İdea Yayınevi / Ön-Sokratikler / Aziz Yardımlı
site haritası  
 
 


Platon (İÖ 428-348)

YAŞAM
AKADEMİ
SİRAKÜZE DENEYİ
DİYALOGLAR
   
 


Sokrates'e dek felsefeciler Gerçekliği karşılarında duran dışsal dünyada arıyor, yalnızca dolaysız bir şeyin Gerçeklik olduğunu düşünüyorlardı. Düşüncenin ilk tutumu kendini nesnesinde yitiren çocuksu dolaysızlık tutumudur ve dışsallığın Gerçeklik olarak görülmesinden öteye geçmez. 'Türkçe'de 'gerçeklik' sözcüğünü dışsal realiteyi, akıcı, geçici, değişken, sonlu görüngüler dünyasını anlatmaya sınırlamayı isteyen bilincin tutumu da yine henüz varoluşun düşünce ile ilişkisini dikkate almayan aynı saf tutumdur. Bu bilinç için ilkin dışsal olanın, dolaysız olanın, giderek duyusal ve sonlu olanın nesnellik gerçeklik değerini taşıması gerekir.

Anaxagoras Nousu dışsal evrenin özü olarak anladığı zaman varlığın ve düşüncenin birliği, Usun ilk ön-sezisi kendini gösterir çünkü ussal düşünce kendini nesnellikte bulan düşüncedir. Ama bu kendinde kurgul birlik bile henüz realitenin insan usu ile ilişkisinin belirtik bilinci değildir.

Platon Sokrates'in Gerçekliğin bir dışsallık sorunu olmadığı, tersine bilinçte yattığı biçimindeki büyük ilkesini başlangıç noktası olarak aldı. Gerçekliğin Düşünce olduğu kavrayışı insanın tüm gerçekliği bilebileceği, insan Düşüncesinin dışında ve ötesinde ona yabancı ve ona kapalı herhangi bir varlık alanının olamayacağı, Düşüncenin 'karşıtında kendisinde olma' anlamında gerçek sonsuz olduğu anlamına gelir. Bu özsel olarak ussal olan insanın saltık değeridir ve o zaman insanın bu değeri kazanması, kendini gerçek kendisi yapma uğruna varolması gerekir. Platonik nesnel İdealizmin sıradan düşünce tarafından öylesine büyük tepki ile karşılanması sonluluğu değersizlik olarak ve sonlu insanı sonsuzluğa yetenekli olarak görmesinde yatar.

 
 


Platon insanı evrensel karakterinde görmeyi, bilmeninin insanı insan yapan özsel belirlenim, insanın onu tüm varoluşun ereği yapan gerçek değeri olduğunu görmedi. İdeanın nesnel olduğu gibi öznel de olmasına, insansal Nousun tanrısal İdeayı bilme yeteneğinde olmasına karşın, Platon'da ve Aristoteles'te henüz evrensel insanlık kavramı bulunmaz. Buna göre bilgi yalnızca felsefecilerin bir yetkinliği ve üstünlüğü olarak görülür. İnsanlığın evrensel olarak özgürlüğe, bilgiye ve güzelliğe yetenekli olduğu çıkarsaması yapılmaz. Helenik bireysel ve toplumsal bilincin yalnızca tinin tarihsel bir şekli olduğu, insalığın bütününün saltık entellektüel, törel ve estetik gelişime yetenekli olduğu çıkarsaması yapılmaz. Platon İdeanın bütün bir Tarihin kendisinin reel çıkarsaması olan ideal insan varoluşunun kendisini imlediğini düşünmez.

Platonik İdea salt insanın dışında ve insan için erişilmesi olanaksız yüksek bir soyutlama değil ama insana içkin ussallıktır. Güzel, İyi ve Gerçek olarak Platonik İdea yalnızca insan usunun nesnesi değil ama insanın kendi varoluşunun özüdür. İnsanın saltık İdeayı bilmesi saltık İdeanın kendisi olmasıdır.

İdeanın bu kurgul karakterinden ötürü, insan düşüncesi dünya ile karşıtlık içinde duran ve ondan aşılmaz bir uçurum ile ayrılmış tek-yanlı öznellik değildir. Düşüncenin bu özsel sonsuzluğu, karşıtında kendi kendisi ile olması kavrandığı zaman, Platonik İdea gerçek felsefenin ve bilimin öğesi olur.

