İdea Yayınevi / Tarih Felsefesi
 
Hegel
Tarih Felsefesi

Noesis Felsefe Atölyesi
2008-2009 CKM

Neşeye Şarkı ‘‘İnsanlığın Ereği insanın yetilerinin Gelişiminden, İlerlemeden başka birşey değildir.''
Zweck der Menschheit ist kein anderer als die Ausbildung der Kräfte des Menschen, Fortschreitung.

— Friedrich Schiller, Die Gesetzgebung des Lykurgus und Solon.
     
 
Hegel, Tarih Felsefesi
“Bu derslerin konusu Dünya Tarihinin felsefesidir; eş deyişle, bu Tarih üzerine ondan çıkarmış olduğumuz ve içeriğinden örnekler olarak durulaştırmayı istediğimiz genel gözlemler değil, ama Dünya Tarihinin kendisidir.”
I. “Genel olarak irdelenecek üç Tarih türü vardır:
a) kökensel Tarih,
b) düşünsel Tarih,
c) felsefi Tarih.”
a) Kökensel Tarih (die ursprüngliche Geschichte)


_
Erektheion. Akropolis'in Kuzey cephesindeki bir Tapınak.  

“Herodotus, Thukydides ve aynı türden daha başka Tarih yazarları başlıca gözlerinin önünde yer alan ve kendileriyle aynı tini paylaştıkları eylemleri, olayları ve durumları betimler, dışsal olarak bulunanı tinsel tasarımın alanına aktarırlar. .... Efsaneler, halk şarkıları, gelenekler böyle kökensel Tarihten dışlanmalıdır, çünkü bunlar tarihsel olarak henüz puslu öğelerdir ve bu yüzden bilinçleri puslu halkların tasarımlarına aittir.”

“... yazarın eğitsel biçimlenişi ve yapıtına içerik yaptığı olayların biçimlenişi, yazarın tini ve anlattığı eylemlerin tini bir ve aynıdır. ... Derin düşünce ile hiçbir işi yoktur, çünkü önündeki olguların tininde yaşar ve henüz onların üzerinde ve ötesinde değildir ...”



_
Herodotus çağdaşlarına tarihçelerinden birini okuyor. — İÖ 5'inci yüzyılda Herodotus anlatısal tarihin en erken örneklerini, Yunan-Pers Savaşının bir öyküsünü üretti.  

Kökensel Tarih Yazarları: Herodotus, Thukydides, Xenofon (On Binlerin Geri Çekilişi), Sezar.

b) Düşünsel Tarih (die reflektierende Geschichte)



_
Augustus. Pax Romana ve Pax Augusta anlamdaştır. İmparatorluk birbirleri ile sürekli savaş durumunda olan her türden ve sayısız erk odağının yarattığı toplumsal kaos ile karşıtlık içinde, barış, dolayısıyla gönenç, gelişim demekti.  

“Bu tür Tarih sunumu ele aldığı zaman ile bağıntı içinde olmayan, ama tini açısından şimdinin ötesinde olan Tarihtir. Çeşitli türleri vardır.

aa) İstenen genel olarak bir ulusun ya da bir ülkenin ya da dünyanın bütün tarihi üzerine bir görüş, kısaca Evrensel Tarih dediğimiz şeydir. ... Burada tarihsel gerecin işlenmesi başlıca sorundur ki, bu işi yapacak olan kişi ona kendi tiniyle yaklaşır; ama bu içeriğin tininden ayrı bir tindir. ... Biz Almanlar durumunda derin düşünce ve sağgörü büyük bir türlülük gösterir ve her tarih yazarının bu konuda kendi kafasında kendine özgü bir türü ve tarzı vardır. İngilizler ve Fransızlar genel olarak tarihin nasıl yazılması gerektiğini bilirler, ve duruş noktaları daha evrensel ve daha ulusal bir kültür basamağına aittir; bizim aramızda ise herkes bir özgünlük yaratma havasındadır, ve tarih yazmak yerine her zaman tarihin nasıl yazılması gerektiği üzerine araştırma yapmaya çabalarız”  (s. 11).

“(Livius’un (İÖ 59, Padua, İS 17), Sicilyalı Diodoros’un tarihleri, Johannes von Müller’in İsviçre Tarihi buraya aittir)” (s. 11).

“ ... yazarın anlatısında konuşan tin bu zamanların tininden bütünüyle başka bir tindir” (s. 12).

“Uzun dönemleri ya da bütün bir dünya tarihini göz önüne almayı isteyen bir tarih gerçekte edimsel olanın bireysel betimlemelerinden vazgeçmeli ve kendini soyutlamalara kısaltmalıdır; ve bu yalnızca olayların ve eylemlerin atlanması anlamında değil, ama Düşüncenin en güçlü örnekleyici olması gibi başka bir anlamda alınmalıdır” (s. 12).

bb) Düşünsel Tarihin ikinci bir türü pragmatik Tarihtir.
Olaylar değişiktir, ama onlarda evrensel olan ve içsel olan, onları bağlayan şey birdir. Bu Geçmişi ortadan kaldırır ve olayları Şimdiye getirir. Pragmatik düşünceler, ne denli soyut olsalar da, tam bu yolla gerçekte Şimdidedirler ve Geçmişin anlatılarını bugünün yaşamında diriltirler. ... Burada özellikle ahlaksal düşüncelere ve tarih yoluyla kazanılan ahlaksal derslere değinmek gerekir. ... Yöneticilere, devlet adamlarına, uluslara özellikle tarihin deneyimi yoluyla öğrenmeleri salık verilir. Ama deneyimin ve tarihin öğrettiği şey ulusların ve hükümetlerin tarihten hiçbir zaman hiçbirşey öğrenmedikleri ya da ondan türetilmiş öğretilere göre davranmadıklarıdır. Her dönemin öylesine kendine özgü koşulları vardır ve öylesine bireysel bir durum gösterir ki, onda onun kendisinden çıkarak karar verilmelidir ve ancak böyle karar verilebilir. Bu bakımdan hiçbirşey Fransızların Devrim döneminde Yunan ve Roma örneklerine dönmek için o sık yinelenen çağrılarından daha sığ olamaz” (s. 12).  

