İdea Yayınevi / Ön-Sokratikler / Aziz Yardımlı
site haritası  
 
 
Empedokles
 

Bir ziyafetten sonra arkadaşları ile birlikte Etna üzerinde bulunduğu ve birden oradakilerin hiç biri tarafından görülmez olduğu söylenir. Kendini Etna'ya atarak insanlığın gözü önünden çekildi. Gerçekten ölmediğini, ama tanrılar arasına kabul edildiğini göstermek istiyordu.

 

Sarı Akragas üzerinde yaşayan ve
İşlerin en iyileri ile uğraşan dostlar, selamlarım sizlere!
Bundan böyle ölümlü bir insan değil ama ölümsüz bir tanrıyım sizler için.
Görmez misiniz, nereye gitsem herkes onurlandırır beni,
Başım sarılır çiçeklerden taçlarla çepeçevre.
Ve böyle süslenip gösteririm kendimi gönenç kentinde.
Erkekler ve kadınlar dua eder bana.
Ve izler adımlarımı binler Kutluluk yolunu kazanmak için benden.
Başkaları peygamberlik beklerken, daha başkaları ise
Yakarır hastalıklarını iyileştirecek sözler için.
Ama nedir bu benim için — sanki birşeymiş gibi
Sanat ile sayısız yozlaşmışı yenmek.

 

Doğa Üzerine şiiri Evrenin ateş, hava, su ve toprak gibi dört yok edilemez öğeden oluştuğunu, bunların karşıt Sevgi ve Nefret ilkelerinin etkisi altında karıştığını ve ayrıldığını öğretir. Dört Öğeler kuramı Eleatik okulun monistik öğretisi karşısında bir yenilikti. Oluş yadsınıyor, ama Çokluk ve Devim konutlanıyordu. Uzay bir Plenum olarak doğrulanıyor, Vakum yadsınıyor, ve buna karşın Devim olanaklı görülüyordu.

 
 

Kendinde Empedokles'i anlayabilir miyiz? Felsefeci idi. Devlet adamı idi. Şairdi. Doktordu. Ve bir de — evet, Tanrı idi. Böyle bir bilinç olanaklı mıdır? Us kendini aldatabilir mi? Hiç kuşkusuz Empedokles ne olduğunu biliyordu. Ama halkın gözünde bir Tanrı olarak görünmeyi kabul etmede duraksamadı. Giderek izleyicilerini tanrısallığına inandırmak için kendini Etna yanardağının kraterine atmaktan bile çekinmemiş görünür. Yalnızca ölümlü, mitolojik bir Tanrı idi. Empedokles Logosu kavrayamadı. Herakleitos'ta gördüğümüz o ussallık, o kavramsal düşünce derinliği onda eksiktir. Felsefesi bu nedenle ağırbaşlılığını yitirir ve boşinanca, büyüye açılır.

 
 
YAŞAM

Empedokles yaklaşık İÖ 490 yılında Sicilya'da Akragas'ta (Latin: Agrigentum) doğdu ve yaklaşık 430 yılında öldü (Aristoteles'e göre öldüğünde altmış yaşındaydı.) Anaxagoras’tan (d. İÖ 500) daha genç olduğu söylenir (Aristoteles, Theofrastus). Parmenides’ten 20-25 yaş kadar gençtir. Melissos’tan önce yazmıştır. Protagoras ile, ayrıca Perikles ve Sofokles, Sokrates ve Euripides ile çağdaştı. Çocukluğu sırasında Himera’da Siraküze Kartaca’yı yendi ve Salamis savaşı yer aldı. Yaşamında zamanı kesin olarak bilinen biricik olgu gezileri sırasında İÖ 444/3'te kuruluşundan kısa bir süre sonra (445) Thouriori'ye gitmiş olmasıdır. Buna göre Atina'nın Perikles dönemi ile çağdaştı, ve Thourioi'de Heredotos ve Protagoras ile karşılaşmış olmalıdır. Thouriori'den Peloponez'e geçti ve İÖ 440 yılında Olimpia'da bulundu. O yıl Olimpiyat oyunlarında onun şarkıları söylendi.

Onu diluzluğunun yaratıcısı olarak gören Aristoteles'e göre, (Met. I, 3) "Empedokles yaşta Anaxagoras'tan sonra gelmesine karşın, çalışmaları daha öncedir." Diogenes Laertius'a göre, Empedokles tıpkı Pisagoras gibi bir tür büyücü idi.

