MARTIN HEIDEGGER'İN
VARLIK VE ZAMAN'I
için
Türkçe-Almanca
AZİZ YARDIMLI
Felsefeyi çürütme girişimi de felsefedir. Heidegger bunun bilincinde değildi. Etimoloji yaptığını düşünüyordu. Ama daha fazlasını yapıyor, kavramı, usu, tanıtlamayı, genel olarak ussal olanı sildiğine inanırken kavramı, usu, tanıtlamayı kullanıyordu. Heidegger'in fenomenolojik-ontoloji dediği antika metafiziği bu ussal artığa bağlıdır. Derrida Heidegger'in gözünden kaçan olgunun bilincindeydi ve Usun çürütülmesi için Usun kendisinin kullanılmasının gerekli olduğunu açıkça belirtti. Mantıksal atomist Wittgenstein da benzer birşey yaptı. Metafiziği yıkmak için metafiziksel bir merdiven kullanıp sonra ona bir tekme attı. Kant metafiziği yine metafiziğin kendisi ile çürüttü. İrrasyonalizm hangi biçimde olursa olsun olumsuz diyalektiktir , yani soyuttur, yani somuta, kurgul olana, olumlu olana, ussal olana ulaşmayan diyalektiktir. Nesnesini çürütmeyi başardığını düşünür ve daha ileri gitmez, bir ayrım ya da yarılma noktasında, bir us bozulmasında sonlanır. Bu analitik eleştiri ussal olmadığı için gerçekte ancak ussal bir zeminde olanaklı olan Söylemin, Dilin, İletişimin kendisine de kapalıdır. Mantıksal değil, ruhbilimseldir. Bu nedenle ussal yöntem temelinde, diyalog ya da uslamlama yoluyla herhangi bir iyileşmeye yetenekli değildir. Bu aynı irrasyonalizmin sözde postmodern biçimi Ustan arta kalan herşeyini son bir kez toplayarak şizofrenik olduğunu kendisi de doğrular.
Heidegger'in girişimi Gerçeği değiştirmenin olanaklı olduğu, önceden belirlenmiş bir amaca ulaşmak için Olguların sınırsızca ayarlanabilecekleri, başkalaştırılabilecekleri sayıltısı üzerine başarılı bir örnektir. Ussal bilgiden olduğu gibi moral ve estetik saltıktan da kaçmanın olanağını sağlar. Heidegger'in Usu reddetmeyi başından kabul etmesi durumunda, genel olarak Dil Düşüncenin temeli yapılır, tanıtlama kavramı yoksayılır, Yunanca etimoloji tanıtlamanın gücünü ve işlevini üstlenir, ön-Sokratikler Platon'dan koparılır, Görüngünün eytişimsel olanağı olan Öz silinir, ve bu analitik, numenonsuz, hiçbirşeyin görüngüsü olmayan soyut Görüngüye en sonunda Varlığın da değeri verilir, kendisi Evsiz sayılan bir Dil Varlığın Evi yapılır.
Heidegger'in Varlık ve Zaman'nın çevirisinde
olanaklı ve uygun olduğu her durumda her bir Almanca sözcük tek bir Türkçe
sözcük ile karşılandı ve bu uygulama yine olanaklı ve uygun olduğu ölçüde
felsefi ya da fenomenolojik önemleri olmayan sözcükler durumunda da sürdürüldü.
Burada sözcüklerin altlarında verilen alıntılar Heidegger’in kurguladığı fenomenolojik
bütünün ana hatlarını toparlama açısından yararlı olabilirler. Fenomenoloji hiç
kuşkusuz klasik felsefenin nesnelliği ile uzaktan yakından ilgisi olmayan öznel
bir bakış açısıdır ve böyle olarak kabul edilmeli ve anlaşılmalıdır. Bu düzeye
dek, sözcüklere eklenen açıklamalar bir düzeltme değil, ama özsel olarak
Heidegger’in çözümlemesini klasik felsefenin kavram çözümlemeleri ile
karşılaştırma içinde belirgin olarak açığa çıkarma amacını taşırlar. Anlak
(diyalektiğe aldırmayan analitik düşünme yetimiz) fenomenolojik bir metni yeniden birleştirme araçlarından
yoksundur. Kavramsal bağıntıların bu yönteme bağlı belirsizliklerinden ötürü,
bu analitik bilinç dışsal sözcük-çağrışımları arasında yolunu bulamaz.
Klasik Felsefe bu tür bilinçsiz-dışsal bağıntıları tanıtlanabilirlikleri açısından
sınayacak kavramsal bağıntılar sunar, böylelikle gerçek olup
olmadıklarını, var olup olmadıklarını saptamanın ölçütünü sağlar.
A
açığa çıkarılmışlık:
Entdecktheit
açığa çıkarmak: entdecken
açığa serilmişlik:
Erschlossenheit (‘ortaya serme’nin koşulu)
[260]: “açığa serilmişlik,
eş deyişle ruhsal-durum eşliğindeki bir anlama” :: “die Erschlossenheit, das
ist durch ein befindliches Verstehen”
açığa serme: Erschließung
açığa sermek: erschließen
[170]: “Oradaki-Varlığa
özgü tüm açığa sermenin temel türü, e.d. anlama” :: “alles daseinsmäßigen
Erschließens, das Verstehen.” — Almanca ‘erschließen’ sözcüğü ‘açığa
sermek’ karşılığının yanısıra
‘çıkarsamak’ anlamına da gelir. Heidegger fenomenolojik olmayan bu ikinci
anlamı dışladığını belirtir [75], çünkü fenomenolojik yöntem bir
çıkarsama/uslamlama değil, bir ‘görme,’ ‘algılama’ yöntemidir. Ama gerçekte
bütün bir fenomenolojik yöntemin kendisinin sözde yadsınan ama bilinçsizce
doğrulanan bir kavramlar, yargılar, tasımlar ve çıkarsamalar yapısı üzerinde
işlemesi ölçüsünde, Heidegger’in kendisi arada bir sözcüğü ‘çıkarsama’
anlamında kullanmanın önüne geçemez.
açıklık: Lichtung (bkz. lumen naturale)
algı, duyusal: Vernehmen, aisthesis
(Yun.)
[33]: “'Aisthesis,' birşeyin
yalın, duyusal algısı, Yunanca anlamda “gerçek”tir, ve dahası sözü edilen
Logostan daha kökensel olarak böyledir. Bir 'aisthesis' her durumda kendi
'idia'sını, gerçekten tam olarak onun yoluyla ve onun için erişilebilir
varolan-şeyi hedeflediği sürece (örneğin görmenin renkleri hedeflemesi gibi),
algı her zaman gerçektir.” [335]: “algılama ve bunda temellenen kuramsal bilgi”
:: “Vernehmen und dem darin gründenden theoretischen Erkennen.” — Fenomenolojik yöntem
görüngüsel bir yöntem, özsel olarak görgül bir yöntemdir ve Heidegger
‘fenomen’i algı ile ilişkilendirmekle onu ‘görüngü’den ayırma yönündeki kendi
girişimini çürüttüğünü kabul etmez. Algı özsel olarak ‘duyusal’ imlemli bir
sözcüktür ve ‘düşünsel algı’nın bir eğretileme olması ölçüsünde, fenomenolojik
yöntem kendini birincil olarak görsel-işitsel algıya sınırlamak zorundadır.
Algının gerçek olduğu (ya da bilgi ürettiği) görüşü antik sofistlerden bu yana
doğal bilinç ‘felsefeciliğinin’ savunduğu şeydir (algının bilgi ile ilişkisi
üzerine bkz. özellikle Platon, Theatetus). Algının gerçekliğinin ölçütü
açıkça ‘das Man’dır ve sonuç eksiksiz bir göreciliktir.
alıkoymak: aufhalten
(‘wohnen’ değil)
analitik: Analytik
anlam: Sinn
[153]: “... oradaki-Varlık
karakterinde olmayan Varlık-türündeki tüm varolan-şeyler anlamsız olarak,
özsel olarak her anlamdan yoksun olarak kavranmalıdır” :: “... muß alles
Seiende von nicht-daseinsmäßiger Seinsart als unsinniges, des Sinnes
überhaupt wesenhaft bares begriffen werden.”
anlama: Verstehen
[223]: “anlama” ya da
“oradaki-Varlığın açığa serilmişliği” :: “Verstehen” ya da “der Erschlossenheit
des Daseins.”
anlaşılırlık:
Verständlichkeit
anlatım: Ausdruck
anlatmak, bildirmek:
ausdruck, aussprechen
apofantik: apophantisch
Husserl’de yüklemleyici
yargılarla ya da yargı kuramı ile ilgili. Aristoteles’te ‘logos apofantikos’ önermenin
temel özne-yüklem biçimini belirtir.
aralık: Abstand; Spanne
[409]
arkada bırakılamaz
(yetişilemez, geçilemez): unüberholbare
arkadan-konuşma, karalama:
Nachreden
asıl: eigentlich
‘eigen’ :: ‘kendinin.’ —
Heidegger sözcüğü gerçek-olmayan ile karşıtlık içinde olmaktan çok, dildeki
kökeni ile uyum içinde kullanır; karşıtı ‘yanlış’ değil, ama ‘kendisi
olmayan’dır (‘uneigentlich’).
asıllık: Eigentlichkeit
asılsızlık:
Uneigentlichkeit
aşkın: transzendent
‘Aşkın’ sözcüğünün ona
yüklenen ıvır zıvırdan ayrı olarak bütünüyle olağan bir anlamı vardır. Bu
sözcük karşısında ilkin neyin aşıldığı sorulmalıdır. Düşünce kendi
kavramında ‘duyusal’ olanın aşılmasını imler ve kavramsal düşünce alanında
böyle bir aşkınlığı yineleyip durmanın bir gereği ve anlamı yoktur. Sözcük
insan bilgisinin ‘sınırlanması’ ve böylece insanın küçültülmesi ile ilgili
olarak kuşkucu bakış açılarında popülerdir ve birşeylerin ‘insanı aştığında’
diretmek bir tür alçakgönüllülük, geri çekilme, ürkeklik gibi ruh durumlarından
doğar.
aşkınlık: Transzendenz
aşkınsal: transzendentale
atama, atamak: Angabe,
angeben
ayırdedilmiş: ausgezeichnet
ayrımsızlık: Indifferenz
ayrıştırmak (çözümlemek):
auseinanderlegen
B
bağımsız: eigenständig
bağıntı: Beziehung
bağlama: Verbindung
bağlılaşım: Korrelation
başat: vorherrschenden
Başkası: Andere, der
başvurma: Anruf (Aufruf ::
çağırma; Ruf :: çağrı)
beklemede olma: Gewärtigen
(Almanca’da bu ‘bekleme’de ‘hesaplaşmaya hazır olma’ imlemi bulunur)
beklemek: erwarten
belgitleme: Nachweis,
Erweisung; Demonstrieren (tanıtlamak değil)
‘Belgitleme’ ‘düşünme’den
çok ‘görselliği,’ ‘gösterme’yi (‘monstrere’) imler ve buna göre Heidegger’in
fenomenolojik kullanımının gereksindiği doğrulama aygıtıdır. Heidegger zaman
zaman alışkanlıkla ‘tanıtlama’ kavramını kullansa da, bundan özellikle
kaçınmalıdır, çünkü bunda us mantıksal/kavramsal zorunluğu hedefler ve
dışsal-etimolojik bağıntılarla ilgilenmez (bkz. ‘tanıtlama’). Heidegger’in
yönteminin ‘gerçeklik’ üretmede kullandığı daha başka aygıtlar arasında şunlar
da bulunur: Betimleme (Charakteristik), belirtme (Anzeigen),
kanıtlama (Ausweisung), sergileme (Aufweisung),
görünme (Erscheinen), gösterme (Zeigen), görme (Sehen),
öne çıkarma (Hebung, Abhebung), açığa çıkarma (Entdecken),
açığa serme (Erschließen), açıklık kazandırma (Offenbaren),
yorumlama-ortaya serme (Auslegung), yorum (Interpretation),
bakış/görüş (Blick), göz önünde canlandırma (Vergegenwärtigung).
belirlemek: bestimmen
belirlenim: Bestimmung
belirlilik, nitelik:
Beschaffenheit
belirtik: ausdrücklich
belirtme: Zeigen
belirtmek, göstermek:
anzeigen, zeigen
benimkilik: Jemeinigkeit:
betimleme, niteleme,
karakterizasyon: Charakteristik
Fenomenolojik yöntemin
tanıtlama değil, ama görsel-işitsel açığa çıkarma araçları üzerine işlediğini
anımsayalım. Heidegger’in ‘Charakteristik’ anlatımını tüm metin boyunca
kesintisiz olarak kullanması kullandığı yöntemde usun değil ama ‘bilincin’
tasarımsal içeriğinin geçerli olmasına bağlıdır.
bildirim: Verlautbarung;
Aussagesatz
bildirme: Verlautbarung
bilgilendirme, aydınlatma:
Aufschluß
bilinç: Bewußtsein
birbiri-ile-birliktelik:
Miteinander
birbiri-ile-birlikte-Varlık:
Miteinandersein
birimsel: einheitlich
birincil: ursprünglich
(kökensel)
birlikte-oradaki-Varlık:
Mitdasein
birlikte-Varlık: Mitsein
Mitsein :: ile-Varlık (ya
da birlikte-Varlık). Mitdasein :: ile-oradaki-Varlık (ya da
birlikte-oradaki-Varlık). Mitwelt :: ile-dünya. (Bu eklemlemelerde ‘ile’ ve
‘birlikte’ eşdeğerde kullanıldı.)
birşey olarak birşey: etwas
als etwas
bir-yere-aitlik:
Hingehörigkeit
boş konuşma: Gerede
boşlama, atlama, yapmama:
unterlassen
boyun eğme: Angewiesenheit
boyun eğmek, boyun eğiş:
anweisen, Angewiesenheit
bölge: Gegend
bulunmayış, yokluk:
Abwesenheit
bulunuş: Anwesenheit
bundan-böyle-orada-olmayan-Varlık:
Nichtmehrdasein
buraya: hierhin
bütün-Olabilme:
Ganzseinkönnen
bütün-Varlık: Ganzsein
C
can sıkıntısı: Mißmut
cisimsel şey: res corporea
Ç
çağırmak: aufrufen
çağrı: Ruf (Anruf :: başvuru;
Aufruf :: çağırma)
çekingenlik: Scheu
çeper: Umkreis
çevre: Umwelt (sözel
olarak: ‘çevre-dünya’)
Sözcük yapısal olarak ‘das
Um-zu,’ ‘Umgang’ ve ‘Umsicht’ ile benzerlik gösterir.
