Birşey ancak kendinde gizil olarak kapsadığı şeye, kendi başkasına, kendi karşıtına dönüşebilir.
Eğer "Osmanlı Tini = Osmanlı Tini" denklemi doğru olsaydı, eğer Osmanlı Tini kendinde kendi başkası olmasaydı, bu imparatorluğun kulları, kadıları, medreseleri, yeniçerileri, milletleri, reayası vb. ile sonsuza dek sürmesi demek olurdu — tıpkı Çin gibi, Hindistan gibi, aslında bütün bir Asya gibi değişmeden, gelişmeden, eskimeden her zaman yeni (ya da her zaman eski) kalması demek olurdu. Ama Osmanlı Tini kendinde başkalaşma, değişme ve gelişme yeteneği ile donatılıydı, çünkü Osmanlı Tini Duyunç ve İstenç Özgürlüğüne ve böylece gelişmeye açık bir tindi, çünkü bir göçebe kültürü değil, ama özsel olarak Klasik Tinin ürünüydü. Bu dünya kültürü ile bütünleşerek ve onu özümseyerek büyüyen ve böylece gerçekte onu ve onunla birlikte Dünya Tarihinin kendisini büyüten bir tindi.
|
|
Osmanlı Kaligrafisi |
|
Tarihsel olarak önemli olan Duyunç ve İstenç Özgürlüğüdür, çünkü Özgürlük değişimin ve gelişimin sonsuz enerjisidir. Tarihin anlamı, gerçeği, ereği — ki tümü de bir ve aynı şeydir — İstencin açınımından başka birşey değildir, öyle ki Tin bu kendi dışlaşmasında kendini tanıyabilsin, kendinde ne olduğunu bilebilsin ve edimsel olarak da gerçek kendisi olsun. Tarih Özgürlüğü, İstenci tözü olarak aldığı için bir gelişimdir, insan varoluşunda geçici olan, sonlu olan, böylece ancak göreli olarak değerli olan, eş deyişle en sonunda değersiz olan şekillerin değişken, akışkan, ve ereksel sürecidir. Tarih böylece bu açılımların muazzam tablosunu betimleyen bir İstençler gösterisidir ki, orada eylemsiz bir uyuşukluk içinde yatan devasa tinselliklerin değil, ama erdemli ve dirimli ve yürekli olanın, Eylemde bulunanın, tarihsel törellikleri devindirip dönüştürenin önemi vardır. Tüm gizilliğini yüzyılların geçiciliğine ve sonluluğuna döken Dünya-Tini bu dışlaşmasında yalnızca ve yalnızca kendini ortaya koyar ve kendini tanır, kendini büyütür ve kendi büyüklüğünü sergileyerek kendi sonsuz içeriğinin bilincini kazanır. Geçici olmaya, bir moment olmaya belirlenmiş bu bütün süreç için gereken tek şey ve her şey Özgürlüktür.
Felsefesiz bilinç kendisinin parçası olduğu görüngünün ötesini algılayamaz ve olgunun kavramına ulaşmayı başaramaz. Hiçbir zaman Tarihte özsel olarak neyin yer almakta olduğunu, kendisinin sürecin neresinde durduğunu, hangi politik akıntılara kapıldığını bilemez. Gerçekte yalnızca sonluluğun kibri, banalitenin büyüklenmesidir. Tarihte dinginliğin, değişime direnmenin ve böylece yalnızca kendini yineleyip durmanın biricik tarihsel anlamı tarihsel-olmama gibi can sıkıcı bir anlamdır. Böyle anlamsız Tinlerin edimsellikleri salt bir görünüş, salt birer yanılsamadır, ve tarihsel varlıkları tarihsel yokluklarından daha önemli değildir. En sonunda, Dünya-Tarihi ile ilişkileri kendi istençlerine aykırı olarak kurulur ve bu düzeye dek yazgıları başkaları tarafından belirlenir ve değişime daha yüksek, daha özgür, daha güçlü kültürlerin egemenlik alanları olarak açılmaktan kurtulamazlar.
Osmanlı Tini bize bu daha ötesi olmayan sonsuz kalıtı, bu Özgürlük Tinini, Özgür İstenci ve Özgür Duyuncu teslim etmiştir. Bundan daha değerli ve anlamlı bir tarihsel armağan olamaz çünkü saltıktır, kendi kendisinin koşulu, kaynağı ve enerjisidir. Daha ötesini istemek olanaksız ve gereksizdir. Bu bütün bir Doğuda hiçbir zaman olmayan ve bugün de o tine bütünüyle yabancı kalan saltık Haktır. İstencim başkasının değilse özgürümdür, ve Duyuncum ister din, ister yasa, ister töre, ya da ne olursa olsun saltık olarak hiçbirşeyin bilinçsiz belirlenimi altında değilse ve kendini yalnızca ve yalnızca kendi ussallığımdan belirliyorsa ve her kültürel içeriği ilkin usumun nesnel yargısı önüne getiriyorsa özgürümdür. Erişilmesi tarih-öncesinin yüz binlerce ve Tarihin kendisinin binlerce yılına patlamış olan bu kavrayış bütün bir tinsel varoluşun, bütün bir kültürün ve uygarlığın ulaşabileceği en son Erektir, çünkü sonsuzluğun kendisi, erişilmiş öte-yandır. Milyonlarımızın Özgürlüğü özümseme, kendi sonsuz değer, yeti, ve yeteneklerinin bilincine varma süreci bundan böyle Zamanın işidir, ve süreç boşinanca bağlı ve ideolojik şiddete bağlı tüm despotik-arkaik kalıntıların silinmesi için usun eğitsel, uygar, barışçıl savaşımıdır.
