlüğünün bilincinde olmayan yöntem insanı da ancak denetlenebilecek bir doğa nesnesi gibi alabilir. Buna göre Condercet insanın ‘düşünsel ve ahlaksal yetileri’ üzerinde bir kuralın uygulanmasından söz eder. Aydınlanmanın ussalcılığı budur.

 


Puşkin 1833’te ‘‘Bronz Atlı’’ başlıklı şiirini yaşamı ancak şiddetin terimlerinde yorumlayabilen bu modernist-reformist çara, Büyük Petro’ya bir övgü olarak yazdı. Puşkin Rusya’nın Çarlık ve Halk arasında parçalanan ilk şairlerinden biriydi: Çar yandaşlarından Bolşeviklere, en sofu Ortodokslardan ayyaşlara dek her Rusun onda kendinden bir parça bulduğu söylenir.

Bir bütün olarak insanlığın tarihsel ereğinin Değerlerin kendilerinin edimselleşmeleri olduğu düzeye dek, ilerlemenin gerçek kavramı insanın kendini tüm özgürlüğü, duygusu, duyarlığı içinde, usunun bütünü içinde geliştirmesi, o usa alabileceği biricik gerçek biçimin, kendi öz biçimin verilmesidir. Ancak o zamandır ki insanın özgür ruhu ile bir olan bedeni ve usu ile bir olan fiziksel dünyası o tinsel biçimin özgürlüğü ve değeri altında alabilecekleri ideal belirlenimi kazanabilir.

Tarihsel Özdekçi ideoloji bildiğimiz gibi dünyayı değiştirmekle ilgilendi. İnsan kavramının, usun kendisinin dışsal bir yansıma olduğunu kabul ettiği düzeye dek, kaçınılmaz olarak ilerlemeyi ilkin insanın değil ama dünyanın altyapısal ilerlemesi olarak, ve insanı bu ilerlemenin amacı değil ama aracı olarak gördü. Bunun saltık olarak zor yoluyla olanaklı olduğu vargısı ‘bilimsel’ zeminlerde tanıtlandı, hiç olmasza öyle olması gerektiğine inanıldı. Erek uğruna insana şiddet ve zorbalık uygulamak yalnızca kaçınılmaz değil ama ayrıca bir proleter cennete götürdüğü düzeye dek iyi olarak da görüldü —, ve Asyanın engin despotik alanlarında insanlığa karşı insanın yetenekli olduğu en acımasız şiddet türü uygulandı. Özdeksel İlerleme uğruna yüz milyona yakın insan yokedildi.

Tarihte bir süreklilik öğesinin bulunduğu düzeye dek, bu girişimin en yakın kökenleri Avrupa’da bir zorunluk olarak yaşanan Aydınlanma döneminde yatar. Aydınlanma soyut bir us tasarımından türettiği şemaya göre, ilerleme özsel olarak işleyim ve tecimin ilerlemesi idi. İlerlemenin özdeksel gönencin büyümesinden geçtiği düzeye dek, insanın moral iyileşmesi dışsal koşulların bir yan-ürünü olacaktı. Ancak ekonomik olarak kurtulmuş insanların tinsel olarak da kurtulabileceklerine inanıldı. İnsanın bir altyapı türevi olduğuna, usun özdeksel dünyanın bir yan-ürünü olarak belirlendiğine, duyuncun bir altyapı işlevi olduğuna inanıldı. Ve buna göre tüm tasarlarını altyapının kendisinin ayarlanması koşulu üzerine kurdu. Denetim, ve onun gerektirdiği zorbalık ve şiddet ilerlemenin biricik güvencesi olarak görüldü. Bu ince tasar ideolojik partilerden önce aydın despotların kendileri tarafından yaşama geçirildi. Batı Avrupa’da olduğu gibi Doğuda, Rusya’da da aydın despotlar kendi istençlerinin bir uzantısı olarak gördükleri devleti ilerlemenin aracı olarak kullanmaya başladılar.