çevrelemek: umschließen
çıkarsama: ableitung [8]
Fenomenolojik olarak
yararsız, aslında yanıltıcı bir kurgulama (Konstruktion) aygıtıdır.
çoğunlukla: zumeist
D
dalış: Absturz
davranmak: verhalten
dayanmak: wahren
değişki: Modifikation
dehşet: Erschrecken:
demek, demek istemek, -e
denk düşmek: besagen
demin: soeben
deneyim-olgusu, görgül
olgu: Erfahrungstatsache
destek: Anhalt
devinirlik: Bewegtheit
(elönünde-bulunan şeylere özgü ‘Bewegung’ ile karşıtlık içinde, varoluşa özgü)
dışarıda-duran: Ausstand
‘Ausstehen’ sözel olarak,
‘dışarıda-durma’ demektir. Anlatım ‘yerinde olması gerekirken yerinde olmayan,’
‘henüz eksik olan,’ ‘henüz açık’ olan (örneğin bir borç durumunda olduğu gibi)
vb. anlamlarında kullanılır.
dışarıda-Varlık, dışarıda-Olma: Aussein
-diği sırada: damals, als
...,
-diği zaman, ...diğinde:
dann, wann ...
dikbaşlılık: Aufsässigkeit
dil: Sprache
diretmek: anhalten
dirençlilik: Widerständigkeit
doksografi: görüş kolleksiyonculuğu
döngüsel tanıtlama: Zirkel
im Beweis [7]
Heidegger fenomenolojik
yorumlama ya da çözümleme yönteminde (‘varoluşsal Analitik’) gerçekte herhangi
bir kısır döngü ile karşılaşmanın olanaksız olduğunu belirtir [175]: “... çünkü
sorunun yanıtlanışında herşey çıkarsamacı bir temellendirme çevresinde değil,
ama bir temelin ortaya serilmesi ve sergilenmesi çevresinde döner.” ‘Kısır
döngü’ bir uslamlama yanlışlığıdır ve fenomenolojik yöntem doğası gereği bundan
bağışık olmalıdır.
duygu:Gefühl
duyu:Sinn
duyum: sensatio
duyunç: Gewissen
duyurma: Ausrufen; Melden
dünya: Welt [64-5]
dünyadaki-Varlık:
In-der-Welt-sein
dünya-içinde: innerweltlich
dünyasallık: Weltlichkeit
[64]
dünya-tarihsel olaylar:
weltgeschichtliches Geschehen [381]
dürtü: Drang
düşkünlük: Hang
düşmek: verfallen (sözcük
‘bozulma,’ ‘yozlaşma’ anlamlarını da taşır)
düşüş: Verfallen
[175]: “‘Dünya’ içine
düşmüşlük birbiri-ile-birlikte-Varlığa soğrulma demektir, ama ancak bu
sonuncusu boş konuşma, merak ve ikircim yoluyla güdüldüğü sürece.” — Heidegger
insanın düştüğünü belirtir, ama nereden düştüğü konusunda herhangi birşey
söylemez. ‘Düşüş’ bildiğimiz gibi dinsel bir mittir ve insanın bir tür doğal
suçsuzluk durumundan uzaklaşmasını anlatır. Klasik felsefede insan Doğanın ve
Tinin birliği olarak görülür, doğallıktan onu da kapsayarak tinselliğe
yükselir, ve tüm Varlığı-Gerçekliği bilme yeteneğindedir. Yine, Heidegger’in
düşüşte olan fırlatılmış insanının tersine, bir düşünce, etik duygu ve estetik
duyarlık olan özsel gizilliğini edimselleştirmekte, özsel olarak özgürlük
tarafından belirlenen sürecinde sonsuz ereğine doğru gelişmektedir. — Klasik
felsefe analitik bir ‘ideal ve reel’ ayrımı yaparak insanı değersiz bir
görüngüye indirgemez, ama onun kendinde o sonsuz değerlerin öznesi olduğunu
tanıtlar. Nihilizm ve kötümserlik salt bu özgürlük olanağı karşısında
olanaklıdır ve kendinde bu ereğe duyulan özlemin olumsuz anlatımıdır.
Heidegger’in ‘düşüş’ teması her nedense pekçok belirtisi ile modern tine daha
başından bulaşmış olduğunu gösteren ve ‘Dasein’ın düşmüşlüğü için görgül
doğrulama sunan bir etik ‘düşmüşlük’ durumu ile örtüşür.
düşünüp taşınma: Überlegung
düzenleme: Einrichtung
düzleştirme: Einebnung
(boyuneğmenin sonucu sıradanlaştırma; herşeyin aynılaştırılması; s. [127])
E
-e aitlik: Zugehörigkeit
eklenti: Dreingabe: eklenti
(005)
eksiklik: Mangel
ekstase (bkz. ‘götürülme:
Entrückung’): £kstatikñn
ekstatik: ekstatisch
‘Ekstase’ sözcüğü Yunanca
“£kstasiw :: dışarı çıkarma, uzaklaştırma” sözcüğünden türetilmiş ve zamanla
‘dalınç,’ ‘kendinden geçme’ anlamını da kazanmıştır. Heidegger sözcüğün
özellikle ‘existieren’ ile eş-kökenselliğini göz önünde tutar (bkz.
‘götürülme).
elaltında-bulunuş:
Zuhandenheit
[71] “Elaltında-bulunuş
“kendinde” olduğu gibi alınan varolan-şeyin varlıkbilimsel-kategorisel
belirlenimidir. Ama elaltında-bulunan gene de yalnızca elönünde-bulunanın
zemininde ‘vardır.’” :: “Zuhandenheit
ist die ontologisch-kategoriale Bestimmung von Seiendem, wie es »an sich« ist.
Aber Zuhandenes »gibt es« doch nur auf dem Grunde von Vorhandenem.”
elönünde-bulunuş:
Vorhandenheit
El-önünde-bulunuş hiç
kuşkusuz — etimolojik olmanın büyük önem taşıdığı bir durumda — ‘elde’-bulunuş
(‘presence-at-hand’) demek olamaz. Elönünde-bulunuş insandan (‘Dasein’) başka
ve belki de insan sorunları ve etkinlikleri ile doğrudan ilgileri olmayan
varolan-şeylerin (existentia) bulunuşunu anlatır: Güneş, ay, yıldızlar,
atomlar vb. Gene de, ‘el-önünde-bulunuş’ ‘el’i, büyük olasılıkla ‘insan eli’ni
varsayar ve bunun yokluğu durumunda ilgili ‘nesnelere’ ne olacağı sorulmalıdır.
‘Elaltında-bulunuş’ anlatımı araç-gereç türünde varolan-şeylerin varlığını
anlatmak için kullanılır. [211]: “Vorhandenheit und Zuhandenheit sind Modi der
Realität.”. [203]: “tam olarak reel olanın anlamında dünya-içinde varolan-şey,
salt elönünde-bulunan şey” :: “das innerweltliche Seiende im Sinne des Realen,
nur Vorhandenen.” [71]: “elaltında-bulunan gene de yalnızca elönünde-bulunanın
zemininde ‘vardır’” :: “Zuhandenes »gibt es« doch nur auf dem Grunde von
Vorhandenem.” [183]: “elönünde-bulunuş (“realite,” “dünya”-edimselliği” ::
“Vorhandenheit (»Realität«,
»Welt«-Wirklichkeit).”
elönünde-Varlık:
Vorhandensein
‘Dasein’ın ‘insan’ı
anlatmak için kullanılması bir tür ‘dil kayması’ yaratır ve sözcüğün doğal
dildeki anlamlarını sözcüksüz bırakır (‘bulunuş,’ ‘varoluş’/‘Vorhandensein,’
‘yaşam,’ ‘varlık’). ‘Vorhandensein’ da ‘das Seiendes’ ve başkaları gibi bu
sözcük açığını gidermek için başvurulan çözümler arasındadır.
en yakından ve çoğunlukla:
zunächst und zumeist [370]. Ayrıca: ilk olarak, ilkin; yaklaşık olarak. (MR:
proximally.)
Heidegger bu sözcüğü ve
onunla birlikte ‘çoğunlukla’ anlatımını, bir bakıma ‘tematik’ olanla karşıtlık
içinde, sıradan bir gözlem, deneyim vb. gibi bir bilinç durumu ile ilişki
içinde kullanır. [370]: “Önümüzdeki çözümlemelerde sık sık ‘en yakından ve
çoğunlukla’ anlatımını kullandık. ‘En yakından’ oradaki-Varlığın kamusallığın
‘birbiri-ile-birlikte’sinde ‘açıkta’ olma yolunu imler — üstelik ‘temel’de tam
anlamıyla varoluş-ilgili olarak gündelikliğin ‘üstesinden gelinmiş’ olsa bile.
‘Çoğunlukla’ oradaki-Varlığın kendini her zaman değil ama ‘bir kural olarak’
Herkese gösterme yolunu imler.” [102]: “En yakından elaltında-bulunan
üzerine konuşuyorduk. Bu yalnızca her durumda başkalarından önce ilk olarak karşılaşılan
varolan-şey demek değil, ama aynı zamanda “yakında” olan varolan-şey de
demektir. Gündelik işgörmenin elaltında olan şeyi yakınlık karakterini taşır.”
Anlatımın fenomenolojik bir işlevi vardır ve en açık ve genel yaşantıların,
deneyimlerin henüz üzerine düşünme tarafından bozulmamış ‘açıkta olma’ yolunu
belirtir.
endişe: Angst
erişim, giriş: Zugang
esirgeme: Fürsorge
“Fürsorge” anlatımı
‘yardım/Hilfe’ ile anlamdaştır. Ama Heidegger ‘Hilfe’ sözcüğünü kullanmaz ve
‘Fürsorge’nin tasanın varoluşsal kipi olduğunu söyler. ‘Fürsorge’nin etimolojik
çevirisi ‘için-kaygı’dır. [121]: “Bu [esirgeme] anlatımını tasanın bir
varoluşsal için terim olarak kullanılmasına karşılık düşecek bir yolda
anlıyoruz. Örneğin olgusal toplumsal düzenleme biçimindeki ‘esirgeme’
birlikte-Varlık olarak oradaki-Varlığın Varlık-durumunda temellenir” :: “Diesen
Ausdruck verstehen wir aber entsprechend der Verwendung von Besorgen als
Terminus für ein Existenzial. Die ‘Fürsorge’ als faktische soziale Einrichtung
zum Beispiel gründet in der Seinsverfassung des Daseins als Mitsein.” [121]:
“Giderek beslenme ve giyinme ile ‘tasa,’ hasta bedenin bakımı bile esirgemedir”
:: “Auch das ‘Besorgen’ von Nahrung und Kleidung, die Pflege des kranken Leibes
ist Fürsorge.” [318]: “Başkaları için kaygı olarak esirgeme” :: “Fürsorge als
Sorge für Andere.” (İngilizce çeviride (MR) sözcük ‘solicitude’ ile karşılanır.)
eş-kökensel:
gleichursprünglich
eylem türleri: Aktionsart
[349]
eyleşmek: verweilen;
eyleşme: Verweilen
F
Fenomen: Phänomen
Varlık ve Zaman’ı deşifre etmenin ilk
koşulu ‘fenomen’ ve ‘görüngü’nün bir olmadıklarını düşünmeyi başarmaktır.
[30-1]: ‘Phänomen’ :: ‘fenomen’; ‘Erscheinung’ :: ‘görüngü.’ — Heidegger
‘fenomen’ kavramını da yeniden tanımlayarak dizgesine uyarlar: “Das
Sich-an-ihm-selbst-zeigende.” Bunu yapmalıdır. ‘Fenomen’ ya da ‘görüngü’ doğal
dilde ve doğal usta ‘görünen,’ daha doğrusu ‘gibi görünen’ ve böylece ‘kendini
kendinde değil ama kendi başkasında ya da başkası olarak gösteren’dir.
Fenomen böylece ‘öz’ün ‘başkası’dır. Ama fenomeni ilke (dolaysız) alan
fenomenolojik yöntem kendi iç tutarlığı için fenomenin bu dolaylılığını silmek,
sözcüğü arke olarak yeniden-tanımlamak zorundadır. ‘Erscheinung/görüngü’
sözcüğü ‘fenomen’in yanısıra ondan ayrı bir anlatım olarak kalır.
formüle etme: stellen
G
Geçmiş (zaman):
Vergangenheit
gelecek-ilgili,
gelecekteki: zukünftig
gelichtet: bkz. lumen
naturale
gerçek wahr; (düzmece ile
karşıtlık içinde) genuin, echt
[33]: “Arı noeİn, ya da
genel olarak varolan-şeylerin en yalın Varlık-belirlenimlerinin salt ‘gören’
algısı, en arı ve en kökensel anlamda “gerçek”tir, e.d. yalnızca açığa çıkarır,
öyle ki hiçbir zaman örtemez.”
gerçeklik: Wahrheit;
(düzmece ile karşıtlık içinde) Echtheit
[226]: “Ancak
oradaki-Varlık oldukça ve olduğu sürece gerçeklik “vardır” :: “Wahrheit »gibt
es« nur, sofern und solange Dasein ist.” —“Newton yasaları, çelişki önermesi,
genel olarak her gerçeklik ancak oradaki-Varlık olduğu sürece gerçektir.