İdea Biçim olduğu denli de İçeriğin kendisidir. İdeal reel de olmadığı düzeye dek yalnızca bir anlak soyutlaması, yalnızca sıradan bilincin öznelliğidir. Realite de benzer olarak İdealitesiz tasarlandığında yalnızca tek-yanlı bir anlak soyutlaması, yalnızca pozitivizmin soyut, biçimsiz, kavramsız olgusudur. Platonik İdea nesnelliği ile tüm doğal ve tinsel evrenin ussal bir örgütlenme olduğunu düşündürürken, öte yanda öznelliği ile bilincin bu aynı içeriğin ussallığına denk bir biçimsellik olduğu vargısına götürür. İdea nesnelliğin olduğu gibi bilincin de öğesidir.

 
 
idea

Platon'da ön-Sokratikler durumunda olduğu gibi düşünce kendini salt tekil bir kıpı ile, belli bir 'arke' ile uyum içinde açındırmaya çabalamaz, herşey evrensel köken olarak herhangi bir tekil belirlenime indirgenmez. Platon'da tekil olanın çevresine sarılan bir yapı yerine, bütünün kendisi ile bir olan bir dizge ortaya çıkar. Dizgede her bir kıpının kendisi ilkedir, çünkü her bir kıpı dizgenin bütünü için tüm başkaları ile eşit ölçüde zorunlu bir bileşendir. Dizgesel Usun belirli bir temel ilkesi gibi birşey söz konusu değildir, çünkü her biri kendinde bütündür, her biri zorunlu bileşenlerden birinin yokluğu dizgenin kendisinin yokluğudur.

İlke İdeadır, ve İdea bütünün özeti, toplamı, tüm içeriğin kendisi ile bir olan biçimdir.

İdea ayrıca yalnızca tekil şeyin evrensel ideal modeli değil ama tekil şeyin reel varoluşudur. Biçim olduğu denli de içerik, öznel olduğu denli de nesneldir, ve böyle olarak ussal bütünüdür. Düşünce bu kendi gerçek, özgür, ussal öğesinde salt kendi diyalektiğinin gücüyle tam açınımına ulaşmaya çabalar. Bu us, Platon'un usu aynı zamanda kendi tarihsel koşulları ile sınırlı bir us biçimi, ve kendi sınırlamalarını ne olursa olsun bütünüyle yenmesi olanaksız tikel bir bireyin usudur. Felsefenin Tarihi bir yandan bu tarihsel sınırlanmışlık ile, öte yandan bireysel özgünlüklerden kaynaklanan gereksizlikler ile çarpışmanın tarihidir.

 
 

  • Atina, Akropolis, Parthenon ve Ek Yapılar

YAŞAM

Platon İÖ 428'de Atina'da doğdu (87'nci Olimpiyatın üçüncü yılı ve Perikles'in ölüm yılı). Çocukluğu Peloponez savaşlarının yıkım getirici yılları ile çakışır. Sokrates'ten kırk yıl kadar gençti. Babası Ariston soy çizgisini Kadrus yoluyla tanrı Poseidon''a dek dayandırır. Annesi Periktione Solon'un soyundan geliyor ve böylece soy çizgisi İÖ 644 yılının arkhonu olan Dropides'e dek ulaşıyordu. Annesinin erkek kardeşi İÖ 404-3 tarihlerinde Atina'yı yöneten oligarşlardan biri olan ünlü ateist şair Kritias idi. Bir başka amcası, Kharmides de aynı otuzlara aitti. Annesi ikinci evliliğini Perikles'in ünlü bir destekleyicisi olan amcası Prilampes ile yaptı ve Platon başlıca onun evinde yetiştirildi. Platon Atina'yı İÖ 404-403 döneminde işgal eden Spartalılara karşı savaşa katıldı (büyük olasılıkla süvari birliğinde). Gene de ailesinin demokrasi karşıtı politikası Platon'un da gücünü ve nüfuzunu yitirmesine yol açtı. Sokrates'in ona en büyük bağlılığı duyan izleyicilerinden biri idi ve öğretmeninin demokratlar tarafından idam edilmesi halk-yönetimi konusundaki son iyimser görüşlerini de yok etti. Platon'un felsefesinde, aslında genel olarak antikçağ felsefesinde insan olarak insanın eğitime yetenekli olduğu, insanların özsel olarak özgür, eşit ve kardeş oldukları kavramı bulunmaz. Bu kavram kısa bir süre sonra Stoacılarda kendini gösterecekti. Buna göre insanın eğitilebilirliği ve eksiksizleşebilirliği gibi bir kavram ile ilgilenmeyen Platon politikayı halka ve onun kendine uygun politikacılarına bıraktı. Filozoflar kral ya da krallar filozof oluncaya dek dünyada işlerin yoluna girmeyeceğine inanarak Atina'yı terketti.