Petro’nun bildiği biricik ilerleme yöntemi ‘şiddet’ yoluyla ilerleme yöntemi idi.

Eğer zor yoluyla bir halk uygarlaştırılabiliyorsa, Petro’nun zamanı Rusya için gerçekten bir reform, aslında bir devrim dönemi oldu, ve modern Rusya’nın ve tüm geleceğinin temelleri Petro tarafından atıldı. Bu dönemi bu terimlerle tanımlayanlar hiç kuşkusuz vardır. Eğer bir halk zor yoluyla eğitilebiliyorsa, Petro en büyük eğitmendi. Eğer ‘eğitici-Despot’ diye birşey varsa, Petro tam bu despot türünün cisimselleşmesiydi.

Ama eğer eğitim insan duyuncunun ve istencinin gelişimi ile ölçülürse, o zaman Petro’nun kendisi tarihin tanıdığı en eğitimsiz egemenlerden biri idi. Belirlenmesine katkıda bulunduğu tin tarihe daha önce hiçbir zaman yaşanmamış bir despotizm türünü, çıplak usdışının eylemini getirdi: Rus tarihsel kimliğinin başat belirlenimleri kölelik ve yokedicilik, korku ve nefret, düşmanlık ve ölüm oldu. Rusya’da ilerleme baskı, acımasızlık, terör anlamını kazandı.


Petro I (Jean-Marc Nattier’in tablosu, 1717). 10 yaşında Rusya Çarı olan Pyotr Alekseyeviç
İsveç ile yapılan Kuzey Savaşında (1720-21) Rusya’yı yönetti. Petro yeni başkent
St. Petersburg’u da kurdu.
Petro büyük bir tutku ve ölçüsüz bir coşku ile Rusya’yı modernleşmenin yoluna sokmaya çalıştı. Ama modernleşme onun için güçlü olmanın ve güç uğruna gönenç yaratmanın yolundan başka birşey değildi. Fabrikaları yalnızca ülkenin askeri gücünü arttırmak için amaçlandı — ordunun silah gereksinimlerini karşılamak üzere madencilik, gemicilik, dökümcülük, ve askerlerini giydirmek için kumaş üretimi. Bütünüyle tutarlı olarak, böyle fabrikalarda serf emeği ve madenlerde ise doğrudan doğruya köle emeği kullanıldı. Petro'da insan ve insanlık kavramının herhangi bir belirtisini görmeyiz. Modernleşmenin bir insanlık sorunu olduğu ve ancak özgür insanlığın gelişebileceği gibi düşünceler henüz küçük beyninin sığası içinde değildir. Böyle kişiliğe acımasızlık doğallıkla eşlik eder ve Petro duyunç kavramından bütünüyle yoksundur.

Petro 1703’te Rusya’nın Baltık denizindeki egemenliğini mühürleyen Petrograd’ı kurdurdu. Bu ‘uygarlaşma’ ve ‘ilerleme’ gösterisi hastalık, kötü beslenme ve boğulma sonucunda ölen en az 30.000 (kimilerine göre ise yüzbinlerce) işçinin yaşamı pahasına gerçekleşti — ödünsüz bir yararcılık ilkesinin insan haklarını nasıl algıladığını gösteren bir örnek.

Petro 17’nci yüzyılda serfleştirilen köylüyü toprağa ve köy kömününe bağlılığından da kurtararak onu sözcüğün tam anlamıyla köleleştirdi, alınıp satılan, değiş tokuş edilen, efendinin keyfine göre şuraya ya da buraya taşınan istençsiz bir mala çevirdi.

Saltanatının daha ilk yarısında serf nüfusuna 175.000 yeni ruh ekledi.