Yaşamı sırasında büyük saygı gördü ve ölümünden sonra doğduğu kentte yurttaşları onun anısına bir yontusunu diktiler. Herakleitos'un tersine toplumdan ayrı yaşamadı. Parmenides'in Elea için yaptığı gibi, Empedokles de Akragas'ın politik yaşamına katıldı ve etkisi büyüktü. Kentin varsıl bir yurttaşı olan babası Meton'un ölümünden sonra Akragas'ın egemeni oldu ve kente özgür bir anayasa ve tüm yurttaşlar için eşit haklar getirdi. Devlet sonunda öylesine büyüdü ki, Empedokles'in kendisi birçok kraliyet görevini üstlenmek zorunda kaldı. Empedokles kimi yurttaşların yönetimi ele geçirme girişimlerini boşa çıkarmayı başardı, ve artan ünü sonucunda yurttaşları onu taçlandırmayı önerdikleri zaman bunu geri çevirerek aralarında saygın bir yurttaş olarak yaşamayı yeğledi.

 
 

Yaşarken ünlü olduğu için, sıradan bir ölümle ölmeyi istemediği söylenir. Ölümlü bir insan olmadığını, yalnızca gözden yittiğini göstermek istedi. Söylendiğine göre, bir ziyafetten sonra ya birden ortadan yitti, ya da arkadaşları ile birlikte Etna üzerindeyken birden hiç biri tarafından görülmez oldu. Gerçekten ölmemiş, ama yalnızca tanrıların arasına alınmış olduğunun düşünülmesini istiyordu. Ama başına gelenin ne olduğu pirinç sandaletlerinden birinin Etna tarafından fırlatılmasıyla anlaşıldı.

Mor bir kaftan ve bronz ayakkabılar giyer, Delfi tacı ve altın kemer takar, ve gençlerin eşliğinde heybetle yürürdü. Kendi anlatımına göre (Fr. 112.9-10) erkekler ve kadınlar ondan “her tür hastalıği iyileştirecek sözü işitmek” istiyorlardı ve (111.1) öğrencilerine “hastalıklar ve yaşlılık için varolan tüm ilaçların” bilgisini ileteceği sözünü verdi. Sonraki yazarlar ondan Sicilya tıp okulunun kurucusu olarak söz eder. Büyü ve tıp henüz birbirinden ayrılmış olmasa da, Empedokles’in anatomi ve fizyolojinin gelişimine önemli katkıları oldu.

Öğrencilerine verdiği sözler arasında ölüleri diriltme, rüzgarları denetleme ve yağmuru yağdırma ve durdurma güçleri gibi şeyler de vardı. Ama bir nehrin yatağını değiştirerek bir veba salgınını önledi, ve olgu o zamandan kalma paralar tarafından doğrulanır. Ayrıca bir keresinde rüzgarı fiziksel yöntemlerle durdurarak ekinleri kurtardığı Plutark tarafından anlatılır.

 
 

YAPITLAR

Empedokles'in yazılarının belli bölümlerinin Orfik dizelere öykündüğü kabul edilir ve görünürde dinsel etkinliği bu dinsel bölüngü ile uyum içinde idi. Tüm ön-Sokratikler arasında Empedokles'ten kalan yazıların kütlesi başka herhangi birinden kalanlardan daha büyüktür. Diogenes'e ve İskenderiye kütüphanecilerine (Souidas) göre yaklaşık 2000 dizelik Doğa Üzerine (Peri Fuseos) şiirinden 300 kadar ve yaklaşık 3000 dizelik Arınmalar'ından (Katharmoi) 100 kadar dize saklanmıştır. 

Empedokles de yazılarını okuduğu Xenofanes ve Parmenides gibi dizgesini şiirsel biçemde sundu. Doğa Üzerine çalışması doğal dünyayı bilimsel ve ussal temellerinde açıklamak için bir girişimdir. Arınmalar amacında ve içeriğinde dinseldir. Kendi yanlışlıkları nedeniyle kutlular alanından sürülen ve dünyasal yaşamın her tür biçimini üstlenerek bir yeniden-bedenselleşmeler dizisi içinden geçmeye mahkum edilen tinin yolculuğunu anlatır. İki yapıt kendi arasında tutarsızlıklar gösterir ve bu nedenle Arınmalar Empedokles'in yaşamının (büyüsel ve yarı-büyüsel güçleri olduğunu düşündüğü) gençlik ve Doğa Üzerine ise (sürgünde geçirdiği düşünülen) olgunluk dönemine yüklenir. Doğa Üzerine çalışması Diels’e göre “bütünüyle özdekçi ve tanrıtanımazcı”dır. Ama Diels sırayı değiştirir ve Arınmalar’ın olgunluk dönemi yapıtı olduğunu düşünür. Kranz'a göre Doğa Üzerine “kendi içinde gençliğin ateşini taşır.”

 
 

DÖRT ÖĞE

Empedokles'in Pisagorcuları öğrencileri olarak alması ve onlarla birlikte olması zaman zaman kendisinin bir Pisagorcu olarak görülmesine neden olmuştur. Ama Pisagorculuğu bundan daha ileri gitmez ve bir özdeksel öğeler çokluğnu ilkeler olarak alan felsefesi Sayıyı ilke alan Pisagoras'ın felsefesine bir benzerlik göstermez. (Pisagorcu çözümlemede bir benzerlik: Kemik 2 parça toprak, 2 parça su, ve 4 parça ateşe ayrışır.) Diogenes Laertius'a göre Zenon'un bir öğrencisi olarak da kabul edilir. Düşüncesi üzerinde Parmenides'in etkisi güçlüdür.

