Bir kültürü olduğu gibi doğrulamak onun sınırladığı homo sapiense değişme ve daha öte gelişme hakkını tanımamaktır.
Tarih insanın büyüme sürecidir. Bunun olanağı değişme hakkının, Özgürlüğün bilinci üzerine dayanır.

Dördüncü Hanedan Kralı Menkaure ve Bilinmeyen Bir Kraliçe, İÖ 2548-2530 Tarihimiz böyle erdem, görkem ve şirinlik örnekleri ile de dolup taşar. Ama bunlar bile yalnızca insanlığın Ereğinin ön habercileridir. (Menkaure)

 

.............

Postmodernizm için Tarih gelişme değildir. Kültürel bir türlülüktür.


Postmodernist çıkarsama kendi için doğrudur, çünkü özü gelişmekten başka birşey olmayan Usun ve Tarihte onun gelişimine bağlı erekselliğin yadsınması üzerine dayanır. Kültür doğal değil, tinsel olandır, doğanın değil, insanın yaptığıdır. Doğa yinelerken, insan gelişir. İnsanın yaptığı gelişiminde ulaştığı aşama tarafından, kendine ilişkin bilgisinin düzeyi tarafından belirlenir.

 

 

 
 
 

Postmodernizm kültürel-çoğulculuğu savunusunda kültürün suçlarını da savunur.
‘Kültürel Görelilik’ kavramı kültürlerin saltık olarak eşit değerde olduklarını anlatır
.

 
 
 

Çok-Kültürlülükte diretme bir yandan o kültürlerin daha yüksek biçimlere gelişimini yadsırken, öte yandan çatışma zeminlerinin sürdürülmesinde diretir. Çok-kültürlülük evrensel değerler tanımayan bir tikelcilik olarak Tarihin bütününe karşılık düşer.
 

Öte yandan, Tek-Kültürlülük (ya da Kültürel Türdeşlik) Özgürlüğün kendisi bastırılmadan ve böylece tikel bir kültür evrensel olarak dayatılmadan ileri sürülemez. Çelişkinin çözümü kültürlerin kendilerini Özgürlük içinde olumsuzlamaları, gelişerek değişmeleridir.
 

Analitik anlağın ‘Ya —Ya da’ tutumu çözümsüzken, realitenin kendisi kesintisiz modernleşme süreci olarak bu çelişkiyi kucaklar ve böylece çözümüne doğru bir Oluş sürecidir. Realite kapris yapmaz. Yapması gerekeni ve yapabileceğini yapar. Çünkü belirlenimsiz değil ama belirlidir.
 

Ayrı kültürlerin karşıtlıkları barış içinde birarada varolmanın önündeki sürekli gözdağıdır. Hoşgörü usdışı olan ve özellikle çatışmaya neden olabilecek ayrımların yalnızca askıya alınmasıdır, giderilmesi değil. Ve küçümseme imler, çünkü hoşgörülenin ussal bir varlık olarak tanınmadığını imler.
 

Çok-Kültürlülük ancak ve ancak kültürlerin özsel değerlerinden vazgeçerek karşıt, giderek düşmanca değerlere hoşgörü ile bakmaları zemininde, başka bir deyişle hiç birinin geri kalanlara üstün görülmemesi koşuluyla olanaklıdır.
 

Hoşgörü en sonunda tüm kültürleri bir ve aynı düzeye indirgeyen evrensel bir görecilik zemininin yaratılması demektir. Ama bu zeminde oldukları gibi olmaları, kimliklerini değerlerinde bulan kümeler olarak varolmaları olanaksızdır ve Kültür kendini salt biçimselliğe indirgemek zorunda kalır.
 
 

 

Bir ülkenin bölgeleri, illeri arasında yerel kültürel ayrımlar vardır, ve doğal bilinç değişmeksizin kendi göreli kültürü içinde yaşama eğilimindedir, çünkü Törellik bir alışkanlıktır, insanın ikinci doğasıdır. Örneğin ABD'de İtalyanlar kendi etnik kültürleri içinde bütüne benzeşmeden kendi eğitimsiz gelenekselliklerinden birşeyler saklayarak, bu ölçüde değişimi yadsıyarak yaşamayı sürdürürler. Çinliler, daha başka Doğulular, yerliler vb. de şu ya da bu ölçüde aynı tikelcilik içinde varolurlar. Ama tümü de bunu ancak geçici olarak başarabilirler ve değişim er geç içeri girer. Bunun hangi kuşağın başına geleceği, yüz yıl içinde mi yoksa bin yıl içinde mi yer alacağı ikincil bir sorundur. Değişim aşamalı olarak yer alır ve kapıya geldiği zaman durdurulması olanaksızdır.
 