Genel olarak oradaki-Varlık olmadan önce ve genel olarak oradaki-Varlık bundan
böyle olmadığı zaman hiçbir gerçeklik yoktu ve hiçbir gerçeklik olmayacaktır,
çünkü gerçeklik açığa serilmişlik, açığa çıkarış ve açığa çıkarılmışlık olarak
o zaman olamayacaktır.” —[222]: “Gerçeklik (açığa çıkarılmışlık) her
zaman ilkin varolan-şeylerden koparılıp alınmalıdır. Varolan-şey
gizlenmişlikten kapılır. O sıradaki olgusal açığa çıkarılmışlık bir bakıma her
zaman bir hırsızlıktır. Yunanlıların gerçekliğin özünü anlatırken
yoksunluklu bir anlatım (a-letheia) kullanmaları bir raslantı mıdır?” [220-1]:
“buna göre ancak oradaki-Varlığın açığa serilmişliği ile en kökensel gerçeklik
fenomenine erişilir.” [227]: “tüm gerçeklik ... oradaki-Varlığa görelidir” :: “Alle
Wahrheit ist ... relativ auf das Sein des Daseins.” Ama hemen ardından bu
görelilliğin öznellik olmadığı söylenerek bir “nesnellik” tanıtlaması verilir.
Ve gene de [229]: — “Gerçeklik zorunluğu içinde tanıtlanmaya izin vermez” ::
“Wahrheit läßt sich in ihrer Notwendigkeit nicht beweisen, weil ...” “Gerçeklik
fenomeni”nden söz edebiliriz, çünkü fenomenolojik yöntem için ‘fenomen’
gerçek olmalıdır. — [33] Heidegger gerçeklik kavramını sözcüğün Yunanca’daki
etimolojik yapısından anlar ve buna göre onu ‘açığa çıkarma’ olarak tanımlar.
Yunanca’da 'aleteia,' 'to aletes' ‘gerçeklik’ demektir. Ama Yunanca sözcük a- (=
‘değil-’) ön-ekinden ve ‘gözden kaçmak,’ ‘gizlenmiş olmak’ demek olan '-lath' kökünden türetilir. Böylece ‘gizlenmişliğin
olumsuzlanması’ olarak gerçeklik ‘açığa çıkarılmışlık,’ ‘ortaya serilmişlik’
demek olacaktır. Yine burada da (‘görüngü/fenomen’ durumunda olduğu gibi)
Heidegger etimolojinin, klasik Yunan etimolojisinin son kanıt olduğunu
kabul eder (niçin Sümerce’nin, Hititçe’nin yada belki de Aztekçe’nin,
Japonca’nın böyle bir ayrıcalıktan yoksun olduklarını açıklamaz.) Bu hiç
kuşkusuz fenomenolojik yönteme uygundur. Ve gene de etimolojiler olumsallık
öğesi kapsarlar.
gereç (takım): Zeug
[68]: “Tasada karşılaşılan
varolan-şeye gereç diyoruz. İşgörmelerde yazı gereci, dikiş gereci, iş, taşıma,
ölçü gereçleri ile karşılaşılır” :: “Wir nennen das im Besorgen begegnende
Seiende das Zeug. Im Umgang sind vorfindlich Schreibzeug, Nähzeug, Werk-,
Fahr-, Meßzeug.”
gereçsellik: Zeughaftigkeit
geri-çağrı: Zurückruf
germek: spannen
gönderilme: Verwiesenheit
gönderme: Verweisung
göndermek, -e: verwiesen
auf
görgül-olarak-olgusal:
tatsächlich
görgül-olgu,
görgül-olgusallık: Tatsache, Tatsächlichkeit
[276]: “Ama
oradaki-Varlığın olgusallığı elönünde-bulunan birşeyin görgül-olgusallığından
özsel olarak ayrıdır” :: “Die Faktizität des Daseins aber unterscheidet sich
wesenhaft von der Tatsächlichkeit eines Vorhandenen.”
görüngü: Erscheinung
[29] Heidegger ‘Görüngü’ ve
‘fenomen’i (fainñmenon) ayırır. Fenomen fenomenolojik yöntem için ‘arke’dir. Arkasında
herhangi bir özsellik gizlemeyen ve “kendini kendinde gösteren” dolaysızdır
— ‘das Sich-an-ihm-selbst-zeigende,’ tŒ önta, varolan-şey, ‘das
Seiende.’ — Gerçekten de, fenomen dolaysızdır, çünkü duyusal olarak algılarız.
Ama gene de Kendisinden daha çoğudur. Varolan-şeye bir de ‘kendi Başkası’
olabileceğini düşündüğümüz zaman ‘fenomen’ deriz. Fenomen salt kendisi olan
yalın Varlık değil, ama Varlığını kendi ‘başkasında’ kazanan dolaylı Varlıktır.
Bu ‘kendisinin ve başkasının’ birliği olması fenomeni değişen,
devinen, ve yitip giden birşey yapar, onu ‘Varlık = Varlık’tan, ‘A=A’dan,
‘Kendi=Kendi’den, Parmenides’in ‘Bir’ olan Varlığından ayırır ve götürüp sonlunun
alanına, Herakleitos’un ‘akış dünyasına’ bırakır. Fenomenin bu
kavramsal çözümlemesinin fenomenin değersizleştirilmesi olarak görülmesi
Nietzsche’ye gider ve Heidegger fenomeni onurlu ve değerli yerinden atan klasik
felsefenin bu nihilistik yanılgısının düzeltilmesinin zorunlu olduğunu düşünür.
Bunun için bütün bir ‘antikçağ varlıkbilimi’ ile — yalnızca Sokratik (Platon ve
Aristoteles) değil, ama ön-Sokratik klasik felsefe ile de — bir hesaplaşma
zorunludur. Klasik felsefenin Varlığın anlamını örten bu dramatik yanılgısı
Heidegger için modern nihilizmin köklerinin aranacağı yerdir. — Heidegger’e
karşın, ‘görüngü,’ ‘Erscheinung,’ ‘appearance’ ve ‘fenomen’ özdeş etimolojiler
gösterirler. Yanılsama (görünüş/Schein/illusion) kendini başkası olarak
gösteren ‘görüngü/Erscheinung/appearance’dan ayrı olarak ‘duyusal’ bir yanılgı,
bir algı yanılmasıdır.
görünüş: Schein
gösterge: Index
gösterme: Aufzeigen
göstermek, belgitlemek:
erweisen
götürülme: Entrückung
‘Entrücken’ ve ‘ekstase’
Heidegger’in kullanımında ilgili sözcüklerdir. Almanca ‘entrücken’ sözcüğü
‘götürmek,’ ‘aktarmak’ anlamlarının yanısıra, ‘esrime,’ ‘kendinden geçme’
anlamını da taşır. Ekstase ‘dışarıda olma’ ile ilgilidir ve sözcük eski
Yunanca’da zamanla ‘kendi dışına götürülme’ gibi bir imlem yoluyla ‘kendinden
geçme,’ ‘esrime’ anlamını üstlenmiştir. Yine ‘ekstase’ ve ‘exist’ arasındaki
benzerlik de gözden kaçmamalıdır. Heidegger’in metninde ‘ekstase’ ile ilgili
olarak söz konusu olan şey Zaman ve boyutlarıdır. ‘Entrückung’ sözel olarak
‘Aus-sich-Heraustreten’ ya da ‘kendi dışına çıkma’yı anlatır. Sözcüğün Almanca
ve İngilizce imlemleri arasında ‘birini göğe taşıma,’ giderek ‘İsa’nın ve
gerçek kilisenin dünyanın üzerine yükseltilmesi’ gibi dinsel tonlar da bulunur.
— [351]S için not: Etimoloji şu
çözümlemeye götürmeyi amaçlar: Bu ekstaseler kendi dışlarına çıkma
eğilimindedirler ve ‘entrücken’ bu ‘kendinden uzaklaşma’yı, ‘kendinden
geçme’yi, ‘kendi dışına’ götürülmeyi anlatır; böylece tümü de ‘kendi-dışında’
ya da “Außer-sich” olan şeylerdir. — ‘Esrime’ anlamını Zaman boyutları olarak
‘ekstase’lere bağlamak doğal bilinçte bir Doğa belirlenimi olarak Zamanı
yalnızca Tinin bir yüklemi olmanın ötesine, ‘tinselleştirme’ye götüren
‘etimolojik’ bir çağrışıma yol açar ve anlak bu ‘kavramsız’ bağıntı karşısında
askıda kalır: Ne doğrulayabilir, ne de çürütebilir. Örneğin İngilizce çeviri
(MR) bu çağrışımı açıkça sergileyen bir çözüm kullanır: “the raptures of the
future, of what has been, and of the Present ...”]. Heidegger bir mistik
değildir; ama ‘zamanın esrimesi’ etimolojik yönteminin mistik bir yan-ürünüdür.
(İngilizce çeviride (MR) sözcük her iki anlamıyla birlikte karşılanır:
‘rapture’ ve ‘carry away’.
göz dikmek: anvisieren
göz önünde canlandırma:
Vergegenwärtigung [359]
gözdağı: Bedrohung
göze-çarparlık:
Auffälligkeit
göze-çarpmaz: unauffällig
gözetme: Rücksicht
güdü: Motiv
gündeliklik: Alltäglichkeit
H
harcamak: verbrauchen
haykırma: Ausruf
hemen: sogleich
henüz ancak, ancak: nur
noch
heyecan: Affekt
hoşgörme; Nachsicht
hürmet: Ehrfurcht
hüzün: Traurigkeit
I
ıraklık: Ferne
İ
içerdeki-Varlık: Innensein
[60]
içerdelik: Inwendigkeit
içinde: in, innan [54]
Oradaki-Varlığın Varlık ilişkisi uzaysal-cisimsel
elönünde-bulunan-Varlığın Varlık-ilişkisinden ayrı olduğuna göre, Heidegger
için oradaki-Varlık için oluşturucu olduğunu söylediği ‘içinde-Varlık’/‘In-Sein’
kıpısında kapsanan “in” ilgecinin uzaysal olmadığını (aslında
elönünde-bulunan-Varlık kipinde olmadığını) göstermek zorunludur [54]. Bunu bir
çıkarsama ya da tanıtlama ile değil, ama fenomenolojik olarak etimolojik
kanıtlama ile yapmalıdır. Bu etimolojik-fenomenolojik kanıtların çoğunlukla
ve doğallıkla yitmiş olmasına karşın, Heidegger burada gerekli kanıtı Jakob
Grimm’in Kleinere Schriften’inde bulur. S&Z’ın İngilizce çevirisinde
(MR) verilen bir nota göre (s. 80), Grimm sözü edilen Yazılarında modern
Almanca’daki “in” belirtecinin “innan”dan ve bunun da kökensel
biçim olarak “wohnen”den (habitare, oturmak, yaşamak) türediğini
belirtir. Böylece “in” ilişkisi uzaysal bir ilişki değil ama her nasılsa
uzaysal olmayan bir “yaşama” ilişkisi, oradaki-Varlığın bir
varoluşsal-varlıkbilimsel ilişkisidir. Heidegger’in bu konuda [54] yapmak
istediği şey dildeki kökensel bir bozulmayı ya da örtülmeyi düzeltme anlamında
benzer olarak Yunanca’da logos (lñgow), gerçeklik (lhyeÛa) ve fenomen
(fainñmenon) sözcükleri için de yapılır. — Yine aynı yerde [54] ‘an’
üzerine sunduğu fenomenolojik betimlemenin bağlamı hiçbir biçimde açık
değildir. — Bu etimolojik düzeltmenin Almanca’da “In-Sein”ın kullanımını
Heidegger’in istediği yolda aklamasına karşın, Türkçe’de hem cisimsel/uzaysal
hem de insansal/ekinsel ilgileri belirtmede kullandığımız “de” ilgecinin bu iki
işlevini kökensel kullanımında da akladığını gösteren bir etimolojisi yoktur.
Heidegger ‘in/içinde’nin oradaki-Varlık durumunda ‘uzaysal içtelik’
olarak anlaşılmasına karşı uyarıyı kendisi yapar. Benzer olarak, ve yine
kendisinin belirttiği gibi, ‘ortasında-Varlık’ da uzaysal bir yanyanalık
imlemez.
içinde-Varlık: In-Sein
[54]: “içinde-Varlık
elönünde-bulunan-şeylerin uzaysal bir ‘birbiri-içindeliği’ demek de değildir,
tıpkı ‘içinde’nin aslında kökensel olarak sözü edilen türde uzaysal bir
bağıntıyı imlemiyor olması gibi.” “İçinde-Varlık oradaki-Varlığın bir
Varlık-durumu demektir ve bir varoluşsaldır.” İçinde-Varlık da tıpkı
dünyadaki-Varlık gibi fenomenin görülmesini sağlayan oluşturucu kıpılardan
biridir.
iki-anlamlılık:
Zweideutigkeit
ikircimsizlik:
Eindeutigkeit
ileri-çağrı: Vorruf
ilgi: Bewenden
ilgilendirilebilirlik: Angänglichkeit
[137]
ilgili olmaya bırakma
(şeyleri): Bewendenlassen
[85]: “Varlıkbilimsel
olarak anlaşılan ‘ilgili olmaya bırakma’ varolan-şeyin çevre içersinde
elaltında-bulunuşu üzerine önceden özgürleştirilmesidir” :: “Das ontologisch
verstandene Bewendenlassen ist vorgängige Freigabe des Seienden auf seine
innerumweltliche Zuhandenheit.”
ilgililik: Bewandtnis
[84]:
“Elaltında-bulunanın Varlık-karakteri ilgililiktir” :: “Der
Seinscharakter des Zuhandenen ist die Bewandtnis.” — ‘Bewandtnis’ ya da
‘bewenden lassen’ çevresine kurulan tüm anlatımlar özsel olarak idiomatiktir ve
hem doğrudan hem de etimolojik çevirileri geçersiz görünür. Sözcüğün etimolojik
yapısı ‘dönme’ ile ilgilidir ve çeviri için herhangi bir ipucu vermez. Buna
göre sözcüğün tikel anlamları idiomatik bağlamlardan belirlenir ve Türkçe
sözlüklerde ‘neden,’ ‘açıklama,’ ‘mahiyet,’ ‘hususiyet’ gibi karşılıklar
bulunur. (İngilizce çeviride (MR) sözcük ‘involvement’/’karışma,’ ‘katılma’)
ile karşılanır.) Elaltında-bulunan
şeylerin sözcük tarafından anlatılan Varlık-karakterinin ne olduğunu
düşünürsek, Heidegger için bunun pekala bir tür ‘ilgili-olma,’ ‘karışma,’
‘katılma’ vb. olduğunu kabul edebiliriz ve bu durumda sözlük karşılıkları
yeterince yardımcı olmayacaktır. ‘İlgililik’ belki de bütün bu anlamlar
çokluğunu kucaklayan bir karşılık olarak kullanılabilir. — Sözcüğün idiomatik
kullanımına bağlı belirteçler için de çeviride eşit ölçüde güçlük gösteren
sorunlar vardır. Eğer Almanca ‘mit etwas bei etwas’ anlatımını Türkçe’nin
uylaşımsal sözdizimi içinde karşılarsak, o zaman çeviri ‘birşey ile birşeyde’
değil, ‘birşeyin birşeyde’ ya da ‘birşey
açısından birşeyde’ biçiminde olacaktır.