“... bir düşünsel Tarih başkasının yerini alır; her yazar için gereçler önünde açıktır; her biri kendini onları kolayca düzenlemeye ve işlemeye yetenekli görebilir; her biri kendi tinini zamanın tini olarak onlarda geçerli kılabilir. Böyle düşünsel Tarihlerden bıkkınlık içinde, insanlar sık sık bir olayın tüm bakış açılarını dışlayan imgelerine geri dönmüşlerdir. [Ama bunlar da] çoğunlukla yalnızca ham bir gereç sunarlar” (s. 13).

cc) Düşünsel Tarihin üçüncü türü eleştirel Tarihtir. ... Bunda sunulan tarihin kendisi değil, ama Tarihin bir Tarihi, tarihsel anlatıların bir yargılanışı ve bunların gerçeklik ve inandırıcılıklarının bir araştırmasıdır  (s. 13). ... Bu [Yüksek Eleştiri], öznel kuruntuları tarihsel verilerin yerine koyarak, tarihte Şimdiyi kazanmanın bir başka yoludur” (s. 14).

dd) Düşünsel Tarihin son türü kendini hemen parçalı birşey olarak gösteren türdür. Hiç kuşkusuz soyutlayıcıdır; ama genel bakış açılarını (örneğin Sanat Tarihi, Tüze Tarihi, Din Tarihi) aldığı için, Felsefi Dünya Tarihine bir geçiş oluşturur” (s. 14).
Tarih Felsefesinin Dizgesel Yeri:
Tarih Felsefesi nesnel Tin alanının çözümlemesi olan "Tüze Felsefesi"nin son bölümüdür. Buna göre Tin alanının öncülü olarak Doğanın bütün bir gelişimini bir moment olarak kapsar. İnsan Doğadan doğmuştur. Ama Doğa da doğmuştur, sonludur. Tarih Felsefesi ya da Tarihin kendinde olduğu gibi bilgisi insanı İstenç ve Özgürlük yanında ele alır. Henüz Saltık Tin alanı değildir.

Homo Sapiens
İnsan Doğadan türer ve sonludur. Ama Doğa da doğar, evrimlenir ve sonludur. Buna göre Doğa ilk neden ya da gerçek başlangıç değildir. Felsefe mantıksal olarak ilk nedeni Us kavramında bulur. İnsan bir Türdür. Türün anlamı Tür olarak değişmemesidir. Değişimi başka bir Tür olması demektir. Yaklaşık 1.000.000 yıl önce ortaya çıkan Homo sapiens doğal-türsel olarak aynı kalmasına karşın, tinsel-kültürel olarak gelişme sürecindedir. Gelişen şey insanın doğal yanı değil, tinsel yanıdır. Bu gelişim sürecinin yüz binlerce yıl süren ilk bölümü tarih-öncesi olarak Tarihten ayırdedilir. Yaklaşık olarak son 10 ya da 5 bin yıllık dönem Tarih olarak kabul edilir. Tarihi tarih-öncesinden ayırdeden etmen tarih-öncesinin göreli dinginliği ile karşıtlık içinde Tarihin dinamik bir kültürel gelişme süreci olması olgusudur.

Gelişme bir gizilliği varsayar. Homo sapiens doğduğu, bir tür olarak ortaya çıktığı zaman salt Doğa değil, ama o denli de kendinde Tindir. Onda gelişen yan bu Kendinde yanı, onda gizil olan tinselliktir. Homo sapiens bir Doğa Durumuna doğmasına karşın kendinde Doğadan daha çoğudur. Gelişmenin zorunlu olarak belirli bir biçime doğru yönelmiş olması Erek Kavarmı ile anlatılan şeydir. Erek açıktır ki bir gizilliğin belirlenimi ile aynı şeydir, öneğin bir bitki tohumu bir gizillik, bir potansiyeldir, erekseldir. Ereksellik bilinçli bir anlak ile ilgisizdir. Zorunlu olarak bir hedefe doğru gelişmekte olan bir sürecin kendi iç mantığı, Usu diyebileceğimiz şeydir. Tarihin anlamı diyebileceğimiz şey ondaki ussallık, erekselliktir. Tinin Ereği, Hegel'in bütün bir Tarih Felsefesine temel olan Kavram Özgürlüktür.




_
Thukidies (460-395)  
Thukidides 5'inci yüzyılda Sparta ve Atina arasındaki savaşı anlatan "Peloponez Savaşının Tarihi"ni yazmıştır. Soylu bir Atina ailesinden geliyordu. Thukides anlattığı savaş sahelerini ya kendisi gördü ya da birinci elden anlatılar elde etti. — Hegel Klasik Dönem tarihçilerinin niçin dolaysız Tarih yazarları olduklarını açıklamaz. Açıklama kendisinin daha öte çözümlemelerinden çıkarsanabilir (Yunan-Roma dönemi Birin değil, Tümün de değil, ama yalnızca Birkaçın Özgürlüğü tarafından belirlenir). Yunan-Roma dönemi insanın belirlenimi açısından bir Gelişme kavramından yoksundur, çünkü dönem henüz Özgürlük kavramının gerçek içeriği ile kavranmadığı bir dönemdir. Özgürlük Kavramı gerçek içeriği ile giderek Platon ve Aristoteles’te bile bulunmaz ve bu nedenledir ki politik ve etik çözümlemelerinde görüldüğü gibi Köleliği “doğal” olarak görürler, onu bir kurum olarak doğrularlar. Bu tip kökensel tarihçiler Tarihi bir gelişim süreci olarak, bütününde bir süreç olarak görmezler ve yalnızca var olanın bir anlatısını ve betimlemesini sunarlar. Kendileri sundukları tarihin bir parçası olurlar, onu saltık bir bakış açısından ele almazlar. Gelişim olarak Tarih Kavramı bir insan doğasını, bir insanı özünü öngerektirir. Ancak bir gizillik, bir Kendinde gelişebilir. Ama bu insan doğası kavramı henüz Klasik dönem düşünürlerinde ve tarihçilerinde yoktur.