 

Çatışma besleyici olması ölçüsünde, Çok-Kültürlülük ancak yalıtmacılık temelinde olanaklıdır ve onda diretilmesi bireyi kültürel köklerine zincirlemeyi amaçlar. Buna karşı Kültürel Türdeşlik ise hem bir dayatma olduğu düzeye dek Özgürlük ile bağdaşmaz, hem de değişimi ve böylece gelişimi olumsuzlar. Realite bu öznel istemleri tanımadan ve kendi kavramsal belirlenimine boyun eğerek ilerler.
 

Gelenek insanı bağımlı, kısıtlı, köle tutar, değişmesini, gelişmesini, özgür birey olmasını, Erdemin gelişmesini önler. Birbirini yadsıyan kültürler arasındaki geçimsizlik ancak bir üçüncü Güç tarafından bastırılabilir. Bu kültürlerin tümü de usdışı olabilir.

Postmodern bilinçte Us bulunmaz demek yeterli değildir. Bu bilinç Us yoluyla Usu çürütmeye çabalar. Ve kendi için hiç kuşkusuz bunu başarır. Usdışı bilinç biçimi Usun kendi ürünüdür.

 
 
 

The Sopranos. Dünya kültürel varsıllık örneklerinden biri.
Bütün içeriği etnik-mafya kültürünün şiddet, yalan, aldatma, hırsızlık, ırza geçme, vb. gibi geleneksel öğelerinden oluşan Amerikan dizisi İtalya'daki İtalyanları rahatsız etti. Başlangıçta Canale 5'te bir Cumartesi geç gösterimi olarak yayınlanan dizi düşük izleyici oranlarından ötürü yayımdan kaldırıldı ve SKY İtalya'nın Fox kanalında bir elit gösterimi oldu.

Kültür kendi kavramı gereği göreli olmak zorundadır, çünkü sonlu Tinin yarı-yol yaratısıdır, bilgi olarak, moral olarak ve estetik olarak yetersizdir. Evrensel insan doğasının belirlenimleri olan Özgürlük, Güzellik ve Bilgi kültürel, göreli, sonlu değildir. Bu gerçek değerlerde insan geçici olanın, göreli olanın üzerine yükselir ve saltık olanla, tanrısal olanla bir olduğunu tanıtlar.

 
 
 
 
 

Postmodernist bakış açısı türlülüğün güvencesini evrensel bir kuşkuculukta bulur. Ama o zaman inançlar inanç olmaya, değerler değer olmaya son verirler. Bu kuşkucu görecilik inakçılıktan kurtulmanın yolu olarak görülürse, o zaman herşey için, giderek duyunçsuzluk ve ikiyüzlülük için bile 'belki de değil' yargısı getirilebilir.

 

 

Kuşkucu bakış açısından örneğin AB toplumları kültürel geçimsizliklerinden kaynaklanacak çatışmalardan ancak değerlerde bir gevşeme, böylece çok-kültürlülüğe izin verme zemininde kurtulabilirler. Bu uslamlamaya göre, tek tip kültürel yapının dayatılmasının baskı ve zorbalık yoluyla olmaksızın olanaksız olması ölçüsünde, AB kaçınılmaz olarak bir kültürel görecilik ve kuşkuculuk zemininde olanaklıdır. Postmodernizm geçici olanı kalıcı görür. Ama değişim ve gelişim yeteneği Tinin özünde, onun kendi kavramına uygun edimsellikten daha azı ile yetinemeyecek olması olgusunda yatar. Her kültürün aynı zamanda en son tinsel biçim olması, eş deyişle sonsuza dek sürmek zorunda olması gibi bir durum post-modernizm tasarımının kendisi ile bağdaşmaz.