Arke olarak tek bir ilke konutlayan İyonyalılardan ayrı olarak, dört temel fiziksel öğe konutladı ve herşeyin bunlardan oluştuğunu ileri sürdü. Bu usun bir çıkarsaması değil, ama anlağın bir önesürümüdür, kurgul değil ama bireşimlidir. Bu dört öğeye ek olarak konutladığı Sevgi (filia) ve Çekişme (neikos) birleşme ve ayrılma etmenleridir.

(Modern kimyasal öğelerden ayrı olarak, Empodekles'in öğeleri birer arke, daha öte ayrıştırılamayan, dolaysız Varlıklardır. Mendel'in öğeleri salt eğretileme olarak öğelerdir, çünkü öğe yapı taşıdır ve yapı taşının yapı taşı olmamalıdır. Kimyasal öğeler özdek olarak özdek değil, ama belirli özdeklerdir.)

Düşüncesinin başlıca özgünlüğü bu dört öğenin türlülüğünü izleyen bireşimcilikte yatar. Kurgul birlikte öğeler ya da momentler kendi başlarına varolamayan karşıtlardır. Bireşim ya da Senteze katılan öğeler ise birliğin dışında da varolabilir, ve buna göre ateşin kendisi ateş, suyun kendisi su olarak sürer, karşıtlar olarak birbirlerini belirlemezler, ve bu nedenle sentezin kendisi zorunlu değil ama yalnızca olanaklıdır. Herakleitos'un Varlık ve Yokluk arasında ileri sürdüğü birlik bu ayrı öğelerin o denli de bir ve aynı şey oldukları, birbirlerinden ayırılmalarının olanaklı olmadığıdır. Herakleitos’un içkin kurgul birliğinden ayrı olarak, Empedokles’in sentezi dışsaldır.

Empedokles'in öğelerini duyusal şeyler olmaktan çok evrenseller olarak görebiliriz, çünkü duyusal olarak dört öğeden daha çoğu vardır.

Aristoteles, Metafizik, I, 3 ve 8:

“Her biri sırasıyla herşeyin kendisinden türediği ilke olarak görülen Ateş, Hava ve Su gibi üç öğeye Empedokles dördüncü cisimsel öğe olarak Toprağı ekledi ve bunların her zaman aynı kaldıklarını, hiçbir zaman oluşmadıklarını ama bire birleşerek ya da birden ayrılarak daha çok ya da daha az olma sürecine girdiklerini söyledi.”

Metafizik, I, 3:

“Dahası, dört özdeksel öğeden söz eden de ilk o oldu; gene de onları dört olarak değil ama yalnızca iki olarak kullandı, Ateşi bir yanda kendi başına, ve ona karşıt olan öğeleri — Toprak, Hava ve Su — öte yanda tek bir doğa olarak aldı. Bu yazılarının bir incelemesinden anlaşılabilir.”

Metafizik, II. 4:

“Toprak ile toprağı, su ile suyu görürüz,
Hava ile göksel hava, ateş ile ilksiz-sonsuz ateş,
Sevgi ile sevgi, ve çekişme ile üzücü çekişme görülür.”

 
 

PARMENİDES'İN ETKİSİ

Empedokles eklektik bir yolda Parmenides'i izleyerek bir Doğanın varlığını kabul etmedi:

(Fr. 8) “Doğa diye birşey yoktur, yalnızca bir bileşim ve bileşmiş olanın ayrışması vardır. Buna yalnızca insanlar tarafından Doğa denir.”

Empedokles’in Doğanın varoluşunu yadsıması raslantısal değil ama Parmenides’te olduğu gibi görüngünün salt bir sanı üretmesi olgusuna bağlıdır. Bütünsel bir şeyi oluşturan parçalar temel öğeler oldukları için, ve bu dört öğenin dışında hiçbir varlık olmadığı için, o şeyin bu anlamda doğası ya da özü diyebileceğimiz bir yalınlık, bir tür, bir evrensel de yoktur. Evrensel ya da tür onu oluşturan öğeleri ideal kıpılar olarak kapsar. Ama Empedokles’in ilkeleri ve uslamlamaları böyle bir eytişime izin vermez, çünkü ilkeler salt ilkeler oldukları için ortadan kalkmaz, değişmez, dönüşmez. Dahası, bu evrensel o şeyin gerçekleştirmesi gereken ereği olduğu için, bir ereksellik de yoktur. Parmenides Doğrulanır: Varlık Varlıktır ve Yokluk Değildir.