Petro kendi adına kurdurduğu Petrograd’ın (St. Petersburg, Leningrad) yapımının gözetimini yine kendisi üstlendi.
Petro Rusya dışında yer alan değişimleri gidip yerlerinde gördü. Bir yıl kadar Hollanda ve İngiltere’de kaldı, mühendislik ve denizcilik becerileri kazandı. Türklere karşı bir haçlı seferi örgütlemeye çalıştıysa da, görüşmeleri sonucunda Danimarka ve Polonya-Saxonya ile Türkiye yerine İsveç’e karşı bir anlaşma yapmayı daha uygun buldu ve bu ülke ile 20 yıl sürecek bir savaşa girişti.

Gittiği yerlerde hayran kaldığı değişimlerin özsel zeminlerini değil ama yalnızca görüngüleri algıladı. Asıl gelişmenin temelinde entellektüel, ussal emeğin yattığını algılayacak, uygarlığın salt materyal gelişme demek olmadığını kavrayacak bir bakış genişliğinden yoksundu. Ve doğal olarak yalnızca görüngüye, yalnızca özsüz biçime öykündü. Duyunç kavramı, türe kavramı, özgürlük ve hak kavramları henüz bilincine ulaşmayı başaramamıştı. Onun için modernleşme bir tinin kendi iç süreci değil ama yalnızca despotik devletini ilgilendiren dışsal bir olaydı, ve ancak güçlü bir önder tarafından ona dışardan dayatılabilirdi.

Petro gerçek bir Aydınlanmacı idi ve eğitime önem vererek soylular ve kentliler sınıfı için temel eğitim zorunluğunu getirdi. Petro yaratıcılıklarını onun belirlediği kültürel ölçünler düzlemine uyarlayan ilk Rus yazarları ve şairleri tarafından övüldü.

Yine Aydınlanma tinine uygun olarak dinadamlığı kurumunu üyeleri kalıtsal olarak belirlenen bir kast düzenine çevirdi ve kişisel denetimi altına aldı. Dini devlet politikasının bir uzantısı yaparak duyunç özgürlüğü sorununu kökünden çözdü. Zamanla halk tarafından ‘Antichrist’ olarak bilinir oldu. Yine Petro tarafından rejimine yönelik gözdağını denetleme amacıyla kurulan Polis örgütü hükümetlerin sürekliliği için başlıca dayanaklardan biri olarak kaldı — daha sonra Sovyet Rejimi sırasında olacağı gibi. Petro’nun özeksel yönetim için yaptığı reformlar sonuncusu 1917 Devrimi tarafından devrilecek olan imparatorluk hükümetlerinin işleyişi için temel yapıyı sağladı.

18 Yüzyılda Petro’nun Yazlık Sarayı.
Tüm despotizmin umutsuz yöntemini uygulayarak, ülkesine zor ve şiddet yoluyla ilerletmeye, geliştirmeye, güçlendirmeye girişti. Eğitim yalnızca kendileri serflik düzeninden devşirmeler olan soyluların pek de anlamlı olmayan bir ayrıcalığından öteye geçmedi.

Bencil bir kişisel, öznel, töresiz ilişkiler örüntüsü içinde yaşayan ve köleleri tarafından beslenen ve bakılan Rus ‘orta-sınıfı’ kendini yönetecek bir bağımsızlık kavramını bile geliştiremedi. Dünyanın özgürlük bilincine doğru ilerlemekte olduğu bir sırada, Rus hiçbir zaman istencin kendisinin özgür olduğunu öğrenemedi. Korku, boyun eğme, şiddet, acımasızlık bu kültürün normal saydığı bileşenler olarak kalmayı sürdürdü. Bu istençsizlik zemininde, yalnızca despotların nöbet değiştirmesinden oluşan Rus tarihinde Batı yalnızca yokedicilik yanında örnek alınacak bir düşman olarak görüldü.

Hiçbir zaman anlamayamadığı bir olgusallık ile, kötü bir istenç olarak yaşadığı olgusallık ile karşı karşıya, ve her zaman korkunun egemenliği altında, Rus despotizmi için tüm dünya onu yokedecek bir gözdağı olarak, yenilmesi gereken bir düşman olarak kaldı. İmparatorluk bir iç sağlamlık kazanamadan yalnızca genişledi.