Lyotard modernliği ilerleme yolunda sürekli değişim olarak, postmodernliği bu sürecin doruğu olarak, ve sürekli değişimin kendisini bir status quo olarak görür. Bu betimleme Postmodernizmi özsel belirlenimlerinde anlatıyor olarak alınabilir. Bu bakış açısı modernlik sürecinin herhangi bir evresini ötesi olmayan son olarak alır. Modernizmin kendisini vargısı olarak alan bu postmodernist çıkarsamayı usun ve ona bağlı Erekselliğin ("grand narratives") reddedilişi üzerine dayandırır. Fukuyama'nın ve Kojeve'nin kavramsız bir Hegel okuması üzerine dayandırdıkları "Tarihin Sonu" çıkarsaması hiçbir noktada "postmodern durum" denilen şeyden ayrılmaz.

 
 
...
Kültürün dinamik, gelişen ve kesintisiz bir değişim süreci olması ölçüsünde kendisi başka her süreç gibi Ereğinde kendini ortadan kaldırma çabasıdır. Kültür insanın tüm gizilliğinin en son Ereği değil, ama belirli bir zamanda ulaştığı sonlu aşamanın biçimidir. Geçici olmayanı amaçlayan geçiciliktir.

 

İnsan yaşamının değer ve haklarının her yerde bir olması — Evrensel İnsan Hakları — doğrudan doğruya kültürel-çoğulculuğun yadsınmasıdır, çünkü kültürler bu değerlerin türdeşsizliğinin anlatımıdırlar. Kültür a priori çoğulculuktur, çünkü insan bilgisinin değil ama bilgisizliğinin, ussal istencin değil ama usdışı özencin anlatımı olduğu düzeye dek kaçınılmaz olarak türlülük, sonluluk, geçicilik imler.


 
...
 

Örneğin yasama sürecinin bütün bir istenci kapsamaması, ve mülkiyete, sınıfa, kasta, ya da dine vb. göreli olması kültüreldir ve dolaysızca çoğulcudur. Ama yasanın bütünüyle gelişmiş evrensel ve ussal istencin anlatımı olma düzeyine ulaşması onu göreliliğin, böylece her baskıcı dayatmanın üzerine yükseltir. İnsan değerinin evrensel olması, Özgürlüğün evrensel olması gerçeği karşısında Özgürlüğün göreli ve tikelci olduğunu ileri sürmek gelişimi geriye çevirmek değildir. Postmodern bilinç tarihe arkadan gelen, kendisi Dünya-Tininin ulaştığı gelişim düzeyinin gerisinde kalan bir kavrayışsızlığın, uygarlığa henüz katılmamış bir yetersizliğin anlatımı olarak görünür.


İnsan geleneğin ondan yaptığı olmak zorunda değildir. İnsan İstençtir, ussaldır ve özgürdür, ve sonlu kültürlerinin ona giydirdiği kılıkları üzerinden atma eğilimindedir. Özgürlük ürkek değildir. Çoklu-kültürün insanlığın yazgısı olarak savunusu insanın bu özsel doğasını kavramamış olmaktan kaynaklanır. Postmodern göreciliğin kendisi çok-kültürlülüğün nihilizmine battığı zaman, kültürlerin değerli olmadıklarını tanıtlamaktan başka birşey yapmış olmaz.
 
Tikel değer inakçılığı değil, ama kuşkuculuk değişim ve gelişim için zorunludur. Ama kuşku, olumsuzlama var olanı değiştirmek için yalnızca ilk adımdır, son değil, çünkü kuşku gerçekte pekinlik istemidir.

Kuşkuculuk modern değişim sürecine özgü geçici bir ruh durumudur ve kendini sürekli olumsuzlaması en sonunda kuşkusuz, gerçek, ussal ve evrensel olana ulaşma istencini anlatır. Önemli olan inanılacak içeriğin gerçekliği ve değeridir. Felsefi Kuşkuculuk böyle erekselliği olanaksız görür ve nihilizmde demir atması yalnızca kuşkucu çıkarsama tembelliğinin yenilmesini gerektirir.


Postmodern nihilizm modern değişim sürecine özgü geçiciliğin ve değişkenliğin kendisinin kalıcı ve değişmez olduğu sayıltısı üzerine dayanır. Bu bakış açısından bir ilke düzeyine yükseltilen çok-kültürlülüğün olanağı değerlerin göreliliği ve en sonunda değerlerin kendilerinin değersizliği vargısına götürür. Ama realite, gerçek yaşam postmodern bilinçte yaşanmaz, ve eğitimsiz insanların eğitimsiz değerleri onlar için uğruna şiddeti ve ölümü bile göze aldıkları saltık normlar olarak geçerlidir. Bu düzeye dek dünya daha şimdiden çok-kültürlü ve postmoderndir, ama hiçbir biçimde barışçıl ve uyumlu değil.
 