(Fr. 11 ve 12) Aptallar—çünkü uzak-erimli düşüncelerden yoksundurlar, ve daha önce olmayanın varlığa gelebileceğini ya da herhangi birşeyin ölüp bütünüyle yokolabileceğini düşünürler. Çünkü birşeyin hiçbir biçimde var olmayandan gelebilmesini sağlayan hiçbir araç yoktur, ve var olanın yitip gitmesi ne sağlanabilir ne de işitilebilir. Ona nerede inanılırsa inanılsın, her zaman olacaktır.

Parmenides Doğrulanır: Varlık Plenumdur.

(Fr. 17.32 vs.) Ama bu ‘Tüm’ü ne arttırabilir? Nereden gelebilir? Ve yine hiçbirşey bu şeylerden ‘boş’ olmadığına göre, nasıl yokolabilir? 

(Fr. 13) ‘Tüm’ün herhangi bir parçası boş değildir ve ne de taşar.

(Fr. 14) ‘Tüm’lerden hiç biri boş değildir; o zaman herhangi birşey ona nereden girebilir?

Parmenides Yadsınır: Varlık Çoktur Ve Devim Vardır  Varlık Doluluktur. Boşluğu doğrulamak Yokluğu doğrulamaktır. Ama Varlık Bir değildir, ve dolayısıyla devimsiz değildir.

(Fr. 8) Sana başka birşey söyleyeceğim: Doğa diye birşey yoktur, yalnızca bir bileşim ve bileşmiş olanın ayrışması vardır. Buna yalnızca insanlar tarafından Doğa denir.

 
 

BİLGİ SINIRLI MIDIR?

Empedokles “Söylemimin aldatıcı olmayan düzenine kulak verin” diye başlar—Parmenides’i (8.52) yankılayan bir tonda. Fr. 2 şöyledir:

(Fr. 2) Beden üzerine yayılan yetiler dardır, ve birçok sefil engel vardır ki, düşünceyi köreltirler. Yaşamın ancak küçük bir parçasını gördükten sonra, ölümde atik insanlar bir duman gibi uçup giderler. Yalnızca tek bir şeye, her birinin her bir yönde sürüklenirken rasladıkları şeye inanırlar. O zaman kim bütünü bulduğunu ileri sürebilir? İnsanlar tarafından görülüp işitilen ya da anlıkları tarafından kavranan şeyler çok azdır. Öyleyse, buraya geldiğine göre, ölümlü kavrayışın ulaşabileceğinden daha çoğunu öğrenmeyeceksin.

Burada insan bilgisine bir sınırının imlediği açıktır. Ama duyuların güvenilirlik dereceleri üzerine şunlar söylenir.

(Fr. 3.9) Gel şimdi, tüm yetilerin ile her bir şeyin nasıl duru olduğunu gözle, ne işitme ile karşılaştırıldığında görmeye daha büyük bir güven duy, ne de gürültülü işitmeyi dilin tadarak açığa çıkardığının üzerinde say, ne de hangi yolda olursa olsun anlamaya götüren bir kanal olduğunda başka herhangi bir örgene güvensizlik göster. Tersine, her bir şeyi nasıl duru ise o yolda kavra.

Aşağıdaki fragmanda daha çoğunu bildiklerini düşünenlere saldırır ve us iş başında olduğu sürece duyuların güvenilir olduğunu belirtir (Sextus Emp., Matematikçilere Karşı, VII 122-125):

(Fr. 133) Ama, Ey Tanrılar, bu insanların deliliğini benim dilimden döndürün, ve kutsal ağızlardan ortaya arı bir kaynak çıkarın. Ve sen, uzun-bellekli Müz, beyaz-kollu genç kız, senden dileğim şu: İyi dizginlenen dindarlık arabasını sürerek, ölümlüler için işitmesi doğru olanı gönder bana. O seni ölümlülerden onur ve ün çiçekleri kabul etmeye zorlamayacak, yeter ki yüreklilikle kutsal olandan daha çoğunu söyle. Ve o zaman gerçekten de bilgeliğin doruğunda oturuyorsundur. Ama gel, her bir şeyin duru olduğu yolda her aygıtla gözle, ve ne görmeye işitmeden daha çok güven, ne de yankılayan işitmeyi dilin duruluklarının üzerinde say. Ama her bir şeyin duru olduğu yolda düşün.

Çünkü tanrısal olana — Akragaslı şairin dediği gibi — insanların gözleri ile yaklaşılamaz ya da elleri ile kavranamaz, ki bunlar aracılığıyla inanca giden en büyük yol insanların anlıklarına götürür. (Clement, Misc., V xii 81.2).

Ama inanç yeterli değildir: Gerçekliğin tanıtlanması gerekir.

(Fr. 4) Ama çok kötü olanların erkte iken hiçbir güvenleri yokken, sen ise, bizim Müzümüzün güvencesi ile, uslamlamayı göğsünde bir kez yoklar yoklamaz öğrenmelisin.

Öyle görünür ki, Empedokles’e göre

(Fr. 132) Ne mutlu, bir tanrısal düşünceler bolluğu kazananlara. Ama Tanrılara inançları karanlık olan ne sefildir.