|
|
Ulu Cami, Bursa |
|
Osmanlı tini Türk tininden daha çoğu idi. Gerçekte, ondan bütünüyle başka, bütünüyle yeni bir Tindi. Roma kalıtını, böylece Helenistik ve Helenik kalıtı varlığında özsel olarak kapsıyordu. Böyle olduğu için Dünya-Tarihine aitti ve olguların kendilerinin de tanıtladığı gibi bu Tarihin kendisinin sürekliliği için ve erekselliği için zorunlu bir evre idi. Osmanlı İmparatorluğunu silin, bütününde modern evreyi de silersiniz, çünkü Osmanlının (ve hiç kuşkusuz ondan önce Selçukluların) kalıt aldığı ve geliştirip koruduğu uygarlık birikimi olmaksızın geriye ne bildiğimiz biçimiyle Rönesans ve Reformasyon kalır, ne de Bilim ve Güzel Sanatlar. Geriye Avrupa'nın zifiri karanlık Orta Çağları, Helenik-Helenistik kalıtı yadsıyıcı ve edimsel olarak yokedici bir Hıristiyanlık, din kavramının kendisine aykırı Katolik Kiliseye ait bir dirimsizlik kalır. Avrupa bütün bir uygarlık gerecini dışarıdan ödünç almak, kendini yabancısı olduğu kültürlerin imgesinde biçimlendirmek zorundaydı. Avrupa'nın ne felsefesi ne de bilimi, ne inancı ne de ahlakı, ne şiiri ne de adına yaraşır bir mitolojisi vardı, ve Roma'nın çöküşünden sonra yüzyıllarca bir Devlet adını taşımaya uygun bir politik örgütlenişe ulaşamayacak bir barbarlık alanı olarak kaldı. Katolik Kilise insan Duyunçlarını, dolayısıyla İstençlerini bastırarak yalnızca Avrupa'nın karanlığını daha da kararttı. Charlemagne bir imparatorluk gibi birşey kurma girişiminde bulunduğu zaman 'Kutsal Roma İmparatorluğu' denilen bu sözde Devletin onun için gereğinden öte büyük, fazlasıyla büyük olan bu adı bile yabancı kökenliydi. Kurulmasıyla parçalanması bir oldu ve böyle güçsüz, böyle erksiz, böyle türesiz bir Reich olarak varlığı her zaman yokluğu ile eşitti. Yüzyıllar boyunca, Avrupa feodaldi — yani yasasız, yani türesiz, yani haksız, tek bir sözcükle Devletsizdi. Kıtanın yabanıl tininde, Duyunç henüz bir ahlaka, İstenç henüz bir törelliğe yetenekli olacak denli büyümüş ve olgunlaşmış değildi. İstenç kendini ancak şiddetin ve zorbalığın terimlerinde, ancak feodal olarak, ancak tiranlık olarak anlatabiliyordu. Karanlık Çağlar sözü boşuna söylenmiş değildir. Latinler karanlığa gömülü kalmayı sürdürürken, ve Slavlar aydınlığı düşlerinde görecek kadar bile tanımazken, Germenler bütün bir kültürlerini, dinlerini, felsefelerini, bilimlerini, sanatlarını, giderek İmparatorluklarının adını bile dışarıdan, yabancı kültürlerden ödünç aldılar. Ve belki de bu nedenle daha sonra da yalnızca almayı bildiler — ve hiçbirşey vermeksizin yalnızca dünyanın kaynaklarını değil, ama insanlarını da talan ettiler, kendileri uygarlaşmadıkları için gittikleri yerleri de uygarlaştırmayı başaramadılar. Avrupa'nın İmparatorlukları ortadan kalktıkları zaman arkalarında yalnızca kültürel yıkımlar bıraktılar — Asya'da, Afrika'da, Kuzey Afrika'da, Latin Amerika'da.