Felsefi Tarih (die philosophische Geschichte)
“Felsefi Tarihin ... genel olarak Tarih Felsefesinin tarihin düşünceye dayalı irdelenişinden başka birşeyi imlemediği söylenebilir” (s. 14).  

“... tarihte Düşünce verili olana ve var olana altgüdümlüdür, onu temeli olarak alır ve onun tarafından yönlendirilir; Felsefe ise, tersine, nesnesine Kurgunun var olana bakılmaksızın kendi içinden üreteceği Düşünceleri yükler (s. 14).  ... Ama Tarihin yalnızca var olanı ve olmuş olanı, olayları ve edimleri ele alması gerektiği için, ve ancak verili olana sıkı sıkıya sarıldığı ölçüde gerçek doğasına bağlı kaldığı için, Felsefenin işi bu etkinlik ile çelişki içinde duruyor görünür” (s. 14).

“... yalnızca alıcı olarak davrandığını, kendini yalnızca verili olana bıraktığını sanan ve ileri süren sıradan ve yansız tarihçi bile düşüncesinde edilgin değildir, kategorilerini kendisi ile birlikte getirir ve varolanı onlar yoluyla görür” (s. 17).

“Felsefenin birlikte getirdiği biricik düşünce Usun dünyaya egemen olduğu, öyleyse Dünya Tarihinde de ussal olanın ilerlemekte olduğu biçimindeki yalın Us düşüncesidir” (s. 15).

“Kurgul bilgi yoluyla onda [Tarihte] Usun — burada bu anlatımla onun Tanrı ile bağıntısını ve ilişkisini daha yakından açıklamaksızın yetinebiliriz — Töz ve sonsuz Güç olduğu, kendi kendisinin tüm doğal ve tinsel yaşamın sonsuz Gereci olduğu gibi bu kendi İçeriğinin etkinleştirici sonsuz Biçimi de olduğu tanıtlanır. Us Tözdür, yani tüm edimselliğin varlığını ve kalıcılığını onda ve onun yoluyla bulduğu şeydir; — sonsuz Güçtür, çünkü Us yalnızca İdeale dek, yalnızca ‘Gerek’ noktasına dek gidebilecek denli, yalnızca edimselliğin dışında, kim bilir nerede, tikel birşey olarak kimi insanların kafalarında bulunuyor olacak denli güçsüz değildir; — sonsuz İçeriktir, tüm özsellik ve gerçekliktir, ve kendisi kendi Gerecidir ki, onu işlemesi için kendi etkinliğine verir, çünkü, sonlu bir edim gibi, etkinliğinin besinini ve nesnelerini ondan kazanacağı verili bir araca, bunun dışsal bir gerecinin koşullarına gereksinmez; kendi kendisinden beslenir ve kendisi işleyeceği Gereçtir; yalnızca kendisi kendi varsayımıdır ve saltık son erektir, böylece kendisi bu ereğin İçeriden görüngüde, yalnızca doğal değil ama tinsel Evrenin de görüngüsünde, Dünya Tarihinde etkinleştirilmesi ve üretilmesidir. Şimdi, bu İdeanın gerçek olan, bengi olan, saltık olarak güçlü olan olması, onun kendini dünyada sergilemesi ve onda kendi kendisinden, onur ve görkeminden başka hiçbirşeyi sergilememesi — bu olgu, söylendiği gibi, Felsefede tanıtlanmış olandır ve burada böyle tanıtlanmış olarak varsayılacaktır” (s. 15).

Okurlarım arasında henüz Felsefe ile tanışık olmayanlardan belki de Dünya Tarihi üzerine bu dersi Usa duyulan bir inanç ile, onun bilgisi için bir istem, bir susuzluk ile karşılamalarını bekleyebilirim. ... Eğer Dünya Tarihine daha şimdiden Usun düşüncesi ile, bilgisi ile giremiyorsak, o zaman hiç olmazsa Usun orada olduğuna, Anlığın ve özbilinçli İstencin dünyasının olumsallığa terkedilmiş olmadığına, tersine kendini bilen İdeanın ışığında kendini göstermek zorunda olduğuna duyulan sağlam, yenilmez bir inancı taşımalıyız”  (s. 15).

“Tarihi olduğu gibi almalıyız: Tarihsel olarak, görgül olarak ilerlemeliyiz” (s. 15).

“Yalnızca Usun dünyada olduğu gibi Dünya Tarihinde de egemen olmuş olduğu ve egemen olmayı sürdürdüğü” (s. 17).

“... ilk kez Yunanlı Anaxagoras’ın nousun, genel olarak Anlağın ya da Usun dünyayı yönettiğini söylemiştir” (s. 17)

“Güneş dizgesinin devimi değişmez yasaları izler; bu yasalar onun Usudur, ama ne güneşin ne de bu yasalarda onun çevresinde dönen gezegenlerin buna ilişkin bir bilinçleri vardır. Böylece Usun doğada olması, doğanın değiştirilemez evresel yasalar tarafından yönetiliyor olması gibi bir düşünce bizi çarpmaz, bunlara alışığızdır ve fazla önem vermeyiz” (s. 17-18).