‘Mit’ bağlacı bu deyim yapılarında kullanıldığında bağlaç olmaktan çıkar,
değişir ve bir belirteç olur: ‘mit Hinblick auf,’ ‘betreffend,’ ‘in Bezug (auf
etwas)’ ya da genel olarak ‘açısından,’ ‘bakımından.’ (İngilizce ‘with’ Almanca
‘mit’ ile bu açıdan koşuttur.) Bu yüzden Türkçe çeviri ya söz diziminden ya da
etimolojik çeviriden vazgeçmek zorundadır. Almanca’da buradaki bağlamdaki ‘mit
etwas’ anlatımında ‘etwas’ özne iken, Türkçe’de ‘birşey ile’de ‘birşey’ özne
değil ama ‘nesne’ ya da ‘başka’ birşey olur. — Heidegger doğal dilleri ‘sözlük’
ve ‘dilbilgisi’ açısından yetersiz bulduğu için, sorunları bu tür etimolojik,
fenomenolojik aygıtlarla çözme yoluna
gider. ‘Bewenden’ anlatımının şu tür kullanımları vardır: “dabei (damit) hat es
sein Bewenden” :: “bu iş bununla biter”; “es dabei bewenden lassen” :: “işi
burada bırakmak”; “und dabei hatte es sein Bewenden” :: “ve işin sonu buna
vardı”; “dabei muss es sein Bewenden haben” :: “bu iş burada bitmeli”; “die
Sache hat eine ganz andere Bewandnis” :: “bu sorunun aslı/doğası bütünüyle
başkadır”; “damit hat es folgende
Bewandnis” :: “işin aslı/doğası şöyledir.”
ilgisiz: gleichgültig
(indifferent: ayrımsız)
im: Zeichen
imlem: Bedeutung
imlemlilik: Bedeutsamkeit
insan: Man, das
[114]: “... gündelikliğin
‘özne’si” :: “das »Subjekt« der Alltäglichkeit.” [252]: “Gündelikliğin
‘Kendi’si insandır ki, kendini boş konuşmada anlatan kamusal yorumlanmışlıkta
oluşturur.” :: “Das Selbst der Alltäglichkeit aber ist das Man, das sich in der
öffentlichen Ausgelegtheit konstituiert, die sich im Gerede ausspricht.” —
Sözcük Almanca’da olduğu gibi Türkçe’de de belirsiz kişi adılını anlatmak için
kullanılır. İngilizce çeviri (MR) Almanca anlatımı aynı belirsiz adılın
İngilizce’nin gerektirdiği çoğul biçimi olan ‘the they’ ile karşılar.
işgörme; Umgang
En yakından anlamı ‘das
Befreundetsein/ahbap olma, yakınlık, gesellschaftlicher Verkehr/toplumsal
ilişkiler’ olan sözcük sözel olarak bütünüyle ilgisiz görünen bir ‘çevresinden
dolaşma’ anlamına gelir. Ama Heidegger sözcüğü oradaki-Varlığın çevre-dünyadaki
işlerini, ilişkilerini, elaltında-bulunan şeylerle işgörmelerini anlatmak için
kullanır. [67]: “İşgörmenin en yakın türü ... salt algısal bilme değil, el işi
yapan, kullanan tasadır” :: “Die nächste Art des Umganges ist ... aber nicht
das nur noch vernehmende Erkennen, sondern das hantierende, gebrauchende Besorgen.”
İşgörme burada Yunanlıların ‘praxis’leri ile anlamdaş görünür: [68]
“Yunanlıların “Şeyler” için uygun bir terimleri vardı: pr‹gmata e.d. tasalı
işgörmelerde (prjiw) kendisiyle işimizin olduğu şey” :: “Die Griechen hatten
einen angemessenen Terminus für die »Dinge«: pr‹gmata, d. i. das, womit man es
im besorgenden Umgang (prjiw) zu tun hat.”
itki: Antrieb, Trieb
K
kabahat: Vergehen
kabahatli-Varlık:
Schuldigsein
kalacak-yersizlik:
Aufenthaltslosigkeit [347]
kalıcı: beharrlich;
bleibend
kalıcılık: Beharrlichkeit
kalış: Aufenthalt
kamusallık: Öffentlichkeit
[127]
kanı: Überzeugung
kanıt: Ausweisung
kanıtlamak: ausweisen
Tanıtlamadan ayrı olarak
‘gösterme’ gibi birşeydir ve ‘gerçekliği’ değil ama ‘doğruluğu’ amaçlar. Bir
olgu yer almışsa doğrudur. Ama bir kavram sürekli varlık olarak gerçektir.
kapalı: verschlossen:
kapalı verschlossenheit: kapatılmışlık
kapsam, içerik: Bestand
karar: Entschluß
kararlılık:
Entschlossenheit
karşılaşmak, karşılaşma:
begegnen, Begegnis
kategorisel: kategoriale (‘kategorisch’
değil)
[54]: “kategoriseller
oradaki-Varlık karakterinde olmayan Varlık-türündeki varolan-şeylere ait olan
varlıkbilimsel karakterler”dir.
kavram: Begriff
kaygı: Sorge, cura [119],
[121]
[196]: “belirli-Varlığın
Varlığı olarak kaygı” :: “der Sorge als Sein des Daseins.” Kaygı türetilemez,
çıkarsanamaz, kendisi kökendir. [196]: “Kaygı-yapısının varlıkbilimsel öğesel
bütünlüğü geriye varlıksal bir “kök-öğe”ye götürülemez ...” :: “Die ontologisch
elementare Ganzheit der Sorgestruktur kann nicht auf ein ontisches »Urelement«
zurückgeführt werden.” [199]: “İnsanın perfectiosu (eksiksizliği), kendi
en öz olanakları için (tasar için) özgür-Varlığında olabileceği şey olması
‘kaygı’nın bir ‘başarımı’dır. Ama eş-kökensel olarak ‘kaygı’ bu varolan-şeyin
temel-türünü belirler ki, bu varolan-şey tasa edilen dünyaya o türe göre teslim
edilmiştir.” Kaygının zamanda olmadığı görüşü için bkz. [327].
kaygılılık: Sorgfalt
(ayrıca: özenlilik)
kendi: selbst
kendi-dışında-Varlık:
Aussersichsein
kendi-gibi: selbig
kendinde-süreklilik:
Selbstständigkeit (bkz. süreklilik)
kendinde-Varlık:
An-sich-sein
kendine-doğru: Auf-sich-zu
kendinin: eigen (ihre
eigenste eigentliche Möglichkeit :: en öz asıl olanağı [302])
Kendinin-Varlığı:
Selbstsein
Kendi-Olma: Selbstsein
kendi-önünde: Sichvorweg
[236]: Kaygının birincil
kıpısı olarak ‘kendi-önünde’ “oradaki-Varlığın her durumda kendi uğruna
varolması demektir.”
kendinin: eigen
[302]: “ihre eigenste
eigentliche Möglichkeit :: en öz asıl olanağı.”
keyif yokluğu:
Ungestimmtheit
keyifsizlik: Verstimmung
kıpı, ‘görsel’ kıpı:
Augenblick (‘görsel’ eki Heidegger’in fenomenolojik kullanım yaptığını
varsayar); s.[338], [387-8]
Sözcük ‘kıpı’ ve ‘görüş
kıpısı’ ile çevrildi. — Yapısındaki ‘göz’ ve ‘bakış/görüş’ bileşenleri ile
Almanca bileşik sözcük Heidegger’in fenomenolojik yöntemine özellikle uygun
düşer. Buna göre Heidegger’in ‘kıpı’
(‘an’) demek olan sözcüğün etimolojik yapılanışı içinde ‘görme kıpısı’ olarak
okunmasını istediğini kabul edebiliriz (bkz. özellikle [338]). Buna karşı,
sonsuz küçüklükteki zaman aralığı olarak kıpı her kavram gibi çelişkilidir ve
fenomenolojik yönteme yanıt vermez (nokta ve atom gibi), çünkü çelişkili birşey
olarak kendini ‘sergileyemez.’ (Heidegger Varlık ve Zaman’da, birkaç
raslantısal kullanım dışında, ‘karşıtlık,’ ‘çelişki’ gibi kavramlar üzerinde
durmaz.) Gene de, ‘kıpı’ olarak ‘Şimdi’ görsel-işitsel olmasa ve açığa
serilebilmesi söz konusu olmasa da, ‘kıpının deneyimlenmesi’nden olağan birşey
gibi söz edilir ([338], 3 nolu dipnot). Eğer ‘deneyim’ duyu-deneyimi olarak
anlaşılırsa, eşit doğrulukla (ya da eşit yanlışlıkla) yine birer ‘sonsuz
küçüklük’ kipi olan uzaysal noktanın ya da özdeksel atomun ‘görülmesi’ gibi
birşeyden söz edilebilir.
kışkırtıcı: versucherisch
kışkırtma: Versuchung
ki ona: woran
Ki vardır: Daß es ist
[134-5]
[135]: “Oradaki-Varlığın
ruhsal durumunda açığa serilen ‘Ki vardır ve olması gerekir’
varlıkbilimsel-kategorisel olarak elönünde-bulunuşa ait görgül-olgusallığı
anlatan ‘Ki’ değildir” :: “Das in der Befindlichkeit des Daseins erschlossene
»Daß es ist und zu sein hat« ist nicht jenes »Daß«, das ontologisch-kategorial
die der Vorhandenheit zugehörige Tatsächlichkeit.” [135]: “Bu ‘Ki vardır’a bu
varolan-şeyin kendi ‘Orası’na fırlatılmışlığı diyoruz” :: “dieses »Daß es ist«
nennen wir die Geworfenheit dieses Seienden in sein Da ...”
kip: modus
konum: Lage bzw. Situation
konuşma: Sprechen
konutlamak: varlığını ileri
sürmek
korku: Furcht
kökensel: ursprünglich
(birincil)
kulak asma: überhören
kulak verme: hinhören
kullanışlılık: Handlichkeit
kullanmak: verwenden
kurgu, kurgulama:
Spekulation; Konstruktion
Heidegger’in fenomenolojik
yöntemi açısından olumsuz bir anlam taşır ve tüm ‘ussal-kurgu,’ aslında ‘arı
ussal-kuramsal’ herşey fenomenolojik yöntem tarafından yanlışlanır.
‘Konstruktion’ fenomenolojik yöntemde ‘reel’ olanla ilgisi açısından
varlıkbilimsel olarak olumsuz bir değerde, ve gene de ‘mantıksal’ olanla
karşılık içinde keyfi olanı anlatmak üzere kullanır. — Buna karşın, tarih söz
konusu olunca [375], ‘kurgulama/Konstruktion’ kaçınılmazdır, çünkü açıktır ki
fenomenolojik yöntem ancak duyusal olana, dolaysız deneyime sınırlı olduğu
ölçüde, tarihi algısalolarak değil, ama ancak kurgusal olarak ele alabilir.
Burada anlatım genel olarak ‘kuramsal,’ ‘kavramsal,’ ‘düşünsel’ vb. gibi
anlatımlarla çakışır. “Fenomenolojik kurgulama” [375] fenomenolojinin kendisine
aykırı görünür.
L
logos: Logos
Bkz.
özellikle [34]. ‘Logos’ klasik Yunanca’da birçok anlama geliyordu: Us, söz,
bağıntı, oran vb. Heidegger ‘logos’un (lñgow) etimolojik olarak ‘legein’
(l¡gein) sözcüğünden türediğini düşünür ve l¡gein ‘sergileme,’ ‘anlatma,’
‘konuşma’ anlamlarını taşır. Ama logos legomenñn demek de olabilir ve o zaman
‘bildirilen,’ ‘sergilenen’ gibi anlamlar taşır. Buna göre fenomenolojik yöntem
logosun klasik Yunanlılar arasında bir fenomen imleminde kullanıldığı sonucunu
çıkarır [34]: Logos “yalnızca bir l¡gein imleminde değil, ama aynı zamanda
legomenñn, genel olarak sergilenen birşey imleminde de kullanılır”. — Bu çözümlemeye göre ‘ussal varlık olarak
İnsan’ anlatımı anlamını yitirir. İnsan konuşan dirimli varlıktır.