 
 

DÖRT ÖĞE

(Fr. 6) İlkin tüm şeylerin dört kökünü dinle: Parlak Zeus, yaşam getiren Hera, Aidoneus ve Nestis (Su), ki gözyaşları ile ölümlüler için kaynaklar oluşturur.

[Aidoneus toprak olarak kabul edilir, ama Diogenes Laertius, Stobaeus ve Hyppolitus onu Hava ile özdeşleştirir. Ad “bölünemez” demektir. Kranz 1891’de Aidoneus’u Ateş ile özdeşleştirdi—Sicilya Volkan tanrıları ile ilişki içinde. Yaşam-getiren nitelemesi Toprağı (gaia) düşündürür. Hera ise Hava olarak alınır. Ama Hava da yaşam getirendir, vb.]

(Fr. 17.18) Ateş ve su ve toprak ve havanın bitimsiz yüksekliği.

Aristoteles Bir ile karşıtlık içinde Çokluğun varlığını konutlayan Empedokles’in dört özdeksel öğeden söz eden ilk düşünür olduğunu söyler. Ama beşinci yüzyıl kapanmadan önce dört özdeksel öğeden söz eden Pisagorcular da vardı, ve Empedokles’in kendisi ruhların göçü ve vejeteryanlık konusunda Pisagorculardan etkilenmiştir. Bu dört öğeden Empedokles “herşeyin kökleri” ve “ölümlü şeylerin kaynakları” olarak söz eder. Herakleitos da dört öğeden söz etmiştir. Ama dört öğe ilk kez Empedokles tarafından arkeler olarak kabul edilir. Hiç biri ötekine önsel değildir, ne de daha temel başka birşey vardır.

(Fr. 17.27 vs.) Tüm bunlar eşit ve eşzamanlıdır, ama her biri ayrı bir alanda egemendir ve her birinin kendi karakteri vardır.

Bu öğeler fizikseldir, kimyasal değil. Fiziksel öğeler ile karşıtlık içinde, kimyasal öğeler bölünebilir “modern atomlardan” oluşmalarından ötürü değişkendirler. (Simplikios öğelerin birbirlerine dönüşümünü kabul eder.)

 
 

KARIŞIM, PLENUM, DEVİM

(Fr. 71) Su, toprak, hava ve güneşin (ateş) karışımı yoluyla şimdi var olan tüm ölümlü şeylerin şekil ve renkleri nasıl ortaya çıktıkları, nasıl Afrodit tarafından birleştirildikleri ...

(Fr. 17.35) Öğeler 1) yaratılmamış ve yokedilemezdir; 2) nitel olarak değişmezler; 3) baştan sona türdeştirler.

Empedokles Parmenides’in Birini Dörte yükseltmiş ama Boş uzayın yokluğunu doğrulamıştır. O zaman: Doluluk ve Devim nasıl bağdaşır? Öğeler birbirlerinin yerini alabilirler. Nasıl? Biricik olanaklı yanıt şudur: Devinen nesnelerden sonuncusu ilkinin yerine girebilir. Bu dairesel burgaç devimidir, ve daha sonra boşluğu yadsıyan Descartes tarafından kullanılmıştır.

Devimin olanağı, öğelerin bölünebilirliği ile birlikte alındığında, Kozmoz için bir genesise, bir doğuş sürecine izin verir.

 
 

ÖĞELERİN BÖLÜNEBİLİRLİĞİ

(Fr. 22.1-2) Çünkü tüm bunlar—güneş, toprak, gök ve deniz—ölümlü şeylerde onlardan uzağa saçılmış olan kendi parçaları ile birdir.

Görünürdeki değişim yalnızca öğesel parçaların bir yeniden düzenlenişidir. Doğa, daha önce belirtildiği gibi, yoktur:

(Fr. 21.13-14) Yalnızca bu öğeler vardır, ama birbirleri içinden geçerek görünüşlerini değiştirirler.

(Fr. 23) Ressamlar söz verdikleri tabletleri süslerken, zanaatlarında becerikli ve hünerli olan bu insanlar ellerine değişik pigmentler alırlar, uygun bir düzenleme ile şundan daha çok ve bundan daha az karıştırarak onlardan tüm şeyleri andıran biçimler üretir, ağaçlar, erkekler, kadınlar, hayvanlar, kuşlar ve suda yaşayan balıklar, giderek uzun yaşamlı ve yüksek onurlu tanrılar bile yaratırlar. Buna göre öylesine açık görülen sayısız ölümlü şeyin tümünün başka herhangi bir kaynağı olduğu gibi bir yanlışlığın düşüncene boyun eğdirmesine izin verme. (Simpl., Fizik, 160)

Yunan ressamlar dört temel renk olarak aldıkları beyaz, siyah, sarı ve kırmızı ile çalışırlardı.