“Aristoteles o düşüncenin yaratıcısı olarak Anaxagoras’ın sarhoşlar arasındaki ayık biri olarak görünmesinden söz eder. Sokrates bu düşünceyi Anaxagoras’tan üstlendi, ve düşünce olayları şansa yükleyen Epikürüs’ün felsefesi dışında Felsefede hemen egemen oldu” (s. 18).

“Dahası, Usun dünyayı yönetiyor olması düşüncesinin bu ortaya çıkışı onun dinsel gerçeklik biçiminde iyi bildiğimiz daha öte bir uygulaması ile, yani dünyanın şansın ve dışsal olumsal nedenlerin eline bırakılmadığı, tersine bir Kayranın dünyayı yönettiği görüşü ile bağıntılıdır” (s. 18).

Olguculuk ve Olgular
Olgulara bağlı kaldığı ve Kavramları onlardan türettiği sanısı içinde olan pozitivizm olguları kendi öznel kavramları ile olgular yaptığının bilincinde değildir — ve bu kavramları keyfi olarak uyguladığı için onun olguları da gerçekte ya da kendilerinde oldukları gibi değil, ama yalnızca onun öznel yaratılarıdır. Olgulara, Şeylere gitmek denilen şey kendi bilincine gitmekten başka birşey değildir. Olguculuk sandığı gibi olgularda olmak yerine, gerçekte kendi bilincinin içinden çıkabilme yeteneğinde bile değildir ve en sonunda "dış dünyanın varlığını" sorgulamak zorunda kalır. Pozitivizm, Realizm ve Fenomenalizm gerçekte tümü de öznel idealizmen başka birşey değildirler.

Kavramsız Olgunun ne olduğunu sorarsak, yanıtımız onun bir tür ‘kendinde-Şey’ gibi birşey olduğudur. Kavramsız olgu bir soyutlamadır; Olgu her zaman belirlidir, ve belirli Olgu kavram tarafından belirlenen olgudur, sözde kavramı belirleyen olgu değil. Önemli olan öznel kavramın ve nesnel-kavramın bağdaşması, kavramın kavram ile çakışması, gerçekliktir.


Kavram Salt 'Gerek'te Durup Kalmaz; Edimselleşir.
Tarih Usun açınımıdır ve Usun açınımı dediğimiz şey Kavramların — Türe, Hak, Özgürlük — kendilerini geliştirmeleri, gerçek içeriklerinde ve anlamlarında edimselleşmeleridir. Örneğin Türe (Adalet) Kavramı Hakkın tam olarak ve tüm insanlar için gerçekleşmesini imler. Bu Türe İdeali de dediğimiz şeydir. Us Düşüncesinin Tarihe getirilmesinin anlamı Tarihi ideal bir varoluş biçimine doğru bir süreç olarak kabul etmeyi imler. Bunun dışında, Tarih insanın en özsel doğasının eylemidir, ve İstenç olarak Usun yerine daha başka sözde özerk etmenleri Tarihe getirmek (altyapı, teknoloji, görülmez el), insanın Tarihte özgür bir varlık olarak bulunması gerçeğini dışlar. İnsan hiç kuşkusuz Tarihte kendi özsel gerçeğinin — evrensel olarak özgür bir varlık olduğunun — bilincinde değildir. Ama kavramsal Özü, Usunun kendisi onun bilincinin arkasında etkindir, Kavramın diyalektiği diyebileceğimiz devindirci, açındırıcı etmen onu kendini geliştirme yolunda güdüleyen biricik etmendir. Kavram kendini eksiksiz olarak edimselleştirmediği sürece daha öte ilerleme için dürtüyü kendi içinden sağlar. En yüksek Türe bile, eğer insanlığın bir bölümünü dışlayacak olursa, evrensel gelişim hakkını çiğneyecek olursa, usdışıdır, kavram-dışıdır, ve kendi kendisini olumsuzlar. Bu olumsuzlama için dışsal hiçbir etmene gereksinimi yoktur. Gücü, gereci, ereği, enerjisi saltık olarak kendisidir. Hegel’in biraz yukarıdaki sözlerine bakarsak: “Us sonsuz Güçtür, çünkü Us yalnızca İdeale dek, yalnızca ‘Gerek’ noktasına dek gidebilecek denli, yalnızca edimselliğin dışında, kim bilir nerede, tikel birşey olarak kimi insanların kafalarında bulunuyor olacak denli güçsüz değildir.”

“İrdelememiz bu düzeye dek bir Theodike, Tanrının bir aklanışıdır ki, Leibniz bunu metafiziksel olarak kendi yolunda henüz belirsiz, soyut kategorilerde başarmaya çalışmıştır, öyle ki dünyadaki Kötülük kavranabilir, düşünen tin Kötü olanın varoluşu ile uzlaşabilir” (s. 18).

“Gerçekte böyle bir uzlaştırıcı bilgi için istem başka hiçbir yerde Dünya Tarihinde olduğundan daha büyük değildir. Bu uzlaşmaya ancak o olumsuzu altgüdümlü ve üstesinden gelinen birşeye yitmiş olarak kendi içinde kapsayan olumlunun bilgisi yoluyla ulaşılabilir; bir yandan gerçekte dünyanın son ereği olan şeyin bilinci yoluyla, öte yandan o ereğin onda edimselleşmiş olduğunun ve Kötü olanın en sonunda kendini onun yanında geçerli kılmış olmadığının bilinci yoluyla erişilebilir” (s. 19).


Usun Belirlenimi
II. Usun belirleniminin kendinde ne olduğu sorusu, Us dünya ile bağıntı içinde alındığı sürece, dünyanın Son Ereğinin ne olduğu sorusu ile çakışır; bu anlatımda daha tam olarak o Ereğin olgusallaşması, edimselleşecek olması gerektiği imlenir. Burada değinilecek iki nokta vardır: Bu son Ereğin içeriği, genel olarak belirlenimin kendisi, ve edimselleşmesi” (s. 20).