Fenomenolojik yöntem ‘logos’u ‘konuşma’ değil ama ‘us’ olarak aldığı zaman bile
bu biraz başkalaşmış bir ustur [34]: “Ve lñgowun işlevi birşeyi yalnızca
görülmeye-bırakmada, varolan-şeyi algılanmaya bırakmada yattığı için,
lñgow us demek olabilir.” [154] “Böylece lñgowun pñfantiw olarak
kökensel anlamına sarılırız: Varolan-şeyi kendiliğinden görünmeye bırakma.”
lumen naturale (doğal ışık)
[133]: ‘Licht’/’ışık’
sözcüğünün etimolojik bağıntılarına gönderme; ‘lichten’ sözcüğü ışık, aydınlık
vb. ile ilgisiz olarak bir ormanlık alanı vb. ‘açmak’ anlamını da taşır (bkz.
ayrıca [350-1]). Bütün bu fenomenolojik irdelemenin odağının burada
oradaki-Varlığın ‘Orası’ olduğunu gözden kaçırmamalıyız [147]: “‘Görüş’
‘açılmışlığa’ (Gelichtetheit) karşılık düşer ki, ‘Orası’nın açığa
serilmişliğini onunla nitelendirmiştik.” Söz konusu ‘açılma’ ‘Dasein’daki
‘Da-’nın, ‘Orası’nın açılmışlığıdır. Heidegger sözcüklerin doğal dildeki
olumsal yan-anlamlarını fenomenolojik bağıntılar olarak kullanır ve bunların varlıkbilimsel
olarak gerçek ya da geçerli olduklarını düşünür, gerçi ‘yöntem’ ve ‘ele
aldığı nesne’ arasındaki ilişkinin uygunluğu üzerine tek bir söz bile etmese
de. — Buradaki durumda denmek istenen şey lumen naturalis rationesden
(doğal ışık, us) söz edenlerin (Galileo, Descartes) aslında — bilmeksizin
— ‘insan’ı daha yöntemsel olarak anlatan
‘Dasein’daki ‘Orası/Da’ya, ‘açıklığa,’ ‘kapatılmamışlığa,’ ya da ‘açık
kılınmışlığa’ anlatım verdikleridir, çünkü ‘aydınlatılmış’ [erleuchtet]
olanın ‘açılmış’ [gelichtet] “yer/Ort” ile ilgisini gözden kaçırarak
sözcüğün fenomenolojik imlemini de gözden kaçırmışlardır.
M
-mek için, -ebilmek için:
Um-zu
merak: Neugier
N
ne hakkında: worum
ne önünde,’ ‘ki önünde:
wovor
nereden: woher
nereye: wohin
nesnel: sachliche
nokta: Punkt
O
o sırada: damals
olan biten, olay: Ereignis
Olabilme: Seinkönnen
olaylar, tarihsel: Geschehen
Heidegger
‘Geschehen’ ve ‘Geschichte’ arasındaki etimolojik ilgiyi kullanır. Ussal
olarak, ‘olaylar/Geschehen’ hiçbir biçimde ‘tarihsellik’/Geschichtlichkeit’
imlemezler; ama bağıntı fenomenolojik olarak pekala geçerlidir, çünkü bu
durumda görsel-işitsel bağlantı yeterlidir. Sözcüklerin bu semantik-kavramsal
ilgisizliği çeviriyi olanaksızlaştırır, çünkü ‘olaylar/happenings’ doğrudan
doğruya tarih kavramına (ya da fenomenine) götürmez, böyle bir çağrışım
Türkçe’de olduğu gibi örneğin İngilizce’de de bulunmaz. Klasik felsefenin
çözümlemesine göre, ‘Olay’ın Tarihe, Dünya-Tarihine ait olması için, dünya-tarihsel olması
için ereksel tarihsel bütün içersinde zorunlu bir kıpı olması gerekir.
Tarihsel Bütün Tinin tam edimselleşmesini anlatır ve ancak bu sonsuz bütünlük
ereğine doğru çalışan süreçte vazgeçilmez yeri olan ‘olay’ ‘tarihsel’dir. —
‘Geschehen’ ‘olmak’ demektir; ama bu ‘olma,’ içinde yer aldığı bağlama göre,
‘varlığı’ değil, ‘yer almayı,’ bir ‘olay’ın ‘olma’sını anlatır ve Türkçe’de —
tıpkı Almanca’da da olduğu gibi — hiçbir biçimde tarihsellik imlemez.
Almanca ‘Sein’ ve ‘Geschehen’ arasında herhangi bir kökensel ilgi göstermezken,
Türkçe ‘olma’ ve ‘olay’ sözcükleri arasındaki kökensel ilgiyi doğrudan gösterir
ve bu etimolojik eşkökenselliğe ‘oluş’ sözcüğü de katılır. Ama burada yine
herhangi bir tarihsellik söz konusu değildir. (İngilizce çeviride (MR)
‘Geschehen’ anlatımı ‘historize’/’tarihlemek’ ile karşılanır ve bunun ‘to
happen in a historical way’ olarak okunması istenir.)
olgu: Faktum
olgu-içeriği: Tatbestand
olgusal (olarak): faktisch
olgusallık: Faktizität
Bkz.
özellikle [56]. Almanca Tatsache anlatımı İngilizce’deki ‘matter of fact’
anlatımını karşılamak üzere üretilmiştir (18 yy). Ve her ikisi de ‘olgu’
kavramını anlatırlar. ‘Tatscahe’nin yanısıra, Almanca ‘Faktum’ sözcüğünü de
kullanır (tıpkı, andırımlı olarak, Türkçe’de örneğin ‘görüngü’ ve ‘fenomen’
sözcüklerini ayrımsızca kullanabilmemiz gibi). Heidegger bir yanda
oradaki-Varlık ve öte yanda oradaki-Varlık karakterinde olmayan varolan-şeyler
arasında bunların ‘olgusallıkları’ açısından bir ayrım olduğunu düşünür ve bu
ayrımı ‘Tatsache’ ve ‘Faktum’ sözcüklerine ayrı anlamlar atayarak yapar.
‘Faktum’ oradaki-Varlık ile ilgiliyken, ‘Tatsache’ oradaki-Varlık karakterinde
olmayan varolan-şeyler için geçerlidir. İngilizce çeviri (MR) bu sorunu bir
harf ayrımı yoluyla, ‘Tatsache’ için ‘fact’ ve ‘Faktum’ için ‘Fact’ kullanarak
çözer. Heidegger’in dil kullanımını yansıtabilmek için Türkçe’de şu karşılıklar
kullanıldı:
Faktum:
olgu
Faktizität:
olgusallık;
faktisch:
olgusal
Tatsache:
görgül-olgu (Heidegger:
[229]: ‘empirische Tatsache’)
Tatsächlichkeit:
görgül-olgusallık
tatsächlich:
görgül-olgusal
[229]:
Heidegger felsefenin “genel olarak ‘görgül-olgu’yu değil ama ‘a priori olan’ı
tema alma istemi”nden söz eder. “Die Philosophie hat zum Thema des ‘A
priori’und nicht ‘empirische Tatsachen.’ — [276]: “Ama oradaki-Varlığın
olgusallığı elönünde-bulunan birşeyin görgül-olgusallığından özsel olarak
ayrıdır” :: “Die Faktizität des Daseins aber unterscheidet sich wesenhaft von
der Tatsächlichkeit eines Vorhandenen.” Oradaki-Varlık ontik/varlıksal bir
nesne olarak, belli bir ağırlığı, bedenselliği, ayrıca tarihi, yaşantıları vb.
olan bir elönünde-bulanan-Varlık olarak da görülebilir, ve bu durumda
oradaki-Varlık ‘görgül-olgusal’ olarak, bir ‘Tatsache’ olarak bulunur.
Oradaki-Varlığın bu ‘görgül-olgusallığı’ (‘Tatsächlichkeit’) Heidegger’in
oradaki-Varlığın olgusallığı dediği şeydir, çünkü bu görgül-olgusallık özeldir,
oradaki-Varlığa aittir. — Bu arada kavramında ‘olgusallık’ ile örtüşen
‘Realität’ ise Türkçe çeviride ‘realite’ olarak bırakıldı.
olan: seiend.
‘Olma’
ya da ‘Varlık nedir?’ sorusu Varlığın daha şimdiden kendisinden başka birşey
yapılmış olduğunu varsayar, çünkü ‘Varlık şu ya da budur’ yanıtı ne olursa
olsun onu o olmayan, ‘kendisi’ olmayan birşeye çevirecektir.
(Hegel: “Her kavram belirlidir” — ki ilişkilidir, dolaylıdır, bir olumsuzlama
ile yüklüdür demektir. Spinoza: “tüm belirleme olumsuzlamadır.”) Varlık
“belirlenimsizliğinde belirlidir.”
olmuş olan Gewesen; gewesende; olmuş olmakta olan
[326]
Olmuşluk: Gewesenheit (Geçmiş (zaman) [329])
oluş: Werden
ona-doğru: Hin-zu
onun için, ona: Wozu (Daha sözel olarak: ‘ona
doğru’ (zu welcher Sache, zu welchem Zweck). Bu belirteç durumunda Türkçe’de
‘doğru’ yerine ‘için’ kullanırız.
onun uğruna: Worum-willen
orada ortasında: dabei
oradaki-Varlık, oradaki-varlık: Dasein, Da-sein
Bkz.
özellikle s. [13]: ‘das Seienden, das
existiert.’ — Sözcük olağan kullanımında ‘varoluş,’ ‘yaşam,’ ‘belirli
bir varlık,’ ‘birşey’ gibi anlamlar taşır. Daha öte her belirlenim ne semantik
olarak ne de mantıksal olarak taşımadığı birşeydir. Ama her daha genel ve
böylece daha öğesel, daha soyut, daha temel kavram gibi Dasein da tikel
bir belirlenimler türlülüğüne açıktır ve kavrama belirli her varlık sınırsızca
yüklenebilir. Dasein da imgelemin, sıradan kurgunun, gündelik
çağrışımın, giderek boşinancın, gizemciliğin vb. oyun alanı olarak işlev
görebilir. — Heidegger’in ‘insan/Mensch’ anlatımı yerine ‘Dasein’ anlatımını
seçmesi bu ikinci sözcüğün dolaysızca varlıkbilimsel ve daha fenomenolojik
görünmesine bağlıdır; bkz. ‘Orası.’
‘Orası’: Da
Heidegger’e
göre, oradaki-Varlıkta ‘Orası’ bu Varlığı insan yapan öğedir [133]: “İnsandaki lumen naturale üzerine
varlıksal imgesel bir yolda konuşma bu varolan-şeyin varoluşsal-varlıkbilimsel
yapısından, onun kendi ‘Orası’ olma kipinde var olmasından başka birşeyi
göz önünde tutmaz.” “Oradaki-Varlık kendi ‘Orası’nı doğal olarak birlikte
getirir, ve bu ‘Orası’nı yokluğunda bu varlığın var olması salt olgusal olarak
değil, ama genel olarak söz konusu değildir. Oradaki-Varlık kendi açığa
serilmişliğidir.” ‘Lumen naturale’nin klasik felsefede Usun kendisini
anlatması ölçüsünde, Heidegger’in bu sözleri klasik felsefenin us olarak kabul
ettiği şeyin oradaki-Varlığın ‘Orası’ ile örtüştüğünü gösterir: “‘Orası’
olmanın iki eş-kökensel oluşturucu kipi, ruhsal durum ve anlama ...”
‘Orası’ ‘oradaki-Varlık’ için özseldir, ve ‘Dasein’ın ‘açığa serilmişlik’ ve
‘lumen naturale’ ile ilgisini uzaysal ‘Da’ öneki etimolojik olarak gösterir.
ortadan kaldırmak: aufheben (İngilizce çeviride
‘transmute’ ile karşılanır ve kavram silinir.)
ortasında: bei
[54]: Dasein karakterinde
olmayan şeyler bağlamında kullanılan ‘in’ ilgeci Dasein (insan)
bağlamında ‘bei’ ilgeci ile değiştirilir ve ayrıca insan durumunda ‘bei’
ilgeci ‘[bir yerde] yaşama’ anlamına yükselir. Grimm [Kleinere Schriften]
‘bei’ ilgecini ‘bauen’ (yapmak, inşa etmek) ve ‘bin’ ile
ilişkilendirir. Heidegger’in göstermeye çalıştığı şey Ben durumunda Varlık =
Yaşamak ilgililiğidir (»ich bin« = ich wohne). — Heidegger’e göre
oradaki-Varlık bedensel/doğal/özdeksel değil ama tinsel bir varolan-şey
olarak uzay ile özdeksel/cisimsel varolan-şeylerden ayrı olarak özel bir ilişki
içinde bulunur ve başka dillerden ayrı olarak Almanca bu ayrımı yansıtır. Türkçe
bu bağlamda ‘Ben’ için de ‘de’ ilgecini kullanır. Bilincim’de’ dediğim
zaman burada hiçbir biçimde bir uzaysallık değil ama tinsel bir
ilişki imlenir; doğal dil bu bakımdan ne eksiktir, ne de bir yanlış anlamaya ya
da anlamamaya yol açar. Ama Heidegger’in kurguladığı etimolojik tabloyu yeniden
yaratabilmek için böyle bağlamlarda bütün bir metni anlamsızlaştıracak bir ‘de’
ilgecini kullanamayız ve Almanca ‘bei’nın Heidegger’in burada gösterdiği
etimolojisini yansılayacak başka bir Türkçe ilgecin yokluğunda biraz yapay bir
anlatıma başvurmak zorundayız — örneğin ‘ortasında,’ ki gene de
‘uzaysal’dır ve Dasein için Heidegger’in istediği anlama bütünüyle uygun
değildir (İngilizce çeviri (MR) ‘algonside’ ilgecini kullanır.)
Heidegger’in dizgesinde oradaki-Varlığın Varlığı (cisimsel bedeni) bir
‘kategorisel’ olarak ‘içinde-Varlık’ ilişkisi içindedir; ama oradaki-Varlık
kendisi bir ‘varoluşsal’ olarak böyle elönünde-bulunan şeylere özgü bir uzaysal
ilişkiye girmez. ‘Bei’ özdeksel-cisimsel olmayan oradaki-Varlığın ‘tinselliğine’
uygun düşen bir anlamda ve işlevde yorumlanabilir. — İçinde-Varlığın
oradaki-Varlığa değil ama oradaki-Varlığın Varlığına ait bir eklemleme olduğuna
dikkat etmeliyiz. Bu Varlık bedenseldir.
ortasında Varlık: Sein bei
ortaya serme: Freilegung
ortaya sermek:
aufschließen, aufdecken
oyalanma: Zerstreuung
Ö
ölüme-doğru-Varlık:
Sein-zum-Tode
öncelemek: vorgreifen,
vorwegnehmen
önemli olma: ... için
önemli olan; ... için soru(n) olan: es geht um ...