Platon bir Atinalıya yaraşır görülen tüm sanatlarda Sofistlerin en saygınları tarafından eğitildi. Ailede kendisine Aristokles denirdi. 'Platon' adını ona daha sonra öğretmeni taktı. Bu adı kimilerine göre alnının genişliğinden ötürü, başkalarına göre konuşmasının güç ve genişliğinden ötürü, ve daha başkalarına göre ise yapısının güzelliğinden ötürü aldı.

Gençliğinde şiir ve trajediler yazdı ve şarkılar besteledi. Bunların bir bölümü bugüne dek ulaşmıştır. En iyi arkadaşlarından biri olan Aster için yazdığı dizeler şöyledir:

Yıldızlara bakarsın, Aster'im,
Ah! Keşke Gökyüzü olaydım,
Sana bakmak için öylesine çok gözü olan.

Gençliğinde kendini politikaya verme niyetindeydi. Yirmisinde babası tarafından Sokrates'e getirildi ve onunla sekiz yıl süren yakın dostluğu oldu. Anlatıldığına göre Sokrates önceki gece düşünde dizlerinde yavru bir kuğunun oturduğunu görür. Kuğunun kanatları çabucak gelişir ve sonra göğe uçarak şarkıların en tatlılarını söyler. Anlatılan bu tür öyküler ile hem çağdaşları hem de daha sonra gelen kuşaklar Platon'un dingin vakarını, aşırı yalınlık ve sevimlilik ile birleştirdiği soyluluğu ve ağırbaşlılığı dile getirirler.

Platon yalnızca Sokrates ve onun çevresindeki insanların bilgeliği ile yetinmedi. Daha önceki felsefecileri de inceledi. Aristoteles (Met. I. 6) Platon'un Sokrates ile tanışmadan önce Kratilus ile birlikte olduğunu ve Herakleitos'un öğretilerini bildiğini söyler. Eleatikleri, özellikle Pisagorcuları incelemiş ve en ünlü Sofistler ile birlikte olmuştur. Felsefe ile böyle yakından bir ilişki politika ve şiire ilgisinin yitişine götürdü ve onları bütünüyle bıraktı, kendini felsefeye ve bilimsel çalışmalara verdi. Sokrates gibi, o da bir Atina yurttaşı olarak askerlik görevini yerine getirdi ve üç sefere katıldığı söylenir.

Sokrates'in ölümünden sonra o da Sokratik dostları ile birlikte Atina'dan ayrılarak Megara'da Euklides'in yanına gitti. Çok geçmeden Megara'dan Afrika'da Kirene'ye gitti ve orada ünlü matematikçi Theodorus'un yanında dikkatini özellikle matematiğe çevirdi. Kendisi matematikte büyük yetkinlik kazandı.

Kirene'den sonra Mısır ve İtalya'ya gitti. İtalya'da günün ünlü Pisagorcuları ile, ünlü matematikçi Tarentum'lu Arkitas ile ve ayrıca Filolaus ve başkaları ile tanıştı. Ayrıca eski Pisagorcuların yazılarını yüksek bir ederle satın aldı. Sicilya'da Dion ile dostluk kurdu.

 
 
  • Akademi
AKADEMİ

Atina'ya dönünce orada Akademi adı verilen bir meyva korusunda kendi felsefe okulunu açtı ve öğrencilerine dersler verdi. Burası kahraman Akademus'un onuruna ayrılmıştı, ama yerin eski kahraman ile bağıntısı zamanla bütünüyle ortadan kalktı ve adın eski anlamı unutuldu. Platon Akademinin asıl kahramanı idi.

Atina'nın 6 stadia (1 km) kadar dışında bulunan Akademi Hipparkhüs tarafından yaptırılan bir duvar ile çevriliydi.Yontular ve tapınaklar ile süslüydü, zeytin ve çınar ağaçları dikiliydi ve Kephios ırmağı tarafından sulanıyordu. Atina masallarına göre Akademideki zeytin ağaçları Erektheum'dan alınan kutsal zeytin ağaçlarından yetiştirilmişti ve Tüm-Atina şenliğinde utku kazanan atletlere ödül olarak verilen zeytinyağı onlardan elde ediliyordu. Akademi Atina'nın Sulla tarafından kuşatılması sırasında büyük zarar gördü ve ağaçlarının pek çoğu savaş araçları için kereste yapılmak üzere kesildi. Platon okulunu buradaki bir bahçede açtı.