Gelişim Doğayı ve Tini kapsar. Tarih Felsefesi yalnızca Tinin gelişimini inceleyecektir.
“Herşeyden önce belirtmeliyiz ki, nesnemiz, Dünya Tarihi, tinsel alanda ilerler. Dünya kendi içinde fiziksel ve ruhsal Doğayı kapsar; fiziksel Doğa da benzer olarak Dünya Tarihine karışır, ve daha başlangıçta Doğa belirleniminin bu temel ilişkilerine dikkat etmemiz gerekecektir” (s. 20).

Buna göre burada irdelenecek noktalar —
a) Tinin doğasının soyut belirlenimleri;
b) Tinin İdeasını olgusallaştırabilmek için hangi araçları kullandığı;
c) son olarak Tinin belirli-Varlıkta tam olgusallaşmasının şekli — Devlet.

a) “Tinin doğası tam karşıtı yoluyla bilinebilir. Tıpkı özdeğin tözünün Yerçekimi olması gibi, demeliyiz ki Tinin tözü, özü Özgürlüktür”... “Özgürlüğün Tinin biricik Gerçeği olduğu kurgul felsefenin ürettiği bir bilgidir” (s. 20).

Tin kendi-kendisi-ile-olmadır. Bu ise sözcüğün tam anlamıyla Özgürlüktür, çünkü bağımlı olduğum zaman kendimi bir başkası ile bağıntılarım ki, o değilimdir; dışsal birşey olmaksızın olamam; eğer kendi kendim ile isem, özgürümdür (s. 21).

Dünya Tarihi için denebilir ki, o Tinin kendinde ne olduğunun bilgisini geliştirme sürecinde sergilenişidir; ve tıpkı tohumun ağacın bütün doğasını, meyvalarının tadını ve biçimini kendi içinde taşıması gibi, Tinin ilk belirtileri de daha şimdiden gizil olarak bütün Tarihi kendi içinde kapsar (s. 21).

Doğu
“Doğulular henüz Tinin ya da genel olarak İnsanın kendinde özgür olduğunu bilmezler; ve bunu bilmedikleri için özgür değildirler; yalnızca Birin özgür olduğunu bilirler, ama tam bu nedenle böyle özgürlük yalnızca Özençtir, yabanıllıktır, tutkunun körlüğüdür; ya da onun bir yumuşaklığı, evcilliğidir, ki kendisi salt bir doğa olumsallığı ya da özençtir. Bu Bir bu nedenle salt bir Despottur, özgür bir insan değil. — Özgürlük bilinci ilkin Yunanlılar arasında doğdu, ve bu yüzden onlar özgürdüler; ama, tıpkı Romalılar gibi, yalnızca kimilerinin özgür olduğunu biliyorlardı, genel olarak İnsanın değil. Platon ve Aristoteles bile bunu bilmiyordu. Bu yüzden Yunanlıların yalnızca köleleri olmakla kalmadı, yalnızca yaşamları ve güzel özgürlüklerinin sürekliliği onlara bağımlı olmakla kalmadı, ama özgürlüklerinin kendisi bir yandan yalnızca olumsuz, geçici ve sınırlı bir çiçek, öte yandan aynı zamanda insansal olanın, insanca olanın katı bir köleliğiydi. — İlkin Germanik uluslar Hıristiyanlıkta İnsan olarak İnsanın özgür olduğunun, Tinin özgürlüğünün onun en asıl doğasını oluşturduğunun bilincine ulaştılar; bu bilinç ilk olarak dinde, Tinin en iç bölgesinde doğdu; ama bu ilkenin dünyasal varlığa da aktarılması daha öte bir sorundu ki, çözümü ve uygulaması kültürün ağır ve uzun bir emeğini gerektirdi.”

İlke ve Edimselleşmesi
“Hıristiyan dininin kabul edilmesi ile örneğin kölelik dolaysızca sona ermedi; dahası, böylelikle Devletlerde özgürlüğün hemen egemen olması, Hükümetlerin ve Anayasaların ussal bir yolda örgütlenmeleri ya da giderek özgürlük ilkesi üzerine temellendirilmeleri de hiçbir biçimde söz konusu değildi. İlkenin dünyasallığa bu uygulanışı, dünyasal durumların onun tarafından bütünüyle şekillendirilmesi ve özümsenmesi uzun bir süreçtir ki, Tarihin kendisini oluşturur. Genel olarak bir ilke ile onun uygulaması, eş deyişle Tinin ve yaşamın edimselliğine aktarılması ve yerine getirilmesi arasındaki bu ayrıma daha önce değinmiştim; bu bilimimizde temel belirlenimlerden biridir ve düşüncenin ona sıkı sıkıya sarılması özseldir. Şimdi, bu ayrım Hıristiyan özbilinç ilkesi olarak Özgürlük açısından burada geçici olarak nasıl vurgulandıysa, genel olarak Özgürlük açısından da özsel olarak yer alır. Dünya Tarihi Özgürlük bilincinde ilerlemedir — bir ilerleme ki, görevimiz onu zorunluğu içinde bilmektir.”

Tarihin Bölümlenişi
Genel olarak Özgürlüğe ilişkin bilginin değişik basamakları üzerine söylediklerimle — ve hiç kuşkusuz ilk olarak Doğuluların yalnızca Birin, Yunan ve Roma dünyasının ise Kimilerinin özgür olduğunu bilmeleri, bizim ise kendilerinde Tüm İnsanların, eş deyişle İnsan olarak İnsanın özgür olduğunu bilmemiz biçiminde —, aynı zamanda Dünya Tarihinin bölümlenişi ve onu ele alış yolumuz da verilmiştir” (s. 22).