[12]: “Dahaçok, onun için
Varlığında bu Varlığın kendisinin önemli olması yoluyla varlıksal olarak
ayırdedilir” :: “Es ist vielmehr dadurch ontisch ausgezeichnet, daß es diesem
Seienden in seinem Sein um dieses Sein selbst geht.”
önesürmek: aussagen
önesürüm: Aussage
önünde bulmak: vorfinden
öte-dünya: Jenseits
öyle-olma: Sosein (belirli
Varlık)
özdeş: identisch
özenç: Willkür
özgürleştirme: freigeben
özgün: spezifisch
özgürleştirmek: befreien
P
pekinlik: Gewißheit
R
raslantı: Begegnis
realite: Realität
resim, imge: Bild
ruh durumu: Stimmung
‘Stimmen’ bir müzik
aletinin ‘akort’ edilmesi demektir. Başka anlamları arasında örneğin: “er ist
schlecht stimmt” :: “keyifsiz, kötü bir ruh durumunda”; “ihm fröhlich stimmen”
:: “keyiflendirmek, neşelendirmek.” — [345]: Ruh durumları: “umut, sevinç, coşku,
neşe” :: “Hoffnung, Freude, Begeisterung, Heiterkeit.”
ruhsal durum:
Befindlichkeit
Sözel karşılık
‘bulunabilirlik’ gibi görünür. Ama bu bulunma bir ‘ruhsal durumun’
‘bulunabilirliği’dir. [188]: “Ruhsal durum ... ‘birinin nasıl olduğunu’ ortaya
serer” :: “Befindlichkeit ... macht offenbar, »wie einem ist«.” Anlatımın sözel
olarak ‘bulunabilirlik’ten ne daha azı ne de daha çoğu olmasına karşın, tüm
konu özsel olarak duygular ve heyecanlar ile ilgilidir. Heidegger’in
‘ruhsal/duygusal durum’ anlatımını niçin kullanmadığını sorarsak, yanıtını
fenomenolojik yöntemde aramaktan başka bir yolumuz yoktur. ‘Ruhsal,’ ‘ansal’
vb. gibi anlatımlar kavramsal olarak uygun olsalar da, fenomenal olmaktan
uzaktırlar. — Heidegger bu bağlamda ‘Dasein’daki ‘Da-’ ile ilgilenmektedir.
‘Uzaysal’ ‘Da’ ya da ‘Orası’nı çözümlemekte ve ondan türettiği varlıkbilimsel
kıpıları tartışmaktadır. Bunlardan biri ‘Befindlichkeit’tır. ‘Befindlichkeit’
sözcüğü ‘befinden, befindlich’ten türetilir ve ‘Orası’ ile fenomenolojik olarak
hiç kuşkusuz ‘ruhsal durum’dan daha kolay ilişkilendirilebilir. Ve gene
de ‘bulunabilirlik’ gibi sözel bir çeviri sözcüğün Almanca’da taşıdığı imlemi
aktaramayacağı ölçüde uygun olmayacaktır. İngilizce çevirilerde denenen
‘attunement,’ ‘affectedness,’ ‘state-of-mind,’ ‘sensibility,’ ‘affectivity’
gibi çözümler sorunun etimolojik doğasını örtüyor görünürler. Buna karşı
‘where-you’re-at-ness,’ ‘foundly,’ ‘so-found-ness,’ ‘how-it’s-going-ness’ gibi
karşılıklar ise ilgili olan duygusallık
imlemini göstermeyeceklerdir. (MR çevirisi ‘ruh’ sözcüğünden kaçınarak ‘state
of mind’ karşılığını kullanır). — [138-9]: “Varlıkbilimsel olarak ruhsal durum
başlığı altında belirttiğimiz şey varlıksal olarak en tanıdık ve en gündelik
olan şeydir: Ruh durumu, bir ruh durumunda olma” :: “Was wir ontologisch mit
dem Titel Befindlichkeit anzeigen, ist ontisch das Bekannteste und
Alltäglichste: die Stimmung, das Gestimmtsein.” (Stimmung :: ruh durumu;
Gestimmtsein :: bir ruh durumunda olma; Gestimmtseint :: bir ruh durumunda
oluş.)
S
sağ duyu: Verständigkeit
sağgörü: Umsicht
[69] ‘Umsicht.’ Sözcük
Türkçe’de ‘sağgörü’ye karşılık düşer. ‘Görme’ sözcüğünün fenomenolojik imlemi
açıktır. ‘Um-’ öneki kendi başına durduğunda ‘çevrede’ (ya da ‘-mek için’)
anlamına gelir. Böylece ‘Umsicht’ ‘çevre-görüş’ gibi semantik olarak ilgisiz
bir etimolojik-fenomenolojik yapı taşıyor görünür. Ama ‘um’ öneki ‘hakkında’
olarak da okunabilir. —- Ayrıca: ‘Umsicht,’ ‘Rücksicht’ ve ‘Nachsicht’ ::
‘sağgörü,’ ‘gözetme’ ve ‘hoşgörme.’ Almanca köklere göre: ‘çevre-görüş,’
‘geri-görüş’ ve ‘arka-görüş’; anlamsal olarak: ‘sağgörü,’ ‘hoşgörü’ ve
‘gözetme.’ Almanca sözcüklerdeki kökensel ortaklığın belirtilmesinin
fenomenolojik bir önem taşıdığı düşünülmüş olabilir ve bu ilgi Türkçe
sözcüklerdeki ‘görme’ ve ‘göz’ anlatımları yoluyla yansıtılır.
saklamak, korumak: bewahren
saklı tutmak: behalten
saydam: durchsichtig
sergileme: Aufweisung
sergilemek, göstermek:
aufweisen
sersemlemek: benommen sein
(İng. çeviri (MR) ‘fascinate’ ile karşılar)
seslenme (başvuru): Anruf
sessizlik, ağzı sıkılık:
Verschwiegenheit
sezgi: Anschauung
sezmek seyretmek: anschauen
sıkı tutmak, sarılmak:
festhalten
sıkı, sıkılık: streng
sınırlama, tanımlama:
Umgrenzung
sıradanlık:
Durchschnittlichkeit
sıralama: Aufzählung
sinkretizm: uyumsuz parçaları
birleştirme
soğrulmak; ortaya çıkmak,
doğmak: aufgehen
soğukkanlılık: Gleichmut
sona-doğru-Varlık: Sein zum
Ende
sondaki-Varlık:
Zu-Ende-sein
sonra: dann
soru: Frage
soru formüle etme:
Fragestellung
söylem, konuşma: Reden
söylenti: Hörensagen
sürekli olarak: ständig
süreklilik: Ständigkeit
‘Selbständigkeit’
sözcüğünün ‘bağımsızlık,’ ‘özerklik’ (‘kendi başına durma’) gibi anlamlar
taşımasına karşın, Heidegger’in etimolojik eğilimi sözel çeviriyi gerektirir:
‘kendinde-süreklilik’ ya da ‘kendinde-kalıcılık,’ ‘kendinde-durma’ vb. —
‘Süreklilik’ (Ständigkeit) ve ‘kalıcılık’ (Bestand) sözcükleri kavramsal
olarak ‘süreksizlik,’ ‘geçicilik,’ ‘yiticilik’ ile karşıtlık içinde
dururlar. Anlamın ‘töz’ kavramı ile uyum içinde olması kimi Avrupa dillerinde
‘sta—’ :: ’durma’ kökünün ‘tözsellik’ kavramının sözel anlatımına girmesinin
zemini olmuş olmalıdır. — Heidegger’in bir tümcesinde [303] ‘stand’ için
Hint-Avrupa ‘sta—’ kökünü içeren beş sözcük vardır: Bestand,
Substanzialität, Substanz, Selbständigkeit, ‘existierenden.’ ‘Tözsel’ olan
yalnızca ‘duran’ değil ama o denli de kalıcı olandır, ve dayanıklı,
değişmez, yitmez, kendine-özdeş, bir, sürekli, saltık vb. gibi bütünüyle
ayrı anlatımlar da aynı ‘stehen,’ (Alm.) ‘stand’ (İng.), ‘stare’ (Lat.)
kökü ile anlamdaşlık ilişkisi içinde dururlar. Aslında her ‘A = A’ bu
semantik ‘tözselliği’ anlatır — durma, kalma, değişmeme vb.
Kavramsal/mantıksal bağıntı böyle sözel-semantik bağıntılara dayanmak zorunda
değildir. Sözcük ve kavram arasındaki bağıntı dışsaldır ve
tek bir sözcük birçok kavramı anlatmak için kullanılabilirken,
evrik olarak birçok kavram pekala bir ve aynı sözcük aracılığıyla
anlatılabilir. Fenomenolojik yöntem sözcükler arasındaki ilgi ve andırımları
onları kavramsal olarak yoklamadan kurabilir ve Sein und Zeit’ın
“anlaşılma güçlüğü” denilen şey sık sık analitik anlağın bu kavramsal
bağıntılara herhangi bir anlam verememesi, onları sınamasını sağlayacak
kavramsal ölçünlerden yoksun oluşuna bağlıdır. Kavramsal bağıntının yokluğunda
onu aramak anlağı çaresiz ve devimsiz bırakır, açıkça dışsal-imgesel kurgulara
yöneltir. Bu çekicidir. Dışsal da olsa, düşünceyi dayanamayacağı dinginlikten
özgürleştirir.
süreksizlik: Unständigkeit
sürmek: währen
Ş
şaşkınlık: Verwirrung
şey: Ding
Şeylerin kendilerine: zu
Sachen selbst!
“Şeylerin kendileri”nin bir
tasarım, bir kavram, ya da bir düşünce oldukları gözden kaçırılır. Thales
‘Su’yu ya da Anaxagoras ‘apeiron’u arke olarak konutladığı zaman, hiç kuşkusuz
bunun yalnızca kendilerinin bilinçlerinde bulunan birşey olduğunu
düşünmüyorlardı. ‘Şey’ bir kavramdır, çünkü onu düşünürüm, bilincimdedir,
benim öznelliğimde bulunur. Duyular ‘Şey’e ulaşamazlar. Duyular
duyumsarlar — onları uyaran özdeksel etkileri. ‘Orada olan’ın bu öznellik olan
‘Şey’ olduğundan nasıl emin olabilirim? ‘Nesne’ için aynı şey geçerli değil
midir? ‘Özdek’ için? ‘Cisim’ için? Doğal bilinç böyle soruların bilincinde
değildir. Şeylerin kendilerine giderken gerçekte yalnızca kendine gider.
Şimdi (zaman): Gegenwart
Almanca sözcük yer ve
zamanda ‘bulunuş’ anlamına gelirken, Geçmiş ve Gelecekten ayrı olarak Şimdi
anlamına da gelir. Etimolojik yapısı ‘karşı/doğru-bekleme’ olarak okunabilir.
Ayrıca ‘Şimdi’ (‘jetzt’) ‘kıpı’ olarak
da kullalınılır ve bununla ilgili ilginç bir betimleme vardır: [423] —
“‘Şimdiler’-dizisi kesintisiz ve kopuksuzdur.” :: “Die Jetztfolge ist ununterbrochen und
lückenlos.”
şimdi ... iken: jetzt, da
...
şimdi henüz değil:
Noch-nicht-jetzt
şimdiki: gegenwartig
şimdikileştirmek:
gegenwärtigen
Sözcük ‘gegenwärtig/şimdiki’
sıfatından türetilmiş ve ‘şimdiki kılma’ ya da ‘bulunur kılma’ olarak
okunabilecek olan anlatım ilkin Husserl tarafından kullanılmıştır.
şurası: dort
T
talih: Geschick
tamamlamak, bitirmek:
erledigen
tamamlanmışlık:
Abgeschlossenheit
tanıt, tanıtlama: Beweis
Klasik felsefe usun arı
kavramsal-mantıksal işlevi olan tanıtlamayı gerçekliğin ölçütü ya da güvencesi
olarak ister. Ancak tanıtlanan gerçektir, ve ancak gerçek olan vardır.
Tanıtlanamayan ussal olmayandır, ve gerçek varlıktan yoksun bir kuruntudur.
Tanıtlanan şey kavramın kendisi olduğu için, tanıtlama kavramın ona temel olan
karşıt kavramın kavranması ve böylece bir birliğe, yeni bir kavrama ilerlemeden
başka birşey değildir. Bu özsel bağıntılılık ise eytişimsel olanın kendisidir: Her
Kavram belirli olmakla kendinde olumsuzu ile zorunlu birlik ilişkisi
içindedir. Bu karşıtlık ilişkisi bir ‘ortadan kaldırma,’ eş deyişle hem yok
etme hem de saklama anlamına gelir. A = A kavramın ‘anlak’ durumu, ‘soyut,’
‘ilişkisiz,’ ‘dolaysız,’ ‘belitsel,’ ‘çıkarsanmamış,’ ‘tanıtlanmamış’
durumudur. Ama her kavram (A) belirli olmakla o denli de kendi başkası
(-A) ile zorunlu birlik-karşıtlık ilişkisi içinde durur. Böylece kavram hem
kendisi hem de karşıtıdır. Bu karşıtlığın kuruluşu (eytişim) doğal düşünceyi de
devindiren etmendir. Böylece klasik felsefenin kavrama yaklaşımı ona dışsal
değil, ama onun kendi deviminin izlenmesidir ve ‘yöntem’ kavramın kendi öz
devimidir. Heidegger kavramın eytişimsel açınımını değil, ama bu açınıma dışsal
doğal dil-çağrışımlarını, olumsal-etimolojik bağıntıları izler. Bu düzeye dek,
usun eytişimsel bakış açısından, dizgesi dışsal bağıntılar temelinde kurulan
bir ‘Konstruktion’ doğasındadır.
tanıtlı, zorunlu:
apodiktisch
tarih: Geschichte
[379] “Tarih varolan
oradaki-Varlığın zamanda yer alan özgün ‘olayları’dır” :: “Geschichte ist das
in der Zeit sich begebende spezifische Geschehen des existierenden Daseins.”