Empedokles özdeği sürekli değil ama parçalı olarak görüyordu. Aristoteles şöyle yazar (Doğuş ve Bozuluş, 334a26):

"Empedokles’i izleyenlere göre değişimin yolu nedir? Bu bir duvarı tuğla ve taşlardan oluşturma gibi birşey olmalıdır. Bunların ‘karışımları’ kendileri sürekli olan öğelerden oluşmalı, ama yan yana yatan küçük parçacıklardan bileşmiş olmalıdır. Et ve başka herşey bu yolda doğar."

Yüzyıllar sonra Galen şunları yazar

(DK, A43)  Empedokles de bizim ve yeryüzündeki tüm cisimlerin Hipokrates’in adlarını verdiği aynı öğelerden yapılmış olduğunu söyler. Gene de bunlar birbirleri ile tam olarak karışmamıştır, ama yan yana yatarlar ve küçük parçacıklar olarak birbirlerine değerler.

Bu öğeler en temelde yatarlar ve küçük parçacıkların öğelerin öğeleri olmaları anlamında kendilerinin daha öte bileşenleri yoktur. Öğelerin “birbirleri içinden geçmeleri” mikroskobik geçitler ya da gözenekler anlamına gelir (Arist., Doğuş ve Bozuluş, 324b30). Bu nokta duyum ile bağıntı içinde daha tam olarak geliştirilir. “Gözenekleri karşılıklı olarak bakışık tözler birbirine karışabilir” (Arist., Doğuş ve Bozuluş, 324b34). Theofrastrus Empedokles “karışımı gözeneklerin genel bakışımı yoluyla açıklar” der. Herşey sürekli olarak ince katmanlar ya da “akışlar/effluences” verir. Plutark (Qu. Nat. 916d, fr. 89) şöyle yazar:

"Ona Empedokles’in ışığında bak ve şunu algıla: ‘Varlığa gelen tüm şeylerden akışlar vardır.’ Yalnızca hayvanlardan ve bitkilerden, ya da karadan ve denizden değil, ama taşlardan, pirinç ve demirden sürekli ve bol bir akış vardır. Gerçekten de, herşeyin yok olmasına ve yitip gitmesine neden olan şey bu kesintisiz akış ve devimdir."

 
 

SEVGİ VE ÇEKİŞME

Anlaşılır şeyler Sevgi tarafından benzer kılınır. Algılanabilir şeyler Çatışma tarafından benzemez kılınır.

(Fr. 17) İki yanlı bir öykü anlatacağım. Belli bir zamanda Çoktan [Dört Öğe] yalnızca Bir olarak ve bir başka zamanda ise Birden Çok olarak ayrıştı. Ölümlü şeylerin doğuşu çift ve sona ermeleri çifttir. Bir tüm şeylerin biraraya gelmesi yoluyla doğar ve ölür, öteki ise yine onlar dağılırken beslenir ve sonra yiter. Böylece sürekli değişimlerine hiçbir zaman son vermezler, bir zaman Sevgi yoluyla tümü Birde biraraya toplanır, ve yine bir başka zaman her biri Çatışmanın nefreti yoluyla ayrılır. Böylece Çoktan Bir olmayı ve Bir ayrışırken yine Çoka dönmeyi öğrendikleri ölçüde, bu yolda ‘Oluş’ sürecine girerler ve kalıcı bir yaşamları yoktur. Ama hiçbir zaman sırayla biraraya gelmeye ve ayrılmaya son vermediklerinden, her zaman vardırlar, döngüsel yollarında sarsılmazlar.

Ama gel, söylemimi dinle, çünkü öğrenme bilgeliği arttırır. Daha önce söylemimin sınırlarını ortaya koyarken dediğim gibi, iki yanlı bir öykü anlatacağım. Belli bir zamanda Çoktan yalnızca Bir oldular, ve bir başka zamanda Birden Çok olarak ayrıştılar: Ateş ve Su ve Toprak ve Havanın bitimsiz yüksekliği, ve bunlardan ayrı ve her bakımdan eşit ilençli Çatışma, ve aralarında uzunlukta ve genişlikte eşit Sevgi. Onu düşüncen ile görmeli, şaşkın bakışlarla oturup kalmamalısın. Ölümlülerin örgenlerinde yerleştiği kabul edilen odur ki, onunla hoş düşünceler düşünür ve birleştirici işler yaparlar, ona Neşe ve Afrodit derler. Ölümlü hiçbir insan onu o bunlar [e.d. öğeler ve Çatışma] arasında dolanırken göremez. Ama aldatıcı olmayan söylemimin açılılımını dinle. Tüm bunlar eşit ve eşzamanlıdır, ama her biri değişik bir yerde egemendir ve her birinin kendi karakteri vardır. Ve zaman dönüp giderken sırayla hüküm sürerler. Ve bunların yanısıra hiçbirşey varlığa gelmez ve var olmaya son vermez. Eğer sürekli olarak yokoluyor olsalardı, bundan böyle var olmazlardı. Ve bu Evreni ne arttırabilir? Nereden gelebilir o? Ve ayrıca nasıl yok olabilir, çünkü hiçbirşey onlardan boş değildir. Hayır, yalnızca onlar vardır, ama birbirleri içinden geçerek değişik zamanlarda değişik şeyler olur ve gene de her zaman aynıdırlar.