Dünyanın Son Ereği
“... dünyanın son ereği olarak Tinin Özgürlüğü üzerine bilincini ve tam olarak bu yolla genel olarak Özgürlüğünün edimselliğini ileri süreceğiz” (s. 22).

İlke ve Edimselleşmesi (bir kez daha anımsatılıyor)
“Dahası, ilke ile, ilk olarak salt kendinde olan ile edimsel olan arasındaki sonsuz ayrımın önemine dikkat çekildi “ (s. 22).

“İlke, ya da temel önerme, yasa içsel birşeydir ki, böyle olarak, kendi içinde ne denli gerçek olursa olsun, bütünüyle edimsel değildir. Erekler, temel önermeler vb. bizim düşüncelerimizde, ilkin iç amacımızda bulunurlar, henüz edimsellikte değildirler. Kendinde olan bir olanak, bir gizilliktir, ama henüz kendi içinden varoluşa çıkmış değildir.” (s. 24).

Özgürlük ve Erek; Tarihin Anlamı
“Aynı zamanda kendinde olduğu gibi alındığında sonsuz Zorunluğu kendi içinde taşıyan Özgürlük bilince — çünkü Özgürlük, kavramına göre, kendinin bilgisidir — ve böylelikle edimselliğe getirilecektir: Özgürlük kendi için kendisinin yerine getirdiği Erek, ve Tinin biricik Ereğidir. Yalnızca bu Erek Dünya Tarihinin ona doğru çabalamış olduğu şeydir, ve çağlar boyu yeryüzünün engin sunu taşı üzerine bırakılan tüm adaklar ona sunulmuşlardır” (s. 22).

Özgürlük olgusallaşması için hangi aracı kullanır? Burada irdeleyeceğimiz ikinci nokta budur.

Özgürlüğün Edimselleşmesinin Aracı Olarak Eylem
b) Özgürlüğün kendini bir dünyaya geliştirmesini sağlayan araca ilişkin bu soru bizi Tarihin görüngüsünün kendisine götürür. Eğer genel olarak özgürlük ilkin iç Kavram ise, o zaman araç dışsal olan, görüngüsel olan, Tarihte dolaysızca göz önüne çıkan ve kendini sergileyendir. (s. 23)

Eylemlerin Güdüsü: Gereksinimler, Tutkular, Çıkarlar
“Tarihe yakından bir bakış bize insanların eylemlerinin onların gereksinimlerinden, tutkularından, çıkarlarından, karakter ve yeteneklerinden ortaya çıktıklarını kabul ettirir; ve dahası, öyle bir yolda ki, bu etkinlik gösterisinde güdüler olarak görünen ve birincil etkenler olarak yer alan şeyler yalnızca gereksinimler, tutkular, çıkarlardır.” (s. 23).

İstenç İlkeyi Edimselleştirmenin Aracıdır (Eylem; Edimselleşme; Özgürlük)
“Edimsellik için bir ikinci kıpı getirilmelidir, ve bu etkinleştirme, edimselleştirmedir ki, ilkesi İstençtir, genel olarak insanların etkinliğidir” (s. 24).

Tutku
Buna göre, hiçbirşey onda etkin olan bireyler de kendileri için doyum bulmadıkça olmaz ve yerine getirilmez” ... “dünyada büyük hiçbirşey tutku olmaksızın başarılmış değildir

“... ‘tutku’ anlatımını kullanacağım ve bununla karakterin tikel belirliliğini anlayacağım, yeter ki istencin bu belirlilikleri salt kişisel birer içerik taşıyor olmasınlar ve evrensel edimlerin itici ve etkinleştirici öğeleri olsunlar” (s. 25).   

“İstençlerin, çıkarların ve etkinliklerin bu ölçüsüz kütlesi Dünya Tininin ereğini yerine getirmek için, onu bilince yükseltmek ve edimselleştirmek için gereksindiği aletler ve araçlardır; ve bu erek yalnızca kendini bulmak, kendine gelmek ve kendini edimsellik olarak seyretmektir” (s. 26).

Özgürlük
“Özgürlük İdeasından Tinin doğası olarak ve Tarihin saltık son Ereği olarak söz ettik” (s. 25).

Us Dünyadadır
“Usun dünyayı yönettiği ve böylece Dünya Tarihini de yönetmiş olduğu biçimindeki varsayımımız ...” (s. 26).

Dünya Tarihi bir mutluluk sahnesi değildir. Ondaki mutluluk dönemleri boş sayfalardır, çünkü bunlar karşıtlığın askıya alındığı uyum dönemleridir” (s. 27)

Eylemlerin amaçlarda yatmayan sonuçları  (İdeanın edimselleşmesi bilinçsizdir)
“Dünya Tarihinde insanların eylemleri yoluyla genel olarak amaçladıklarından ve eriştiklerinden, dolaysızca bildiklerinden ve istediklerinden başka birşeyin daha ortaya çıkar ... ” (s. 28).

DÜNYA-TARİHSEL BİREYLER
“Tarihsel insanlar, dünya-tarihsel bireyler ereklerinde ["bir ulusun ya da Devletin kalıcılığı için temeli oluşturan başka (= yeni ve daha yüksek)] bir Evrenselin yattığı insanlardır” (s. 29).