‘Geschichte’ ‘tarih’ demektir ve doğal dilde sözcüğün bağlamına göre ya
‘edimsel’ tarihin kendisi olarak ya da tarih bilimi olarak anlaşılır. Heidegger
ikinci anlam için, bir bilim olarak tarih için ‘Historie’ sözcüğünü kullanır ve
böylece bu sözcüğe ‘edimsel tarih’ anlamını yasaklar. İng. çeviri (MR)
‘Historie’ için ‘historiology’ anlatımın kullanır.
tarih bilimi: Historie
(Heidegger bunu ‘Geschichte’den ayırır [375] [378]
tarih bilimsellik:
Historizität
tarih-bilimsel: historisch
tarihlendirilebilirlik:
Datierbarkeit
tarihlendirme: Datierung
tarihsellik:
Geschichlichkeit
tartışmak: besprechen
tasa: Besorgen
Tasa, kaygı ve esirgeme. Ayrıca korku,
endişe (sırasıyla: Besorgen, Sorge, Fürsorge; Furcht, Angst). Sözcük
üzerine bkz. özellikle s. [57], [352]. Heidegger sözcüğü ‘ön-bilimsel
(‘vorwissenschaftliche’) dediği olağan kullanımında taşıdığından ayrı bir
anlamda kullandığını belirtir. ‘Besorgen’ gündelik kullanımda ‘sağlama,’
‘getirme, ‘özen gösterme,’ ‘bakma’ vb. gibi anlamlar taşır. Ama ‘tasa’ hiç
kuşkusuz ‘etwas kaufen, beschaffen’ anlamında kullanılmaz. Ve gene de [57]:
“Anlatımın varlıksal olarak her oradaki-Varlıkta bulunan ‘üzüntü,’ ‘melankoli’
ve ‘yaşam kaygısı’ ile hiçbir ilgisi yoktur.” Belki de ‘tasa’ yerine
‘ilgilenme’ denebilirdi – ‘evle ilgilenme,’ ‘bebekle ilgilenme’ gibi. Gene de
çok fazla ikircim için bir neden yok gibi görünür, ve ‘tasa’ sözcüğü insanın
asıl Varlığı olarak ‘Kaygı’nın görülebilir kılınmasına bakar [57]: “‘Tasa’
anlatımı aşağıdaki araştırmada varlıkbilimsel terim (bir varoluşsal) olarak
kullanılacak ve olanaklı bir dünyadaki-Varlığın Varlığını belirtecektir. Terim
oradaki-Varlık en yakından ve büyük ölçüde ekonomik ve ‘pratik’ olduğu için
değil, ama oradaki-Varlığın kendisinin Varlığı kaygı (Sorge) olarak görülebilir
kılınacağı için seçilmiştir.” — Almanca’da ‘Besorgen’ ve ‘Sorge’ arasındaki
etimolojik ilişki Türkçe’de görünmez. — Kaygı özsel olarak oradaki-Varlığın
‘ölüm’ ile ilişkisi karşısındaki durumu tarafından belirlenir ve belki de
sözcüğün Türkçe’de ‘tasa’dan daha dramatik bir kullanımı olduğunu
düşünebiliriz. (İngilizce çeviri (MR) ‘Besorgen’ için ‘concern’ sözcüğünü
kullanır.)
tasalılık: Besorgnis
tasar: Entwurf
‘Entwurf’ (tasar) ve
‘entwerfen’ (tasarlamak) sözcüklerinin kökleri ‘werfen’dir (fırlatmak, atmak).
Görünürde doğal dil Almanca’nın bu özel durumunda, ‘fırlatma’ anlamından
‘tasarlama,’ ‘bir tasar yapma’ anlamına geçmiştir. Bu açıkça olumsaldır ve buna
göre birşeyi ‘tasarlamak’ anlatımını birşeyi ‘fırlatmak’ ile ilgilendirerek
okumak kolay değildir. Aslında bir Alman bile
(başka herhangi dillerde konuşan herkesin benzer durumlarda yaptığı
gibi) ‘entwerfen’de hiçbir zaman ‘werfen’i düşünmek zorunda değildir. Heidegger
‘fırlatma’ sözcüğüne verdiği fenomenolojik anlamı ‘tasar’ sözcüğünün
fenomenolojik anlamı ile bağlı görür.
tasarlamak, taslak yapmak:
entwerfen
tekinsizlik: Unheimlichkeit
tematik: thematisch
Sözcüğün genel olanın
dışında daha belirli bir anlamı yok gibi görünür ve raslantısal bir inceleme
ile karşıtlık içinde, dizgesel ve daha belirgin bir araştırma yolunu imler.
Belki de ‘tema’ fenomenolojik yöntemin nesnesine yaklaşma yolunu belirtir.
Ayrıntılı açımlama için bkz. s. [363]: “Varlık-anlayışının eklemlenişi, konu
alanının bu anlayışın kılavuzluğunda sınırlanması ve varolan-şeylere uygun
kavramsallığın bir ön-taslağının çizilmesi [temalaştırmaya] aittir.”
temellendirilmiş: fundiert
(:: koyulmuş, ikincil, türevsel)
teslim etmek: ausliefern,
überantworten
töz(sellik):
Substanz(ialität)
[25] ousia :: töz. Heidegger
Yunanca ousia (töz :: Substanz) sözcüğünün parousia (bulunuş ::
Anwesenheit) ile anlamdaş olduğunu düşünür.
türevsel: abkünftig
U
uğruna: Um-Willen
umut: Hoffnung
usanç, bıkkınlık: Überdruß
usandırıcılık:
Aufdringlichkeit
ussal hayvan: zoon logon
exon
[25] Heidegger bu ‘zoon
logon’u ‘vernünftiges Lebewesen’
olarak ya da ‘animal rationale’ olarak değil, ama “Varlığı özsel olarak
“‘konuşabilme’ tarafından belirlenen dirimli şey” :: “das Lebende, dessen Sein
wesenhaft durch das Redenkönnen bestimmt ist” olarak okur, çünkü ‘Logos’
etimolojik olarak ‘us’ değil ama ‘konuşma/Reden’dir, çünkü legein/konuşma
sözcüğünden türetilmiştir. Ayrıca sözcüğü noein (bilmek, algılamak) ile
özdeşleştirir ve dialektikos/eytişimsel sıfatında da aynı kökün
bulunduğunu düşünür.
uzak[sız]laştırma:
Entfernung
‘Entfernung’ ‘uzaklaştırma’
demektir (‘fern’ = ‘uzak’). Ama ‘Ent-fernung’da ‘-ent’ ön-ekinin bir pekiştirici
ve bir de karşıt olarak yoksunlaştırıcı (‘privative’) anlamı vardır. Heidegger
sözcüğe bu ikinci anlamı da ekler [105]: “Entfernung uzaklığın yitik-kılınışı
demektir, ki birşeyin uzaklığının yitişi, onu yakınlaştırma anlamına gelir.”
Heidegger önekin bu olumsallığını özsel bir olgu olarak aldığı için, sözcüğün
Türkçe’ye çevrilmesi ancak Türkçe’de de böyle bir olumsallığın bulunmasına
bağlıdır. Ama Türkçe’de buna uygun bir anlatım biçimi yoktur. Sözcük ‘uzaklığın
giderilişi’ gibi bir anlatımla pekala çevrilebilir olsa da, Heidegger’in
Almanca sözcüğe yüklediği anlam ikircimini ‘uzak[sız]sızlaştırma’ gibi bir yapı
daha iyi gösterir.
uzaklık: Entferntheit
uzaktalık: Abständigkeit
uzam (extensio):
Ausdehnung
uzama, uzanış Strecke
uzunluk: Erstreckung
uzamlı şey: res extensa
uzatılmışlık: Erstrecktheit
uzay: Raum
uzlaşmak, anlaşmak:
abfinden
Ü
ürkeklik: Schüchternheit
üstünden atmak: entlastet
üzerinden atlamak:
übergehen
V
Varlık: Sein
Heidegger Varlığı ‘soyut’
olarak, ‘Varlık = Varlık’ olarak değil, ama kendisinden daha çoğu olarak
alır. Ve gene de bu özdeşlikten çokluğa, kendisinden başkasına geçişin
eytişimsel olmadığını düşünür. — Varlık ilkin kendisidir. Eğer
kendisinden başkası ise — ki ‘Varlık nedir?’ sorusunun kuşkulandığı şey budur —
o zaman bu başkasının Varlık ile ilişkisi nedir? Fenomen durumunda birşeyin
Başkası olarak görünmesi onun değişim olduğunu ve böylece bir akış durumunda
olmakla gerçeklik (Varlık) taşımadığını anlatır (Parmenides ve Herakleitos: P:
fenomenal değişim dünyası çelişkilidir, öyleyse yoktur; H: akış/değişim
içindeki fenomenal dünya değil ama yalnızca değişmez/dingin Bir/Logos
gerçektir). Varlık tanımlanırsa, soru yanıtlanırsa, hiç kuşkusuz ortaya çıkacak
olan şey Varlığın kendinde Başkası da olduğu olacaktır (Varlığın eytişimi onun
Yokluk ile bir olduğunu gösterir: Herakleitos). — Heidegger ‘olma’yı
‘ontik’ anlatımı ile anlatır ve onu varlıkbilimsel/ontolojik imlemde gördüğü
oradaki-Varlıktan ayırır. — [4]: “‘Varlık’ ona varolan-şey denebileceği bir
yolda belirlilik alamaz.” :: “»Sein« kann nicht so zur Bestimmtheit kommen, daß
ihm Seiendes zugesprochen wird.”
Parmenides üzerine bir not
[212]: “Varolan-şeyin
Varlığının Parmenides tarafından ilk açığa çıkarılışı Varlığı Varlığın
‘algısal anlaşılması’ ile “özdeşleştirir” :: “Die erste Entdeckung des Seins
des Seienden durch Parmenides »identifiziert« das Sein mit dem
vernehmenden Verstehen von Sein.”
Parmenides’in Doğa
Üzerine çalışmasının ‘Önsöylem’i Sextus Empiricus tarafından da
saklanmıştır (Matematikçilere Karşı, VII
111). Sextus şöyle bir yorum yapar: ‘‘Xenofanes’in arkadaşı Parmenides
inanç ile birlikte olan ve zayıf sanıları olan usu kınadı, ve duyulara güvenmeye
de son verdiği için, bilgi ile birlikte olan usu ya da yanılmayan usu
gerçekliğin ölçütü saydı.’’
Parmenides Peri Fuseos’tan
(“Doğa Üzerine”) kalan fragmanlarında şöyle birşeyler söyler: “[Ç]ünkü
olmayanı bilemezsin — bu olanaksızdır —, ne de bildirebilirsin, çünkü
düşünülebilen ve olabilen aynı şeydir.” “Ama gerçeklik yalnızca ‘olan’dır. Bu
ne başka birşeyden doğar, ne de geçicidir; bütündür, kendi sınıfında tektir,
devimsiz ve sonsuzdur. Ne vardı, ne de olacaktır, ama aynı zamanda herşeydir.
Çünkü onun için nasıl bir doğuş arayacaksın? Nasıl ve nereden artabilir?
Olmayandan olacağını ne söylemene ne de düşünmene izin vereceğim, çünkü
‘olan’ın olmadığı ne söylenebilir ne de düşünülebilir. Hangi zorunluk onun daha
sonra ya da daha önce yokluktan başlamasını sağlayabilir? Öyleyse baştan sona
ya olmalı ya da olmamalıdır. Ne de herhangi bir kanı gücü başka birşeyin var
olmayandan doğmasını sağlayacaktır. Böylece doğuş yitmiştir, ve yitiş
inanılamazdır.”
Parmenides ‘Düşünce’ ve
‘Varlığın’ birliğinden, yani ‘bilgi’den,
yani ‘gerçeklik’ten söz eder, algının ve varlığın birliğinden, ‘görüngü’den
değil. Parmenides’in ne demek istediğini yalnızca çevirinin ‘doğruluğu’ndan
değil, etimolojik bir sınamadan değil,
ama kendi usumuzun yargısından da biliriz, çünkü Parmenides ile zaman aşımına
uğramayan aynı usu paylaşırız. Heidegger’in Parmenides’e yaklaşımı bir kendini-aldatma
tutumudur: “‘Gerçeklik’ ‘Şey’ ile, ‘kendi-kendini-gösteren’ ile aynı şeyi
imler” :: “»Wahrheit« bedeutet dasselbe wie »Sache«, »Sichselbstzeigendes«.” Yönteminin
aygıtlarının kendileri böyle çarpıtmaları anlamamızı sağlar. Hiç kuşkusuz ‘Şey’
kendini gösterir; ama doğa yasası, geometrik teorem, kısaca İdea kendini
duyulara sunmaz. ‘Gösterme’ ise duyulara ‘sunma’dan başka bir anlama gelmez.