...

Aydınlanma boşinanca karşı, yalancı değerlere karşı savaştı. Ama kendisi onların karşısına eşit ölçüde sözde bir değeri, yararcılığı çıkardı. Aydınlanmanın değer olarak ‘yararlık’ta karar kılması tinsel değerleri yadsımasının, ahlakta haz ve acı gibi duyusallıkları ilke almasının bir sonucuydu. Ve aynı yararcılık zemininde politik süreci tikelci bencillik çevresinde biçimlendirmeyi istedi (Liberalizm ya da Kapitalizm). Yine, Aydınlanma düşünürlerinde (Locke, Hume, ve herşeye karşın Aydınlanma tinine bağlanan Kant'ta) ırkçılığın, Negroyu insan-altı saymanın zemini de evrensel us olgusunu, tüm insanların ussal varlıklar olduğunu yadsımasının bir sonucuydu. Aydınlanmanın Nihilizmin kendisi değil ama atası olması, modern döneme özgü bu yaygın kötümserliğin doğum izlerinin ona kadar uzanması da özsel değeri olarak ileri sürdüğü bu pozitif yararcılık ilkesine bağlıdır. Burjuva özdeksel yararı değer saydığı için, insan varoluşunu üretim süreci ekseninde örgütlendiğini düşündüğü, insanı bir araç olarak gördüğü için değersiz ve nihilist görülür.

 
 
...
View of the Ewen Breaker of the Pa. Coal Co. The dust was so dense at times as to obscure the view. This dust penetrated the utmost recesses of the boys' lungs. A kind of slave-driver sometimes stands over the boys, prodding or kicking them into obedience. S. Pittston, Pa. (The History Place).  

Modern İşleyim Devriminden Görüntüler
İşleyim Devrimi aynı zamanda ölçüsüz, kuralsız, acımasız bir sömürü süreciydi. İşleyim Devriminin gereklerinden biri de duyunçsuzluktu. Batıda bu yeterince bulunan bir koşuldu.

Aydınlanma ussalcı değil ama görgücüydü, ve kuşkucu göreciliği ile saltık olarak hiçbir değer ileri süremezdi ve sürmedi. Yararcılık tam olarak bu insan değersizliği zemininde olanaklıdır. Modern döneme özgü sömürgecilik, ırkçılık, sözde işleyim devrimi denilen acımasız sömürü süreci, pozitivizm, pragmatizm ve ideolojik yıkımlar gibi türevlerin hiç biri evrensel ussalcılık temelinde olanaklı olamazdı. Aydınlanmanın kuşkuculuğu bugünlerde yeniden hoşgörü olarak ortaya sürüldüğü zaman, hoşgörünün ussallığı silinir.

Modernleşme süreci göreli olarak geç bir olgu olan Aydınlanmayı iki yüzyıl kadar önceler ve özsel olarak Reformasyonu izlemiştir. Ama Reformasyonun kendisi Rönesans, matbaa, okur yazarlığın artışı gibi ön koşulları gerektirir. Reformasyon bütün modernleşme sürecini tetikleyen bir başlangıç noktası olmaktan çok, sürecin kendisi için saltık olarak zorunlu bir bileşenlerden yalnızca biridir. Duyunç özgürlüğünün duyunç olgunluğu demek olmadığını, ama olgunlaşma için saltık olarak zorunlu koşul olduğunu gözden kaçırmadan, Modern tinin Reformasyonsuz olamayacağını ve Karşı-Reformasyonun utku kazandığı ve Kiliseyi daha da güçlendirdiği Katolik ülkelerde değil, ama dinadamları sınıfını ortadan kaldıran ve Kiliseyi Devlet denetimi altına alan Protestan ülkelerde biçimlendiğini ve belirlenimlerini kazandığını gözden kaçırmamalıyız. Katolik Avrupa bütününde geri kalmış ve Protestan Avrupa'nın ölçünlerine bir öykünme olarak ancak bir tür yarı-modern kültür geliştirebilmiştir. Fransa'nın modernleşme sürecinde yaşanan şiddetin ve terörün yeğinliği orada Reformasyonun bastırılmış olmasına ve modernleşmenin yenmesi gereken gücün büyüklüğüne bağlıdır. Reformasyon tini bilimin olduğu gibi politik bilincin, demokratikleşme sürecinin ve düzgün ekonomik ilişkilerin gelişmesi için de gereken törelliği sağlar.