 
Jülius Sezar  

“Sezar konum, onur ve güvenliğini koruma uğruna savaşıyordu, ve karşıtlarının gücü Roma İmparatorluğunun illeri üzerindeki egemenlik olduğu için, onlar üzerindeki utku ona bütün İmparatorluğun fethini getirdi; böylece, anayasa biçimini olduğu gibi bırakmasına karşın, Devletin Diktatörü oldu. Ama ilkin olumsuz olan ereğine, Roma’nın Tek Egemeni olmaya ulaşmasını sağlayan şey böylece aynı zamanda kendinde Roma’nın ve Dünyanın Tarihindeki zorunlu bir belirlenimdi, öyle ki bu yalnızca onun tikel bir kazanımı değil, ama kendinde ve kendi için zamanı gelmiş olanı yerine getiren bir içgüdüydü. Bunlar Tarihteki büyük insanlardır ki, kendi tikel erekleri Dünya-Tininin İstenci olan Tözseli kapsar. Onlara Kahramanlar denir — çünkü ereklerini ve görevlerini yalnızca şeylerin kalıcı dizge tarafından kutsanan dingin ve düzenli gidişinden değil, ama öyle bir kaynaktan türetmişlerdir ki, içeriği gizlidir ve şimdide varoluşa ulaşmış değildir; onları henüz yüzeyin altında gizlenen iç Tinden türetmişlerdir ki, dış dünyaya bir kabuk gibi vurarak onu kırar, çünkü o bu kabuğun çekirdeğinden başka bir çekirdektir; öyleyse onları kendi içlerinden türetmiş görünürler ve eylemleri öyle bir durum ve dünya koşulu üretmiştir ki, yalnızca onların davası ve onların işi olarak görünür. ” (s. 30).




 
Büyük İskender  

“Böyle bireyler bu ereklerinde genel olarak İdeanın bilincini taşımamışlardır; tersine, pratik ve politik insanlardır. Ama aynı zamanda düşünen insanlardır ki, zorunlu olanın ve zamanı gelenin bir içgörüsünü taşımışlardır. Bu tam olarak zamanlarının ve dünyalarının Gerçekliğidir; deyim yerindeyse İçte daha şimdiden bulununan en yakın Cinstir. Davaları bu Evrenseli, dünyalarının bir sonraki zorunlu Aşamasını bilmek, bunu erekleri yapmak ve erkelerini ona yöneltmek olmuştur. Dünya-tarihsel insanlar, bir çağın Kahramanları öyleyse kavrayışlı insanlar olarak tanınmalıdır; eylemleri ve söylemleri zamanın en iyisidir. Büyük insanlar kendilerine doyum verecek şeyleri istemişlerdir, başkalarına değil. Başkalarından iyi niyetli amaçlar ve öğütler olarak ne öğrenmiş olurlarsa olsunlar, bunlar dahaçok darkafalılık ve çarpıklık olduklarını göstermiş, çünkü durumu en iyi anlayanlar onlar olmuştur; aslında başka herkes onlardan öğrenmiş, yaptıklarını iyi ya da en azından uygun bulmuşlardır. Çünkü daha öte ilerlemiş olan Tin tüm bireylerin en iç ruhlarıdır; ama bilinçsiz İçselliktir ki, bunu onlarda bilince büyük insanlar getirmiştir. Bu nedenle başkaları bu Ruh-Önderlerini izlerler, çünkü kendi iç Tinlerinin onlar için ortaya çıkan direnilmez gücünü duyumsarlar. Eğer görevleri Dünya-Tininin yönetmenleri olmak olan bu dünya-tarihsel bireylerin yazgılarına bir göz atarsak, bunun mutlu bir yazgı olmadığını görürüz. Dingin bir doyuma ulaşmış değillerdir; bütün yaşamları emek ve zahmet, bütün doğaları yalnızca tutkuları olmuştur. Eğer ereklerine erişmişlerse, çekirdeğin boş kabuğu gibi düşüp gitmişlerdir. İskender gibi, erken ölürler; Sezar gibi, öldürülürler; Napoleon gibi, St. Helena’ya sürülürler. Bu ürkütücü avunca, tarihsel insanların mutlu denilen insanlar olmamış olmalarına — ki bu mutluluğa ancak çok çeşitli dışsal koşullar altında yer alabilen özel yaşam yeteneklidir —, bu avunca gereksinim duyanlar onu tarihten türetebilirler. Ama buna gereksinen Haset, büyük ve yüksek olandan rahatsızlık duyduğu için, onu küçültmeye ve onda bir leke bulmaya çabalar. Böylece modern zamanlarda yeterince gösterildiği gibi, prensler genel olarak tahtlarında mutlu değildirler; bu nedenle insanlar onlara tahtlarını çok görmez ve ona kendilerinin değil ama onların oturmasını dayanılır bulurlar. — Belirtebiliriz ki, özgür insan haset duymaz, ama büyük ve yüce olanı seve seve tanır ve onun olmasından sevinç duyar” (s. 30-31).