Heidegger güçlüğü derinden duyumsamaktadır ve kendine ikircim noktaları
bırakmayı boşlamaz [212]: “Varlığın ‘algısal anlaşılması’” ::
“vernehmenden Verstehen von Sein” gibi birşeyden söz eder.
varlıkbilim: Ontologie
Varlıkbilim var olanı
araştıran düşünme demek olmalıdır. Var olanın var-olmayan birşey
olmaması gerekir. Ama fenomen vardır ve yoktur. Buna göre tüm fenomen dünyası
her noktasında kendini başkasında gösterenin bitimsiz ‘değişim’
dünyasıdır, ve kendinin ve başkasının, olmanın ve olmamanın birliği olarak
yiticidir, sonludur. Varlığın ve Yokluğun birliği olarak, hiç olmazsa gerçek
Varlık değildir. Böylece fenomenoloji gerçek Varlığın değil, ama
ancak yarı-gerçek, sonlu, yitici Varlığın, varolan-şeylerin bir bilimi
olabilir. (Hegel’in ‘Tinin
Görüngübilim’i gerçek olmayanın, henüz oluş sürecinde olan Tinin bir
çözümlemesidir.) Sonlu olanın yöntemi olarak fenomenoloji böylece sonsuz
Varlığı araştıran bir ontoloji üzerine dışardan uygulanan bir yöntem olarak
geçerli olamaz. Heidegger’in bu sorunun üstesinden gelme yolu ‘fenomen’i
yeniden tanımlamak, onun kendini ‘başkasında’ değil ama ‘kendi
kendisinde’ gösteren olduğunu sözcüğün Yunanca’daki etimolojisine dayanarak
göstermektir. Bu çözüm fenomeni gerçek Varlık olarak, ve algıyı gerçek Bilgi
olarak yeniden tanımlar. Buna göre, Heidegger “Felsefe evrensel fenomenolojik
varlıkbilimdir” der.
varlıkbilimsel ontologisch
varlık-duruşu: Seinsstand
varlık-durumu:
Seinsverfassung
varlıksal ontisch
‘Varlıksal’ anlatımı
varolan-şey ile, ‘varlıkbilimsel’ anlatımı ise Varlık ile ilgilidir. [13]: “varolan-ilgili olarak, e.d. varlıksal
olarak.” :: “existentiell, d. h. ontisch.” [11]: “pozitif
bilimlerin varlıksal soruşturması” :: “ontischen Fragen der positiven
Wissenschaften.”
varolan: existentia
varolan-şey: das Seiendes;
‘seiend’ :: ‘var olan’
[45]: “Varolan-şey bir
‘Kim’ (varoluş) ya da bir ‘Ne’dir (en geniş anlamda elönünde-bulunuş)” ::
“Seiendes ist ein Wer (Existenz) oder ein Was (Vorhandenheit im weitesten
Sinne).” ‘Seiende’ sözcüğü ‘seiend/olan’
anlatımından türetilir ve önüne ‘belirtici’ bir ‘das’ eklenip bir ‘ad’
olarak kullanılır: das Seiendes. Sözcük Türkçe’ye ‘olan-şey’ olarak da
çevrilebilir. ‘Das Seiendes’ yalnızca ‘olma’yı anlatan soyut ‘ das Sein/Varlık’
anlatımı ile karşıtlık içindedir, doğrudan doğruya belirli bir ‘Şey’i anlatmaz,
ama genel olarak ‘varolan-şey(ler)i’ anlatır. (‘Olan’ anlatımının kendinde bir
özne imlediğini, ‘olan-birşey’ anlamına geldiğini gözden
kaçırmamalıyız.) ‘Varlıklar’ dediğimiz zaman demek istediğimiz şey de genel
olarak ‘varolan-şeyler’dir. — Birşeyin yalnızca ‘olma’sı onun ‘ne’ olduğunu,
belirlenimini bildirmez. ‘Var olma’ anlatımı da ‘olma’nın dışında herhangi bir
belirlenim eklemez (olan :: var olan; ‘var’ anlatımı herhangi bir ‘şöylelik’ ya
da ‘böylelik,’ bir nitelik imlemez). Burada kavramı dikkate almayan ve
‘varlığı’ duyusal olanla özdeşleştiren analitik-görgül bakış açıları
çözemeyecekleri bir varlıkbilimsel sorunla karşılaşırlar. ‘Var olmak’ anlatımı
(ya da kavramı) doğal, tinsel, ideal varlıklar açısından varlıkbilimsel bir ayrım
imlemez. Bu yüzden ‘varolan-şey’ özdeksel, tinsel ya da mantıksal/kavramsal
olabilir. Her kavram ontolojisini kendi belirleniminden belirler. — Almanca
belirli varlıklar için ‘Dasein’ anlatımını kullanır ve Heidegger bu sözcüğü
doğal dilden kopararak sınırlayıp ‘insan’a ayırır. (İngilizce çeviri (MR)
sözcüğü ‘entity’ ile karşılar.)
varolan-ilgili :
existentiell (existent: varolan)
[13]: “Ama varoluşsal
analitik kendi yanından son olarak varolan-ilgili olarak, e.d. varlıksal olarak
kökleşmiştir” :: “Die existenziale Analytik ihrerseits aber ist letztlich
existentiell, d. h. ontisch verwurzelt.” Sözcük bütün metinde salt bir kez
kullanılır.
varolma-ilgili (= ontisch):
existenziell
Varolan-şey olarak görülen
oradaki-Varlık ile, ya da oradaki-Varlığın Varlığı ile karşıtlık içinde bir
varolan-şey olarak görülen oradaki-Varlık ile ilgilidir. [12]: “Varoluş sorusu
her zaman yalnızca varolmanın kendisi yoluyla arılık içine getirilir. Kendi
kendisinin bu yolda önden giden anlayışına varolma-ilgili [existenziell]
anlayış deriz” :: “Die Frage der Existenz ist immer nur durch das Existieren
selbst ins Reine zu bringen. Das hierbei führende Verständnis seiner selbst
nennen wir das existenzielle.” [65]: “eine vorontologisch existenzielle
Bedeutung :: ön-varlıkbilimsel varolma-ilgili bir imlem.”
varoluş Existenz
[41]: “Varlık-belirlenimi
olarak varoluşu yalnızca oradaki-Varlığa ayıracağız.” [231]: “Varoluş teriminin
biçimsel olarak belirttiği şey oradaki-Varlığın anlayan ‘Olabilme’ olarak
varolduğudur.” [232]: “Varoluş düşüncesini anlayan ‘Olabilme’ olarak
belirlemiştik” :: “Die Idee der Existenz bestimmten wir als verstehendes
Seinkönnen.” — [117]: “Gene de insanın “töz”ü ruh ve beden bireşimi olarak tin
değil, ama varoluştur” :: Allein die »Substanz« des Menschen ist
nicht der Geist als die Synthese von Seele und Leib, sondern die Existenz.
“
varoluşsal: existenzial
Oradaki-Varlık ile ilgili;
‘kategorisel’ olanla karşıtlık içinde, oradaki-Varlığın özsel bir özelliği. —
[45]: “Varoluşsallar ve kategoriler Varlık-karakterlerinin iki temel
olanağıdır. Onlara karşılık düşen varolan-şeyler sırasıyla birincil
soruşturmanın değişik türlerini isterler: Varolan-şey bir ‘Kim’ (varoluş) ya da
bir ‘Ne’dir (en geniş anlamda elönünde-bulunuş)” :: “Existenzialien und Kategorien
sind die beiden Grundmöglichkeiten von Seinscharakteren. Das ihnen
entsprechende Seiende fordert eine je verschiedene Weise des primären
Befragens: Seiendes ist ein Wer (Existenz) oder ein Was (Vorhandenheit im
weitesten Sinne).”
varoluşsallık: Existenzialität
vazgeçme: verzichten
vazgeçmek: aufgeben
vefat: Ableben
Y
yakında, yakın olarak:
zunähcst (bkz. ‘en yakından’)
yakınlaştırma: Näherung
yakınlık: Nähe
yaklaşmakta olmak
(‘önünde-durmak): bevorstehen
yanyanılık: Nebeneinander
yapı: Struktur
yapılanış: Konstitution
(bkz. durum :: Verfassung)
yaşantı: Erlebnis
yazgı: Schicksal
yeniden söylemek:
weitersprechen, Nachsprechen
yer açma: Einräumen (sözcük
ayrıca ‘kabul etme,’ ‘onaylama’ gibi anlamlar da taşır)
yığın: Haufen
yineleme: Wiederholen
yitme: Verenden
yokluk, bulunmama, olmama:
Fehlen:
yoksunluk, yoksunluklu:
Privation, privative
yol, kip, tür: Weise
yordam: Vorgang
yorum: Interpretation
[40]: “... yorum bu açığa
serme işine yalnızca açığa serilenin fenomenal içeriğini varoluşsal olarak
kavrama yükseltebilmek için katılır.” [148]
yorumlama, ortaya serme:
Auslegung
“Anlamanın gelişimine yorumlama
diyoruz. Yorumlamada anlama anladığını anlayarak kendinin edinir.
Yorumlamada anlama başka birşey değil ama kendisi olur. Yorumlama varoluşsal
olarak anlamada temellenir, ve anlama yorumlama yoluyla ortaya çıkmaz.
Yorumlama anlaşılan üzerine bilgi edinme değil, ama anlamada tasarlanan
olanakların geliştirilmesidir.” :: “Die Ausbildung des Verstehens nennen wir Auslegung.
In ihr eignet sich das Verstehen sein Verstandenes verstehend zu. In der
Auslegung wird das Verstehen nicht etwas anderes, sondern es selbst. Auslegung
gründet existenzial im Verstehen, und nicht entsteht dieses durch jene. Die
Auslegung ist nicht die Kenntnisnahme des Verstandenen, sondern die
Ausarbeitung der im Verstehen entworfenen Möglichkeiten.” — Auslegung ve
Interpretation (yorum) arasındaki ayrım konusunda Heidegger herhangi birşey
söylemez. ‘Ortaya serme,’ ‘sergileme’ gibi bir anlam daha taşıyan ‘Auslegung’
kendi payına fenomenolojik bir üstünlük taşır.
yorumlanmışlık, ortaya
serilmişlik: Ausgelegtheit
yönlendirilmiş:
ausgerichtet:
yönlendirmek:ausrichten:
yüreksizlik: Bangigkeit:
Z
zaman: Zeit
[430]: Heidegger Varlık
ve Zaman’ın son bölümünde (II. 6) ‘zaman’ kavramını Hegel’in aynı kavram
üzerine eytişimsel çözümlemesi ile karşılaştırma içinde ele alır. Bölümdeki
birkaç önemli nokta şunlardır. — İlkin
‘uzay’ kavramı ile ilişki sorunu vardır. Heidegger uzay ve zaman kavramlarının
birliğini fenomenolojik olarak alır, onları ayırır. Kitabın başlığının
da gösterdiği gibi, Sein özellikle Zeit ile ilişki içinde durur
ve bir tür analitik öncelik taşır. Kurgul yöntemi izleyen Hegel ise bu iki
kavramın ayrı olmadıklarını ve dışsal/sentetik bir “ayrıca” ile biraraya
getirilmelerinin aralarındaki özsel birliği anlatmadığını belirtir: Uzay
zamansız değildir, ve zaman uzaysız. Uzayın şu ya da bu noktası zamansız,
zamanın şu ya da bu kıpısı uzaysız değildir. Bu karşıtları ancak analitik anlak
ayırır, ve o zaman birer düşünce-şey olurlar. Kurgul birlik hiçbir
durumda bir aracılığa, bir dolaylılığa gereksinmez, çünkü ‘kavram
birliği’ herhangi iki cismin ilişkisi gibi birşey değildir. Karşıtların
mantıksal birlikleri herhangi bir fenomenolojik betimlemeye gereksinmez.
Önemli olan ve belki de güç olan şey uzayın ve zamanın karşıtlar olup
olmadıklarını kavramaktır. — Söz konusu edilen geçişi yapan, daha doğrusu daha
şimdiden yapmış olan şey karşıtların kendileridir. Heidegger’in fenomenolojik
yöntemi “noktanın şişerek, kendine hava basarak zaman olması” gibi
fenomenolojik bir betimlemeyi temel alır. Açıktır ki burada Heidegger noktanın
vb. kavramı ile değil ama fenomenolojik tasarımı ile ilgilenir ve
böylece kurgul felsefeyi dokunmadan bırakır. — İngilizce çeviri ‘ortadan
kaldırma’nın ikili anlamını kapsayan ‘aufheben’i ‘transmute’ ile karşılar —
‘biçimini değiştirmek.’ — ‘Sav’ ve ‘karşısav’ anlatımlarını Hegel değil ama
Fichte kullanır. ‘Sentez’ kurgul değil ama görgül bir birliktir, karşıtların
birliği değil ama yalnızca ayrı olanların bir ‘ayrıca’ yoluyla üretilen dışsal
birlikleridir. Bireşim çözülebilirdir, ve bileşenler birlikleri dışında kendi
başlarına kalıcıdırlar. Karşıtların birliği böyle çözümlemeye izin vermez ve
kıpılar kendilerinde kendi karşıtları tarafından belirlenmeksizin kendileri
olamazlar.
zaman-içindelik:
Innerzeitigkeit
zaman-ilgili: temporal
[19]:
“Varlığın ve karakter ve kiplerinin kökensel anlam belirliliğine onun zaman-ilgili
belirliliği diyeceğiz.”
zaman-ilgililik:
Temporalität
[19]: “Zamansal” “anlatımı ön-felsefi
ve felsefi dil-kullanımına” ait iken, buna karşı “zaman-ilgililik” ise
“Varlığın ve karakter ve kiplerinin kökensel anlam-belirliliği”dir.
zaman almak, kendine:
zeitnehmen, sich (kendine zaman ayırmak)
zamansal: zeitlich
[420]: “Oradaki-Varlık karakterinde
olmayan her varolan-şey zamansal değildir.”
zamansallaştırma: zeitigen
‘Zeit’ sözcüğünü içermesine
karşın, sözcük ‘olgunlaştırmak, oldurmak; ortaya çıkarmak’ demektir. Ama
Heidegger’in metninde söz konusu olan zamanın ‘olgunlaştırılması’ ya da ‘oldurulması’
olduğu için, ve Almanca sözcük ‘Zeit’ı içerdiği için, sözcük etimolojik
çeviriyi gerektiriyor görünür.
zamansallık: Zeitlichkeit
[17]: “Zamansallık
oradaki-Varlık adını verdiğimiz varolan-şeyin Varlığının anlamı olarak
gösterilecektir.” Bkz. ayrıca [326].