...
Afro-American Murderers Being Burned  

Modern kültürün ve kurumsallaşmaların normlarını hoşgörüsüz Deizm ve Ateizm değil, ama daha başından duyunç özgürlüğünden başka bir içeriği olmayan Protestan Hıristiyanlığın ilkesi biçimlendirdi. Bu sonucun ilkeyi ileri süren ve savunanların bilincinde olmaması sonucun edimselleşmesini önlemez. Bu düzeye dek Modernleşme süreci inancı ezmek ve inançsızlığı güçlendirmek bir yana, tam tersine birey ve Tanrı arasında bir aracılık işlevi üstlenen dinadamları sınıfını ortadan kaldırarak Batıda ilk kez inancı ve ona bağlı törel ilişkiler ortamını olanaklı kıldı. Kapitalizm sömürüdür, ama milyonların zayıf duyunçları ve istençleri ile onayladıkları yasal ve meşru sömürüdür, ve bir sömürü dizgesi olarak işlemesi sözleşmelerin işlemesine bağlıdır. Bu ise bir ödev bilincini, törel bir karakteri, Reformasyonun sağladığı törellik zeminini gerektirir.

Öte yandan Aydınlanma tinine bilgisizce eklenen idealler ve değerler Aydınlanmanın kendi kuşkucu, ve dolayısıyla inançsız ve değersiz tinine dışsal olan belirlenimlerdi. Herşey bir yana, henüz moral olgunluktan yoksun Batının sömürgecilik, ırkçılık, kölecilik ve emperyalizm gibi politikaları hem metropolde hem de kurbanlarında yer alan iki yanlı moral gelişim ve uyanış sonucunda ortadan kalktı. Oluş sürecinde olan modern Yurttaş Toplumunun Duyuncunda da büyüme sürecinde olması Özgürlüğün haklı sonucudur.

...
Breaker boys. Smallest is Angelo Ross. Pittston, Pa. (The History Place).  

Reformasyon zemininde olanaklı olan Modernleşme dogmatik olamaz, çünkü modernleşme her tikel değeri ortaya çıkar çıkmaz ortadan kaldıran kesintisiz bir değişim sürecidir. Dahası, yine Reformasyon ile birlikte dinsel inanç toplumdan alınarak bireyin yüreğine geri çekildi ve dogmaların varoluşunun güvencesi ve koruyucusu olabilecek bir dinadamları sınıfı ortadan kaldırıldı. Modernleşmeye ek bir kuşkuculuk dozu eklemek gereksizdir, çünkü modernleşme bir süreç olarak varolana karşı sürekli kuşkuculuktan başka birşey değildir. Değişimin modernleşmenin ruhunda olduğunu söylemek bir totolojiden daha çoğuna varmaz.

 

 

 

 

...
A group of slaves walk along in bondage with their captors  

 

 

 

 

 

 

 

...
Mrs Kennedy gives clothing to victims of the Irish Famine, at Kilrush, Ireland, 1849.  

 

 
 
 

Doğunun kendisi İranlı Mollalardan Çinli Komünist Militanlara, Hint Kast dizgesindeki Brahmanlara, Sudralara vb., Kazakistan’daki vb. tiranlığa dek eksiksiz bir kültürel çoğulculuk sergiler. Ve gene de tümünü hep birlikte Doğu yapan ortak koşul bireysel İstencin tanınmamasıdır. Doğu özgür olmadığı, çünkü Özgürlüğü bilmediği için Doğudur. Bu Doğunun Batı karşısında küçümsenmesi demek değildir, çünkü insan yeryüzünün her yerinde aynı ussal, aynı tanrısal değer ve doğayı taşır ve kendisi henüz kültürel bir türlülük ve parçalanmışlık gösteren Batıyı baştan sona Doğu karşısında ölçün olarak, model olarak görmek geçersizdir. Batının Doğuya tarihsel üstünlüğü yalnızca ve yalnızca Batı öz-bilinçli bir değişim sürecinde iken Doğunun ise içsel olarak, özsel olarak değişmemede, özgürleşmemede diretmesi olgusuna bağlıdır. Doğulunun öz-gururu, öz-saygısı, öz-değeri onun gerçek Kendisini yadsıması ile birdir. Bu kendini-beğenmişlik zemininde, Doğulu nedenlerini bilmeksizin yaşamakta olduğu sefil değişimi bütünüyle Batının sorumluluğuna bırakır, çünkü kendi sorumluluğunu anlayacak ve üstlenecek Özgürlükten yoksundur.