Kuzey Avrupa'da Reformasyon Duyuncu ve İstenci özgürleştirmeye başladığı zaman, yeni tin daha şimdiden İslamik tinin hazırlayıp sunduğu bütün bir uygarlık temelini özümsemişti. Tıp, Gökbilim, Felsefe Batıya Helenik dönemde olduklarından çok daha yüksek biçimlerde ve ayrıca bütünüyle özgün katkılar ile birlikte geldi. İslamik matematikçilerin geliştirdikleri Cebir ve Trigonometri olmaksızın Descartes ve Leibniz'in tüm dehalarına karşın Analitik Geometri ve Kalkülüs geliştirilemezdi. Öte yandan, İslamik tin dünya-tarihsel özünde Helenistik tinin ve Roma tinin bir sürdürülmesi olsa da, ve tarihsel gücünü ve önemini özsel olarak bu kültürleri özümsemesinden türetmiş olsa da, insan sorununu bir öte-dünya sorunu olarak ve insanı kul olarak görmesinde tarihsel değildi, tarih dışı idi, ve gelişime ve değişime karşı çıkmadıysa da Usu dünyasaldan uzaklaştırdı ve kendini tarihten ve gelecekten silme noktasına indirgedi. Tarih yorgunu İslamik Tin, tüm duyunç özgürlüğüne karşın, insanı en yüksek olarak değil, ama yalnızca boyun eğmesi gereken değersiz, önemsiz, eylemsiz kul olarak gördü. İslam gizemciliğin, tekkeciliğin elinde uyuşurken, bilgisizlik bilgiye üstün gelirken, gelenek erdemin yerini aldı. Birey bireyselliğinin kendisini yitirdi. İslam doğulu kökenlerinin bilincine vardı, Tanrıyı soyut Bir olarak yüceleştirirken sonlu olanı, insanı küçülttü, bilgisiz, eylemsiz, güzelliksiz bir kula indirgedi. Osmanlı Batılı idi, Tarihe her zaman istencinin bir uzantısı olarak baktı, ve sonuna dek dünya-tarihsel önemleri ve değerleri olan bireysellikler yaratmayı sürdürdü. Son ürünü onu ortadan kalkışında bile büyük gösteren ve bütün bir ussal dünyayı hayran bırakan bir tarihsel bir başyapıt, dünya-tarihsel bir kahraman oldu.
|
|
Osmanlı Kemerleri |
|
Osmanlı daha başından, daha kuruluşundan Batılı idi, Tarihte diri olan, değişen, gelişen biricik kültürdü, çünkü Helenik-Helenistik tin ile ve Roma-Bizans tini ile, Batı anlatımının tözsel içeriği olan, bütün bir Dünya Tarihinin özsel dayanağı olan bu birikim ile şekillendi. Bütün bir Asya'da ve bütün bir Avrupa'da dirimli olan biricik insanlık alanında, Dünya Tarihinde sağ kalmış ve henüz yüreği çarpmakta olan biricik kültür alanında insanlığın bütün bir geleceğini bütün bir geçmişine bağlayan bir İmparatorluk olarak doğdu ve İstenci ile, Türesi ile, Erdemi ile uygarlığın kendisinin sürekliliğinin, gelişiminin ve böylece varoluşunun biricik güvencesi oldu. 'Batı' sözcüğü bir yön belirlenimi değil, ama Tinin varoluşunda dingin kalmayıp devimde olanı, değişmekte, gelişmekte, yaşamakta olanı anlatan plastik bir anlatımdır. Ve insanlığın bütün bir tarihsel sürecinin bir süreklilik olduğu düzeye dek, 'Batı' anlatımı onun kesintisiz 'Şimdi'sini özetler, böylece Dünya-Tarihi Kavramının içeriğinin BÜTÜNÜNÜ kucaklar. Bütün bir Asya ve Afrika bu dinamizmin dışındadır. Osmanlının bu dünya-tarihsel konumu ve önemi ile karşıtlık içinde, Anadolu Doğulu kaldı, değişime, gelişime karşı bugüne dek direncini sürdüren, olduğu biçimiyle kendinden hoşnut olmada direten bir dinginlik tini olarak sürdü — bilgisiz, istençsiz, amaçsız, ve üstünde oturduğu uygarlık topraklarına ilgisiz, değişmeyen ve gelişmeyen bir boyuneğme tini olarak. Osmanlı dilinde, mimarisinde, şiirinde, üniversitesinde, Devletinde değişime, yenileşmeye bütünüyle açıktı ve sürekli olarak değişti, yenileşti, büyüdü. Anadolu’daki Türk boyları ise Doğulu kaldılar, ve eğitimsiz özlemleri ile Sufi Gizemciliğine sarılırken ve pozitif duyusal öğelere ve kutsal imamlara dayalı Şiiliğe dönerken, Dünya-Tininin Hakkı kendini böyle boşinançların üstünde ve ötesinde dünya-tarihsel eylemlere yönelen ussal Osmanlı Tininde ileri sürdü. Anlam, önem, gelişim, büyüklük Klasik Tine özgüdür, ve bu Ussallık, Özgürlük ve Erdem Tini şimdi Osmanlının özüydü. |