 
 
  • Antik Siraküze
SİRAKÜZE DENEYİ

Platon'un Atina'daki yaşamı Siraküze ve Sicilya'nın egemeni olan genç Dionisios'un sarayına gitmek üzere Sicilya'ya yaptığı yolculuklar tarafından iki kez kesintiye uğratıldı. Dionisios'un en yakın akrabası olan Dion ve daha başka saygın Siraküzeliler Platon'dan egemen Dionisios'un bir felsefeci olarak yetiştirilmesi düşüncesi geliştirilmişti. Babası tarafından hemen hemen bütünüyle eğitimsiz bırakılan Dionisios'a dostları tarafından Felsefe için belli bir ilgi ve saygı aşılanmıştı ve genç adam Platon ile tanışma isteği duyuyordu. Platon ile tanışıklığından büyük yararlar sağlayacağı ve Platon'un bir felsefeci-kral tarafından yönetilen gerçek bir devlet kurma düşüncesini Sicilya'da yaşama geçireceği umuluyordu.

Genç bir prensin yanıbaşında onu esinlendirecek ve bilgilendirecek bilge bir insanın bulunması ilk bakışta eşsiz bir düşünce gibi görünür. Dionisios başlangıçta Platon'dan çok etkilendi. Ama bu uzun sürmedi. Dionsios'un onu kendisine yol gösterecek birine gereksinim duymaya götüren aynı yetersizliği tasarların yaşama geçirilmesini de engelleyen neden oldu. Platon ile arasındaki anlaşmazlık kişiseldi. Prens belli nedenlerle Dion ile çatışınca Platon da Dion ile dostluğundan ötürü olaya karışmak zorunda kaldı. Sonunda Platon Sicilya'dan ayrıldı.

Ama ilk ayrılıktan sonra ikisi de yeniden biraya gelme isteğini yenemedi. Dionisios Platon'u onunla anlaşmak için yeniden çağırdı. Ploton sonunda yalnızca ailesinin ve Dion'un değil ama Arkitas ve Tarentumlu daha başka Pisagorcuların da yineleyen dileklerine boyun eğerek bir kez daha Sicilya'ya yola çıktı. Bu sonuncular Platon'un dönüş özgürlüğü konusunda kendisine güvence de verdiler. Ama Dionisios Platon'un varlığını da yokluğu gibi dayanılmaz buldu. Platon'un da etkisi ile kendisinde bilim için bir saygı uyanmış olsa da, hiçbir zaman sığlığın ötesine geçmeyi başaramadı. Felsefeye ilgisi tıpkı şiire ilgisi gibi yüzeyseldi. Herşey olmak istiyordu: Felsefeci, şair ve devlet adamı. Ama başkalarına güvenmeyi başaramıyordu. Böylece Platon ve Dionisios arasında hiçbir yakın bağ gelişmedi. Sicilya'ya üçüncü yolculuk başarısızlık ile sonuçlandı ve bu kez de bir yakınlık kurulamadı. Dahası, Dionisios'un Dion ile ilişkisi öylesine bozulmuştu ki, bu nedenle Platon Sicilya'dan ayrılmak istediğinde Dionisios gidişini engelledi. Sonunda Tarentumlu Pisagorcular Platon'un yardımına koştular, Platon'u Dionisios'tan geri istediler ve güvenlik içinde Yunanistan'a geri dönmesini sağladılar.

Böylece Platon'un umutları kırıldı.

Platon daha sonra Kirenelilerin ve Arkadyalıların devletleri için yasamada bulunması istemlerini geri çevirdi. Yasalar bir bireyin, bir felsefecinin ideallerine göre değil ama ulusun tinsel gelişim düzeyinin kendisi tarafından belirlenir. Platon'un ideal kent-devleti görüşü tinin o zamanlar ulaştığı belirlenimin açıkça ve bütünüyle dışına düşüyordu. Bir bireyin düşüncesi tarihsel süreç karşısında hiçbirşeydir. Anayasaları bireyler değil ama ulusların tarihte gelişen ve belirlenen tinleri yapar. Bireyler anasayaları yaptıkları zaman, bu onların değil ama evrensel tinin ürününden başka birşey değildir. Solon ve Likurgus yasamacılar idiler, ve zamanın tininin istemlerine anlatım vermeyi başardıkları ölçüde başarılı oldular.