Devinmeyen dört öğe bir bakıma iki ayrı ‘öğe’ tarafından devindirilir. Çatışma, ve Afrodit ya da Sevgi—ya da İtme ve Çekme kuvvetleri. (Çatışma bir başka yerde (fr. 21.7) Öfke olarak verilir.) Öğeler gibi bunlar da çıkarsanmaz ama dışardan katılır. Bir başka tutarsızlık Aristoteles tarafından belirtilir (Met., 985a23):

"Her ne olursa olsun, birçok yerde Sevgi böler ve Çatışma birleştirir. Bütün Çatışma tarafından öğelerinde ayırıldığı zaman, ateş ve ötekilerden her biri Bire toplanırlar; ve yine Sevginin eylemi altında biraraya geldikleri zaman, her bir öğenin parçalarının bir kez daha ayrılması zorunludur."

Yine Aristoteles (Met., 1075b2) Empedokles’de Sevginin sonsal, biçimsel ve özdeksel nedenleri karıştırdığını söyler. Sevgi ‘İyi’dir, erekseldir; ve ynı zamanda hem devindirici hem de özdeksel ilkedir—çünkü hem karıştırır, hem de karışımın parçasıdır, çünkü etkisi kendisi karışmadan yer alamaz.

(Fr. 22) Çünkü tüm bunlar—ışıyan güneş, toprak, gök ve deniz—onlardan ölümlü şeylere dağılmış kendi parçaları ile Birdir; ve aynı yolda dahaçok karışım için uygdurulmuş olanlar Afrodit tarafından benzeştirilirler ve birbirlerini severler. Ama düşmanlar kökende, bileşimde ve yoğrulmuş şekilde birbirlerinden en uzak duranlar ve her yolda birleşmeye alışmamış ve Çatışmanın zorlaması ile çok sıkıntılı olanlardır, çünkü doğuşlarına yol açmıştır.

Öğeler birbirleri ile karışımlarında özdeşliklerini yitirmez.

(Fr. 21) Gel şimdi, eğer onlarda biçimde herhangi birşeyin eksik ise, öneceki sözlerime bu tanığı gör. Görmek için güneş—herşeyin üzerindeki sıcaklık; sıcaklıkta ve parlak ışıkta yıkanan tüm tanrısal şeyler; karanlık ve soğuk her şeydeki yağmur; ve toprak kaynaktan köklü ve sağlam şeyler. Öfkede herşey ayrılmış ve bölünmüştür, ama Sevgide biraraya gelirler ve birbirleri tarafından istenirler. Çünkü olmuş, olan ve olacak herşey bunlardan doğar—ağaçlar, erkekler, kadınlar, hayvanlar, kuşlar ve suyun beslediği balıklar, ve giderek uzun-yaşayan ve onurları en yüksek tanrılar bile. Yalnızca bunlar vardır, ama birbirleri içinden geçerek görünüşlerini değiştirirler: Bu düzeye dek karışım değişimi ortaya çıkarır.

İkisi etkin ve dördü edilgin altı etmen vardır. Sevgi ve Çatışma görülmez ve tasarlanamayacak denli incedir. Özdekseldirler. Ve ortaya çıkardıkları bileşimlere kendileri de karışırlar. Eğer gene de bu iki etkin etmeni kuvvetler olarak görürsek, aralarındaki eytişimsel birliğin eksikliği gibi öğelerle ilişkileri de dışsaldır. Sevgi kendinde Nefret değildir, ve Kuvvet kendinde Özdek değildir. Empedokles’te Herakleitos’un kurgul derinliğinden en küçük bir iz yoktur. Duyusal-tekil öncülleri ile uyum içinde, herşey analitiktir.

 
 

ŞANS VE ZORUNLUK

Aristoteles’in gördüğü gibi, Empedokles altı ilke ile de yetinemez, ve iki ilke daha getirir: Şans ya da Tikhe, ve Zorunluk ya da Ananke. Aristoteles şöyle yazar (D. ve B., 334a7 ve 333b12):

"İlk Devindirici ve devimin nedeni nedir? Sevgi ve Çatışma olamaz, çünkü bunlar tikel bir tür devimin nedenleridir. ... Bunlar sırasıyla toplanma ve ayrılmanın nedenleridir."