 

20’nci yüzyılın hemen başlarında Rus köylü ailesi.
Daha sonra Nikolas I modernleşmede Peter’in yolunu izledi. Ondan sonra da İmparatorluk hükümetlerinin resmi ideolojisi olacak olan Ortodoksluk, Otokrasi, ve Ulusalcılık (Ravoslavie, Samoderzhaviye, i Narodnost) ilkelerini getirdi. İmparatorluk düzenini eleştiren her türlü yayın üzerine sıkı bir denetim uygulanmaya başladı. İlkelerin sonucu olarak, ulusalcılık Rus-olmayan ve Ortodoks Hıristiyan-olmayan halkların Ruslaştırılması ve Ortodoks inanca zorlanması devlet politikası oldu.

Okullarda tanrıbilim, klasikler ve meslek öğretimi vurgulandı. Felsefe topluma çürütücü, yozlaştırıcı etkilerin başlıca giriş yolu olarak görülerek eğitimden bütünüyle dışlandı.

Çarlık Rusyasının irrasyonalizmi onu deviren Bolşevik Rusyanın özdekçiliği tarafından üstlenildi. Özgür İstencin kendisinden nefreti anlatan özdekçiliğin Rusya’da bir devlet rejimi olabilmesi ancak bireysel özgürlük kavramının, hak kavramının bilinçlerdeki cılızlığı üzerine olanaklı olabilirdi.

Özgürlük bilincinin tam yokluğunda, Rusya’da bir despotizme gösterilen direnç yalnızca bir başka despotizme aitti.


RUSYA'DA İLERLEME: SOVYETLER YOLUYLA

Dünyanın en büyük nikel ve palladyum üreticisi olan Norilsk Nikel fabrikası. Arktik Kutup Dairesinin 300 km kadar kuzeyinde yer alan Norilsk kenti 1935’te Stalin’in gulaglarından biri olarak kuruldu. 1955’te hapishane olmaya son veren kampın yeri Sovyet Rusya’nın en büyük maden işleyimi kuruluşu tarafından alındı. (Norilsk Fotoğrafları: Joe McNally.)
Toplum Birey ile karşıtlık içinde, ya da Devlet ile karşıtlık içinde öne çıkarılabilir, giderek herşeyin ona göre belirlendiği, herşeyin onun uğruna olması gerektiği birincil ilke yapılabilir. Bu Toplumculuk denilen bakış açısıdır. O zaman hem Birey hem de Devlet özsel niteliğini yitirir, Toplum uğruna varolan ikincil alanlara indirgenirler. Ama bu Birey ve Devlet tarafından belirlendiği düzeye dek Toplumun kendisinin de gerçek niteliğini yitirmesi, ve niteliğin varlık ile bir olması ölçüsünde, Toplumun kendisinin yok olması demektir.

Bir gereksinimler dizgesi olarak Toplum Ekonomik bir ilişkiler alanıdır. Mülkiyet sahibi özgür tüzel Kişilerin başka Kişiler ile sözleşme ilişkilerinin alanı olarak Toplum özsel olarak özgürlük alanıdır. Bu nedenle modern Ekonomi gerçekte özgür törellik alanı olarak bireylerin özgürlüklerini yaşadıkları alandır.

Ortaklaşacılık özel Mülkiyeti, böylece tüzel Kişi olarak insanı, böylece Bireyi ve onun Eylemini ortadan kaldırır ve Ekonomi Devlet ve Uyruklar arasındaki bir probleme bozulur.