Multiculturalism has its drawbacks and paradoxes, but it is still worth defending if the alternative is enforced cultural homogeneity. It depends how the concept is interpreted. At the moment it is increasingly an argument for cultural separatism, whereas it ought to mean peaceful coexistence and the mutually-beneficial sharing and disseminating of ideas. Perhaps that would be better termed polyculturalism? Read more.
 

"What to say to a man who tells you he prefers to obey God than to obey men, and who is consequently sure of entering the gates of Heaven by slitting your throat?" – Voltaire

"Colonisation and slavery have created a sentiment of culpability in the West that leads people to adulate foreign traditions. This is a lazy, even racist attitude." – Ayaan Hirsi Ali

There's no denying that the enemies of freedom come from free societies, from a slice of the enlightened elite who deny the benefits of democratic rights to the rest of humanity, and more specifically to their compatriots, if they're unfortunate enough to belong to another religion or ethnic group. Read more.

Ayaan Hirsi Ali (former Dutch member of parliament of Somali origin)  

 

 
 
 

Postmodern göreciliğin bakış açısından tarihsel bir hiyerarşi, tarihsel bir ilerleme, gelişme, süreç gibi kavramlar bir büyük anlatıyı (ütopyayı) tözleri olarak alan kurgulardır.


Yine, postmodern sayıltının bir başka anlatımı modern değişim sürecinin ereksiz olduğu ve böylece gerçekte hiçbir biçimde bir süreç olmadığı biçimindedir. Buna göre, bir sürecin yokluğunda Tarihte herhangi bir aşamadan, dönemden, evreden söz etmek anlamsızdır. Varolan şey bir evreler ardışıklığı değil, ama aralarında tarihsel bir hiyerarşi kabul etmeyen bir kültürel türlülüktür. Bunlardan birini ya da ötekini başkalarından daha ileri ya da geri, alt ya da üst olarak nitelendirecek bir saltık ölçün yoktur. Tüm kültürel biçimler eşit hakla varolurlar. Panteizm ya da monoteizm, politeizm ya da şamanizm, Budizm, İslam, Hıristiyanlık vb. bir dinler demokrasisi içinde eşit haklar taşıyan inanç biçimleridir.

 

Postmodern bakış açısı inakçılığa bir panzehir olarak gördüğü kuşkuculuğun göreciliğe, göreciliğin nihilizme götürdüğünü doğrulamadığı zaman postmodern olmaya son verir. Ve bu uslamlama eksikliği postmodern bilincin kendi içindeki türlülüğün olumsuz zeminidir. Postmodern kuşkuculuk gerçekte örneğin Descartes'ın duyulara yönelik kuşkusu ile, ön-Sokratiklerin görüngüye ve doxaya yönelttikleri kuşku ile ya da diyalektik usun varolanı olumsuzlayan kuşkusu ile bir değildir, çünkü bunların tümü de kuşkuyu sonunda kuşkunun kendisini olumsuzlamak için çıkış noktası olarak alırlar. Kuşkuları yalnızca başlangıç noktalarıdır ve kuşkuda durup kalmazlar. Kuşkucu değildirler. Ve ussal tanıtlamanın inak değil ama bilgi ürettiğini kabul ederler.

 
 

Postmodernizm göreciliği saltıkçılığa karşı iyi almaşık olarak görür ve saltık gerçeklik kavramını sorgular. Saltık olanın ne olduğu konusundaki kavrayışı onun dolaysızca inakçılık ile eşit olduğudur.


Postmodernizm yetkeyi sorgular. Yetkeyi sorgulamak için yetke olmak gerekir. Ama postmodernizmin yetkesi görecidir ve böylece bir yetke değildir. Postmodernizm eğer postmodernizm olacaksa sorgulamamalıdır.
Değer dizgelerini sorgulamak için göreli olmayan, saltık olan bir ölçüt olmalıdır. Postmodernizm bu sorgulamayı yaptığını ileri sürdüğü zaman neyi doğruladığını ve hangi yetke ile doğruladığını sorgulamaz. Eğer bunu yaparsa bir ölçün getirmiş olur ki, bunun göreli olması bir ölçün olmaması demektir. Eğer yetke yerine bilgiye dayanacak olursa, yine göreli olmayan bir ölçün kullanmış olur.
 