Olayların olanaklı iki açıklaması vardır: Şans ya da Erek. Şans ya da olumsallık Düzen yaratamaz. Düzen ereksel etkinliğin sonucudur. Doğa ereksel olarak devimdedir, ya da belirlenimlidir. Belirlenimsizliğin başka bir sözcükle anlatımı olarak alındığında, şans ancak öznel insan bilgisine ait olabilir, kendinde evrene değil. Ve bu doğal mantığın güdüsüne yakalandığı zamanlar Empedokles'in kendisi de değişik örgensel tözlerin oluşumunu orantıya yükler ve bu ise Logostur. Ama Logos yalın ayrılma ve birleşme devimlerinden daha çoğudur: Ussallık, yasallık, düzenleniştir. Empedokles’in henüz mantığın ön ya da temel kavramsal evrelerinde devinen düşüncesini haklı olarak böyle kurgul noktalara dek ilerletemeyiz. Tersine, Empedokles dikkatin kaçan ussalcılığını bir yana bırakarak sık sık örgensel oluşumları da şansa bağlar, ve bu açıklama Aristoteles tarafından eleştirilir (De. part. anim., 640a19):

"Empedokles hayvanların birçok özelliğinin oluşumları sırasındaki raslantısal olayların sonucunu olduğunu söylemede yanılır, örneğin omurganın vertebralara bölünmesini [fötüste] bükülmenin onu kırmasına bağladığı zaman yaptığı gibi."

Olayların belirli nedenleri vardır. Nedensellik özdeksel Doğanın temel kategorisidir. Buna karşı Şans ya da Olumsallık kavramı olayların belirli nedenlerini, Doğanın yasallığı kavramını yadsır, ve ‘belirsiz neden’ gibi öznel bir tasarım ise ussallıktan ayrılırarak olayları tansık, olasılık gibi bütünüyle öznel zeminlere bağlar. Doğa açısından yasa, kavram, kuram gibi tinsellikleri doğrulayamayan modern pozitivizm de aynı duyusal başlangıç noktasından yola çıkar. Ama Empedokles durumunda düşünce henüz çıkarsamadığı kavramların yokluğundan ötürü küçümsenemezken, neden kavramının kendinde etki olduğunun açıkça bilindiği bir düşünme evresinde modern pozitivizm bu kavramları bilinçli olarak ayırır çünkü metafizik yapmadan neden ve etkinin birliğini ileri süremeyeceğini, deneyimin böyle bir birliği destekleyemediğini düşünür. Ama Simplikios kavramsal gelişmenin henüz erken bir aşamada olması olgusuna dikkat etmez (Fizik, 331.15):

"Empedokles incelemeye [atomculardan] daha az değerdir, çünkü şansı önemsiz sorunlarda kullanırken hiçbir zaman ne olduğunu açıklamaz."

Nedensellik kimi yorumcular tarafından (örn. Plutark) Sevgi ve Çatışma ile özdeşleştirilmiştir. Simplikios içinse üçüncü bir etmendir. Ama Sevgi ve Çatışma çekme ve itme kuvvetleri olarak alındıklarında Atomizme bakarken, Nedensellik ise neden ve etkinin birliği olarak zorunluğu (ve dolayısıyla olumsuz olarak şansı) imler. Empedokles, gördüğümüz gibi, ayrıca şeylerin özü olarak alınacak bir Doğa kavramını da kabul etmiyordu. Mantıksal bağıntıları eksik ama tutarlıdır.

 
 

EVRİM

Empedokles'e göre tüm dünyasal yaşam ağaçlardan ve bitkilerden gelir, ve en uygun olan bireyler sağ kalır. İlkin tüm türler birbirlerine benziyordu ve eşeyler gelişmemişti. İnsanlar ayrı bileşenlerin şans yoluyla birleşmelerinden oluşur ve ancak doğru olarak örgütlenmiş olanlar yaşamda kalır.

DÜŞÜNCE

Empedokles'in bitkiler ve dölüt üzerine incelemeleri daha sonra dolaşım ve solunum dizgelerine ilgiye götürdü. Düşünme süreçlerinin kanda yer aldığını düşünüyordu.

ALGI

Bedenin içerisindeki ve dışarısındaki benzer tözlerin karşılıklı çekimi üzerine dayanır. Benzer şeyler benzer şelyer tarafından bilinir: Eğer Ateşi biliyorsam, onu bende bulunduğu için bilirim.

RUHLARIN GÖÇÜ

Günahkarlar 30.000 mevsim boyunca ölümlü bedenler arasında dolaşır, bir öğeden bir başkasına itilirler.

IŞIK HIZI

Empedokles ışığın sonlu bir hızla yayıldığına inanıyordu. Aristoteles De Sensu'da şöyle yazar:

"Empedokles ışığın Güneş'ten göze gelmeden ya da Dünyaya ulaşmadan önce ilkin aradaki uzaya ulaştığını yazar. Bu usauygun olarak görülebilir. Çünkü uzay içinden devinen herşey bir yerden bir başka yere devinir; buna göre, birşeyin bir yerden bir başkasına devinmesi için karşılık düşen bir zaman aralığı olmalıdır. Ama verili herhangi bir zaman parçalara bölünebilir, ve buna göre güneş ışınlarının henüz görülmediği, ama orta uzayda yol almakta olduğu bir zamanı varsaymamız gerekir."

 
Aziz Yardımlı / İdea Yayınevi 2014