Platon 108'inci Olimpiyatın ilk yılına (İÖ 348) dek yaşadı. Doğum gününde, seksen bir yaşında, bir düğün ziyafetinde öldü.

 
 


DİYALOGLAR

Platon'un felsefesi bize elimizde bulunan yazıları ile ulaştı. Hegel bunların "yazgının bizim için sakladığı en güzel armağanlardan biri" olarak görür. Ama felsefesi onlarda dizgesel biçimde bulunmaz ve onu bu yazılardan yeniden kurmak güçtür. Bu nedenle felsefesi değişik zamanlarda değişik biçimlerde anlaşılmış, sayısız yorumcu onlarda kendi görüşlerini okumuştur.

Gene de bu yazılar dizgeseldir ve ancak ve ancak kurgul bakış açımız bize bu dizgenin içeriğini ve gerçek değerini anlama olanağını verecektir. Felsefenin onun zamanında erişemeyeceklerini ondan türetmek geçersiz ve bu nedenle onların gelişim düzeyinde kalmayı istemek anlamsızdır. Platon'un ilerisinde durmalıyız. Ama kurgul düşüncenin ne olduğunu, değerini ve gücünü anlamak için hiç kuşkusuz Platon'a dönmeliyiz.

Elimizde Platon'un yalnızca yazılı diyalogları vardır. Ama diyalog biçimi kurgul içeriği bütünüyle dışsal öğeler ile birlikte ele almak zorundadır. Bu durum Platon'da neyin dizgesel olduğunu saptamayı kolaylaştırmaz. Buna ek olarak diyaloglarda konuşan Platon'un kendisi değidir. Sokrates ve daha başka pekçok konuşmacı diyaloglarda yazarın kendi düşüncelerini hangisinin ileri sürdüğü belirtilmeksizin yer alır. Bu nedenle Platon'a ve başkalarına ait olanları ayırdetmek, hangi düşüncelerin Platon'un düşünceleri ile uyum içinde olduğunu saptamak gerekir. Genel olarak, Platon kendisini önceleyen felsefecilerin düşüncelerinde kurgul olan herşeyi daha bütünsel ve daha yüksek bir biçim olan kendi dizesinde yeniden toparlar.

Platonik felsefenin biçimi diyalogdur. Bu biçimin tüm güzelliğine karşın, felsefe orada kendine özgü açılım ortamını bulamaz. Bu biçim Platon'a özgüdür ve bir sanat yapıtı olarak değerini kabul etmeliyiz. Sahne ve kişiler dışsal yana aittir. Fedrus'ta Sokrates ve Fedrus İlissus ırmağının temiz sularının yanındaki çınar ağaçları altında konuşurlar. Başkalarında Akademi'ye ya da bir şölene götürülürüz. Ama bunların hiç birinde Platon kendini ortaya koymaz. Bunlarda en iyi eğitimli bireylerin uygar tavırları okuyucuyu sırada yaşamın griliğinin üzerine yükseltir: Diyalogların her biri birer incelik dersidir. Her konuşmacıya tam özgürlük verilir, karaktere olduğu gibi görüşlere de saygı duyulur ve bunların anlatımına hiçbir sınır getirilmez. Diyalog öznel-kişisel tartışma değil, ama karşıt görüşü dile getirenin de düşünen bir insan olduğunu önceden kabul eden bir uslamlamalar açılımıdır. İnakçılık, dikkafalılık, saldırganlık bütününde uzaklaştırılır.

Diyaloglara tüm çekiciliğini veren etmen konuşmacılardaki ussal açıklık ve duruluktur. Diyalog söyleşi değildir. Aslında yer yer görülen söyleşiler bile diyaloğun başlangıç noktası olarak bütüne bağlanır, öznelliklerini yitirir ve problemin dizgesel açımına katılırlar. Sorgulama başladığında soruların çoğu yalnızca bir Evet ya da Hayır ile yanıtlanacak bir yolda kurulur. Diyalog karşılıklı görüş bildirimi olmaktan çıkar ve sorgulanan kişiye genellikle söyleyecek çok az şey kalır, söylem açıkça kurgul uslamlamaya yükselir.

 
Aziz Yardımlı / İdea Yayınevi 2014