 
Büyük İskender  
“Öyleyse bu tarihsel insanlar bireylerin çıkarlarını ve böylelikle tutkularını oluşturan bu evrensel kıpılara göre irdelenecektir. Onlar büyük insanlardır, çünkü büyük birşey istemiş ve başarmışlardır — imgesel, sanısal olanı değil, ama doğru ve zorunlu olanı. Bu irdeleme yolu o sözde ruhbilimsel irdelemeyi de dışlar; bu sonuncusu, Hasede en iyi hizmeti sunma işlevinde, tüm eylemleri yüreğe bağlayarak açıklamayı ve öznel bir şekle getirmeyi öylesine iyi bilir ki, sanki o eylem insanları yaptıkları herşeyi küçük ya da büyük herhangi bir tutkudan, salt bir özlemden yapmışlar, ve bu tutkular ve özlemler nedeniyle ahlaklı insanlar olamamışlardır. Makedonyalı İskender Yunanistan’ın bir bölümünü ve daha sonra Asya’yı ele geçirmiş, öyleyse fetih özlemine kapılmıştır. Ün özleminden, fetih özleminden davranmıştır, ve bunlar tarafından güdülmüş olduğunun kanıtı ona ün kazandıran şeyleri yapmış olmasıdır. Hangi pedagog Büyük İskender gibi, Jül Sezar gibi insanlar hakkında onların böyle tutkular tarafından güdüldüklerini ve buna göre ahlaksız insanlar olduklarını tanıtlamamıştır? — ki bundan dolaysızca şu çıkar ki, o, pedagog, onlardan daha eşsiz bir insandır, çünkü böyle tutkuları yoktur ve bunun kanıtını Asya’yı ele geçirmemiş, Darius’u, Poros’u yenmemiş, ama yaşamın keyfini çıkarmış ve başkalarının da çıkarmasına izin vermiş olmasında gösterir. — Bu psikologlar büyük, tarihsel adların onlara özel kişiler olarak ait olan tikelliklerini irdelemeye özellikle düşkündürler. İnsan yemeli ve içmelidir; dostlar ve tanıdıklar ile ilişki içindedir, anın duygularını ve heyecanlarını yaşar. ‘Bir oda hizmetçisi için bir kahraman yoktur’; bu bilinen bir özdeyiştir; ona şunu ekledim — ve Goethe tarafından on yıl sonra yinelendi —: ‘Gene de ikincisi bir kahraman olmadığı için değil, ama birincisi uşak olduğu için.’ O kahramanın botlarını çıkarır, yatmasına yardım eder, şampanya içmeyi sevdiğini vb. bilir (s. 31).



 
İskenderiye Müzesinin büyük salonunun bir modeli. Büyük İskender tarafından kurulan çok sayıda (belki de 70 kadar) kentten biri olan İskenderiye dünya-tarihsel bir kentti.  

 

Theodike (“Tanrının-Türesi” ya da “Tanrıyı Aklama”)
Dünyadaki kötülüğü ya da acıyı Tanrının herşeye gücü yeterliği ile uzlaştırma öğretisi. Terim 1710’da Leibniz tarafından kullanıldı. “Tanrının İyilikseverliği, İnsanın Özgür İstenci, ve Kötülüğün Kökeni Üzerine Teodezik Denemeler”in amacı dünyadaki kötülüğün Tanrının iyiliği ile çatışmadığını ve birçok kötülüğüne karşın dünyanın tüm olanaklı dünyaların en iyisi olduğunu göstermektir.  Hegel’in Tarih Felsefesi Leibniz’in yaklaşımını paylaşır ve dünyayı ya da varoluşu ussallığını göstererek aklar.  Ussal tarihsel bir erek kabul edildiğinde, Kötülük insanın moral eğitimsizliği ya da gelişmemişliği ile birdir. Tarihin Ereğinin Özgürlük olması İstencin kendisinin evrensel gelişimini imler. Dünya-Tini İstenç olarak tam gelişimine eriştiğinde, yine bu İstencin doğası törel varoluşu saltık olarak İyi olmaya belirler. İrrasyonalizm Usun varoluşunu ona bağlı tüm çıkarsamalarla birlikte yadsıdığı için Dünya Tarihinin bu anlamını doğrulamaz.

Makedon İmparatorluğu
 

Truva'nın Ele Geçirilmesi
 

EK

Marquis de Condorcet

İnsan Usunun İlerlemesi
Bölüm 24

[Condorcet’nin Varsayımları: Bir İnsan Özü, Bir İnsan Gizilliği Vardır; Gizillik Edimselleşir; İdeal İnsan Doğası Eksiksizleşebilirdir; Tarih Bir Gelişme Sürecidir; Tarihin Bir Ereği Vardır.]


_
Marquis de Condorcet (1743-1794)
(Marie-Jean-Antoine-Nicolas de Caritat)
 
A. [Çalışmamın] sonucu, uslamlamalardan ve olgulardan, insan yetilerinin iyileşmesi için hiçbir sınırın saptanmamış olduğunu, insanın eksiksizleşebilirliğinin saltık olarak sınırsız olduğunu, bundan böyle onu engelleyecek her gücün denetiminin üstünde olan bu eksiksizleşebilirliğin ilerlemesinin doğanın bizi üzerine yerleştirdiği kürenin süresinden başka hiçbir sınırının olmadığını göstermek olacaktır. Bu ilerlemenin geçeği hiç kuşkusuz az ya da çok hızlı olabilir, ama hiçbir zaman geriye dönük olamaz; hiç olmazsa yeryüzü evrenin dizgesindeki konumunu sürdürdükçe, ve bu dizgenin yasaları küre üzerinde genel bir yıkım yaratmadığı ve bundan böyle insan ırkının orada aynı yetileri korumasına ve uygulamasına ve aynı kaynakları bulmasına izin vermeyecek yolda değişimler getirmediği sürece. ...

Her şey bize insan ırkının büyük devrimlerinden birinin dönemine yaklaşmakta olduğumuzu söylemektedir. ...

Her ulus bir gün örneğin Fransızlar ve Anglo-Amerikanlar gibi en aydınlanmış, en özgür, önyargılardan en bağışık olan halklar tarafından erişilen uygarlık durumunu ulaşmayacak mıdır? Krallara boyun eğen ülkelerin köleliği, Afrika kabilelerinin barbarlığı, ve yabanılların bilgisizliği dereceli olarak yitmeyecek midir? Yerküre üzerinde tek bir toprak parçası var mıdır ki orada yaşayanlar doğa tarafından hiçbir zaman özgürlüğü yaşamamaya, hiçbir zaman uslarını kullanmamaya mahkum edilmiş olsunlar?

 

İDEA YAYINEVİ (C) 2008 HEGEL'İN TARİH FELSEFESİ

NOTLAR VE ÇEVİRİ: AZİZ YARDIMLI
NOESİS FELSEFE ATÖLYESİ CADDEBOSTAN KÜLTÜR MERKEZİ ETKİNLİĞİ 2008/9

 
İdea Yayınevi / 2014