 


Norilsk Nikel fabrikasının yakınında otobüs bekleyen işçiler. Yakındaki bir vadide çalışan insanların bile kükürt dioksit gazlarından kurtulmaları olanaksız.
Rusya’da üretici güçler toplumcu bürokratların denetimi altında bu toplumcu bürokratların kendileri ile birlikte çürüdü. Toplumculuğun insana, doğaya, yaşamın bütününe getirdiği yıkım anamalcılığın göreli olarak üstünlüğünü değil, ama ne düzeye dek insanlık-dışı, ne düzeye dek us-dışı olabildiğini gösterir: Toplumculuk anamalcılığın karşıtı değil ama yalnızca onun özel biçimine almaşık olarak genel biçimidir. Özel mülkiyet genel İstencin, Devletin yasalarının denetimi altında dururken, sözde Devlete ait olan mülkiyet o Devletin istencinin bir anlatımı olur.

Tarihsel özdekçilik de tüm modern tarihin yazgısını altyapı dediği Anamal ilkesinden türetmeye çalışır (mülkiyetin bir belirlenimi olarak Anamalın ilke yapılması modern türesizliğin zeminidir). Toplumculuk, kendisi bir Anamalcılık tipi olarak, devletten dine, insan duygularından bütün bir kültürel yaşama, eğitimden işleyime herşeyin yalnızca ve yalnızca tüm anamalın toplumun iyeliğinde olması koşuluna uyarlanması demektir.

Toplum tarihsel bir kategoridir, ve ancak karşısavı olan birey denli önemli, geçerli, ve değerlidir. Ama ilke yapıldığı, bireyin karşısavı olarak onun pahasına yükseltildiği zaman, bunun anlamı istencin yalnızca mülkiyet biçiminin değil, ama duyunç ve yasa biçimlerinin de ortadan kalkmasıdır.


Norilsk Nikel fabrikası. İşçiler zehirli gazlar arasında çalışıyorlar.
Ortaklaşacılık mülkiyeti ortadan kaldırmaz. Tersine, mülkiyeti korur. Ortak olmak ortak olunacak birşeyi imler. Ama ortaklaşacılık mülkiyeti olanaklı en usdışı biçiminde saklar, onu ona en ilgisiz istencin, bürokrasinin eline bırakır.

Ortak mülkiyetin iyeleri proleterler değildir. Ortak mülkiyetin iyeleri onu denetleyen parti üyeleridir. Tüm mülkiyet bürokratik egemenlerin denetiminde ve birincil olarak onların yararlanımındadır. Tüm bireylerin yazgıları parti entellektüelinin özencine, eğilimlerine, buyruklarına bağlıdır. Ve özdekçi bürokrat, tüm değerlerini silmiş bir nihilist olarak, duyunçsuz bir ateist olarak, kendisi en bayağı, en sefil dürtülerinin denetimi altındadır. Bu duruma bağlı türesizliğin sınırı yoktur.


Anatoly Kholody 48 yaşında, ve istatistiklere göre son yıllarını yaşadığı yaşamını Norilsk’in beş maden ocağından birinde tamamlıyor.
Norilsk’te erkek ortalama yaşam süresi 50 yıldır — tüm Rusya ortalamasının 9 yıl altında. Bu emekçi insana karşı değil ama onun adına yapıldığı zaman karşımızda açıkça delilik vardır.

Tarihsel özdekçilik uygulamasının insan usunda ve ruhunda ne ölçüde yıkım yapmış olabileceğini Sırplar da gösterdiler. Ve kitle kıyımları karşısında suçsuz insanlığı kurtarmak için en iyi çözümün ‘Do Nothing' tutumu olduğunu ileri süren son toplumculuk, ortaklaşacılık, anarşizm artıkları da gösterdiler.

Toplumculuk ulusalcılığı ortadan kaldırmaz: Enternasyonalin kendisi nasyonali içerir. Onyıllarca tarihsel özdekçi propaganda ve yalan altında eğitilmiş kuşaklarda ulus duygusunun başka uluslardan tam nefrete dönüşmesinin önünde duracak hiçbir duyunç engeli kalmamıştır.


Aziz Yardımlı / İdea Yayınevi / 2014