...
İspanyol Engizisyonu.  

 
 

Değişik Kültürler birarada varolabilirler, ama ancak ve ancak karşıtlıklarının, eş deyişle birbirlerine düşmanlıklarının ve yokedici eğilimlerinin politik güç tarafından bastırılması ve durdurulması yoluyla (örneğin Irak’ta eski despotik tinin gücü yoluyla olduğu gibi).


İnanç biçimleri dışsal, giderek fiziksel nesneleri (toprak, yer, taş, su, bez parçaları, eşyalar, bedensel kalıntılar, ya da giderek doğrudan doğruya kutsal imamlar, papa vb. gibi bireyler) değerler olarak kabul ettikleri ya da değerler ile ilişkilendirdikleri düzeye dek göreli kültürel biçimlerdir. Ve sonlu ve göreli biçimleri kutsal ya da tanrısal olarak kabul ettikleri düzeye dek dışlayıcıdırlar, hoşgörüleri yalnızca hoşgörüsüzlüklerinin bastırılmasından oluşur. Örneğin Hinduizmin hayvanları kutsal sayması, ya da Musevilik, Hıristiyanlık ve İslamda yeme, içme, giyinme gibi davranışların ve bedensel sakatlanmaların vb. tanrısal buyruklar tarafından düzenlenmesi onları ilkede saltık kılar. Ama bu türlülük gerçekte bilgisizliğe bağlıdır, dolayısıyla yanlış ya da boş inançtır, ve ancak eşit ölçüde bilgisiz postmodern görecilik bakış açısından aklanabilirdir.   Dinler bu sonlulukları, aslında gelenek olan bu davranış biçimlerini kutsal içerik olarak aldıkları düzeye dek göreli kültürel yapılardır ve bilgi ile bir olan inançtan bütünüyle ayrılırlar. Gelenek inançta sorgulanmayan ve salt "geldiği" için kabul edilen pozitif öğeyi oluşturur. "Sorgulamama" duyuncun toyluğu ve istencin yokluğu, köleliği demektir. Burada bireyin kendisinden, kendisi olmasından söz edilemez. Bu belirlenimleri doğrulayan köle bilincin şiddet uygulamaya açık ve yokedici olmasının önünde hiçbir duyunç engeli yoktur.
 
 
 

Aydınlanma temelciliği ya da ırkçılık karşıtlarının ırkçılığı?

Hoşgörü küçümseme barındırır, çünkü belli toplulukların modernleşmeye yeteneksiz olduklarını varsayar. İngiliz Müslümanların ayrımcılıklarının yalnızca önderlerinin geriye dönük katılıklarının bir işlevi olmakla kalmadığı, ama ayrıca devlet tarafından onlara gösterilen tüm ilginin ince bir küçümseme biçiminden daha fazlası olmadığı, temelde onlara modern uygarlık için gereğinden öte geri olduklarını söylediği yolundaki bulanık bir kuşkudan doğduğu da düşünülemez mi? İtalya'da birçok topluluk belli kumsalları Müslüman kadınlar için ayırmayı ve bu yolla erkek gözlerine görünmeden yüzebilmelerini sağlamayı tasarlıyorlar. Ve bir kaç yıl içinde tüm noktalarda Kuran'ın buyruklarına uyan ilk "İslamik Hastane" Rotterdam'da açılabilir. Güney Birleşik Devletler'deki ayırmacılık günlerini yeniden yaşamakta olduğumuz düşünülebilir. Gene de bu ayırmacılık Avrupa'nın en önde gelen ilericilerinin tam desteğini almaktadır! Onlarınki iki cephede verilen bir kavgadır: Azınlıklar ayrımcılıktan korunmalıdır (örneğin bölgesel dillerin ve kültürlerin öğretilmesini yüreklendirerek ve okul takvimini dinsel dinlencelere uyarlayarak); ve özel kişiler içinde yaşadıkları topluluk tarafından yıldırılmaktan korunmalıdır.

Enlightenment fundamentalism or racism of the anti-racists?

This tolerance harbours contempt, because it assumes that certain communities are incapable of modernising. Could it be that the dissidence of British Muslims is not only a function of the retrograde rigorism of their leaders, but also stems from a vague suspicion that all the consideration show to them by the state is little more than a subtle form of disdain, basically telling them that they are just too backward for modern civilisation ? Several communes in Italy are planning to reserve certain beaches for Muslim women, so they may bathe unexposed to male eyes. And within a few years the first "Islamic hospital," complying in all points with the prescriptions of the Koran, may open in Rotterdam. Anyone would think we are reliving the days of segregation in the southern United States. Yet this segregation has the full backing of Europe's most prominent progressives! Theirs is a fight on two fronts: minorities must be protected from discrimination (for example by encouraging the teaching of regional languages and cultures and adapting the school calendar to religious holidays); and private individuals must be protected from intimidation by the community in which they live. Read more.

 

 
 

Tarihsel gelişme inancın bilgi önünde gerilemesini ve değersizleşmesini değil, ama sürekli olarak inancın bilgi ile bütünleşmesini amaçlar ve sağlar.


İnanç yanılmaz olmayı taslamaz, tıpkı görgül bilgi gibi. Ancak Us bilgi üretebilir ve böylece inancı bilginin düzeyine taşıyabilir.

Kendileri Aydınlanmacı olmayan Descartes, Leibniz ve Spinoza'nın Ussalcılıkları Aydınlanmayı önceler.

Aydınlanma ussalcı değil ama görgücü ve dolayısıyla kuşkucudur. Yine, görecilik kuşkuculuğun aynı usdışı düzlemde sürdürülmesinden başka birşey değildir.

Aydınlanma bu düzeye dek tıpkı kendisine tepki olduğu Boşinanç gibi geçicidir ve kalıcı bir değeri ve anlamı yoktur. Boşinancın inançsızlık olması ölçüsünde onu kuşku ile yenmek gerçekte eşit ölçüde inançsızlıkta sonuçlanır.

 

Kuşkucu Görecilik temelinde ne Devlet, ne Demokrasi kurulabilir. Politik tinin bu evrensel kuşkuyu içermesi ölçüsünde onda Türe, Hak ve Özgürlük olgusal olarak sakattırlar, çünkü tümü de Evrensellik istemindedir.


Politik Özgürlük belirlenimsiz bir tikelcilik ya da görecilik değil, ama evrensel, ussal Hak temelinde gerçekleşir. Tikel olanın göreliliği ile karşıtlık içinde, Evrenselin kendini ileri sürme hakkı vardır. Sorun evrenselin ussal da olması gereğinden doğar. Dogmatizm (inakçılık) yalnızca görünüşte ussal, ama gerçekte usdışıdır, ve kuşkuculuk bu inakçılığın sağaltımı değil ama yalnızca olumsuz inakçılıktır, aynı patolojik usdışının karşıt görünüşüdür.
 
Özgürlük

Kılgısal alan söz konusu olduğunda, insan bildiğini yapar ve yaptığını bilir, çünkü eylem her zaman bilinçlidir, düşünülür, hayvan durumunda olduğu gibi içgüdüsel ve bilinçsiz değildir. İnsan onları bildiği için eylemlerinden sorumludur, çünkü eylemleri İstenç ile yapılır, uykuda değil. İstenç Özgürlüktür, ve ancak özgür insan eylemlerinden sorumludur, köle değil, çünkü onun istenci efendinin istencidir.

İnsanın ancak bildiğini yapabildiği düzeye dek, özgürlük ancak insan Özgürlüğü bildiği düzeye dek eylemin gerçek güdüsü olabilir. Özgürlüğün bilgisi onu kavram olarak bilmektir, belli belirsiz bir tasarım olarak değil.

Bütün bir Asya bugün de özgürlük bilincinden yoksundur, ve Özgürlük kavramının başkasının özgürlüğünü tanımayı da gerektirmesi ölçüsünde bu bilinç böyle birşeyi tanıyamaz ve bu nedenle despotiktir.

Doğal bilinç Özgürlüğü kavram olarak, gerçek imlemi içinde bilmez. Bu yüzden eylemleri gerçek anlamda özgür bireyin eylemleri değildir.

 

 
 
Previous

Aziz Yardımlı 2007 Postmodern Sorunlar İdea Yayınevi

Previous