İdea Yayınevi / Modern Tin /Aziz Yardımlı
 
eski anasayfa_
online alış-veriş_
 
 
 
Ahlak

Modern ahlak geleneksel ahlak ile karşıtlık içinde özgür ahlaktır. Geleneksel ahlak salt 'geldiği' için ahlaktır, sorgulanmayan, yetke üzerine, genel olarak dinin değil ama din-adamının, Katolik rahibin, Alevi dedenin vb. kişisel yetkesi üzerine dayalı dışsal ahlaktır. Duyunç özgürlüğünü tanıyan dinler halkın ahlaksal gelişiminin zeminidirler.

İnsan çirkin nihilistin sandığı gibi usdışı bir varlık değildir. Ussal olduğu için güvenilirdir, dışsal ahlakın ötesine geçebilir ve içsel ahlakını geliştirebilir, kötülüğünü yenebilir. Güvenilmezlik ahlaksızlık olarak henüz özgürlük bilincinden yoksun insanlığın eksikliğidir.

Ahlak İyi ve Kötü, Doğru ve Eğri kavramlarının alanıdır. Bu alanı Usun insan doğallığı ile, içgüdüsel ve itkisel eğilimler ile karşıtlığı, ve bilinçsizin alanından doğan dürtüler ile karşıtlığı belirler. Dizgesel olarak, Ahlaksal olan önceki soyut Hak alanını kendi içinde moment olarak kapsar, ve daha sonraki Törellik alanında benzer olarak kendisi içerilir, onun ahlaksal değerini belirler.

Üstbene yüklenen Duyunç işlevi Üstbenin kendisinin bilinçsiz olması olgusunu gözden kaçırır. Duyunç, tam tersine, üstbenin bilinçsiz dürtüleri ile de karşıtlık içinde duran içsel, öznel Özgürlüğün saltık saydamlık alanıdır. Bilinç üstbenin suçlayıcı, cezalandırıcı işlevinin bilincine ancak kendini kendi Duyuncunda türeli olarak yargılayarak varabilir.

Usun eğiliminin İyi ve Doğru olandan yana olması, İyi ve Doğru olanın ussal olması bağıntının dolaysız olmasından ötürü daha öte sorgulanamayacak bir noktadır: Duyunç a priori İyi ve Doğru olanın anlatımıdır, tıpkı Bilginin Gerçeklik ile ve Beğeninin Güzellik ile bağlı olması gibi.

Törellik alanı Ahlakın tikelliği ya da öznelliği ya da içselliği ile karşıtlık içinde evrensellik ve nesnellik alanıdır ve birer alışkanlık karakterini kazanmış ilişkilerin bir dizgesidir. Alışkanlık ölümdür, ya da sorgulanmayan yaşam yaşamaya değmez. Törellik dünyası, bütününde alışkanlık ve gelenek varoluşu Duyuncun ussal sorgulaması altına düşürüldüğü zaman Tin dirilir, ve yeni bir törel varoluş biçimine yönelir.

Ahlak alanında İstenç kendini nesne alır. Burada soyut Hak alanında olduğu gibi kendini dolaysızca, bir bakıma yargısızca nesnelleştirmez, ama kendi üzerine düşünür, nesnel olan karşısında öznellik olarak davranır. (Bu bilincin sonlu alanının da belirlenimidir.) Ahlak alanı bu düzeye dek derin-düşüncenin alanıdır. Soyut Hak alanında istenç kendini dışsal bir Şey üzerindeki Mülkiyet olarak belirler, öyle tanınır ve ilişkisinde, Sözleşmede, bu belirlenim içinde, Mülkiyet olarak davranır. Sözleşmenin bozulması, Haksızlık, bu alanda çıkarsanabilecek en son belirlenimdir. İstenç dışsal dolaysızlığından kendi içine dönüşünü mantıksal olarak bu Haksızlık kavramında yapar. Bu momentte İstenç kendini nesne alır, ve belirlenimini özgürce ve saltık olarak kendi içinden sağlar. Ahlak alanında İstenci İstenç belirler. Kendini Hak olanın saltık belirleyicisi olarak gören bu İstenç belirlenimi Duyunçtur.

Hegel istençler arasındaki bağıntının Ahlak alanında başladığını söyler, ve arkasından Sözleşme ilişkisinin İstençler değil ama Özençler üzerine temellendiğini ekler (§ 113). Gerçekte öyle görünür ki, Mülkiyet ilişkisi İstençler arasındaki ilişkiyi daha şimdiden kapsar ve İstencin tanınması Mülkiyet için saltık koşuldur. Ama gene de 'tanıma' moral imlemi olan bir ilişki değildir ve Mülkiyetin moral bir kategori olarak görülmesini sağlamaz.


Metaetik ve Ontoloji

Metaetik üzerine bkz. Internet Encyclopedia of Philosophie - Ethics - James Fieser


‘Metaetik’ törel ilkelerin 'öte'lerini, yerlerini, daha tam olarak ‘nereden geldiklerini’ ve 'anlamlarını' araştıran görgül bir inceleme dalıdır ('meta' öneki bu yüzdendir, ve buna göre bir 'meta-ahlak,' bir 'meta-tüze' de olmalı, aslında 'meta-herşey' olmalıdır). Gene de, metaetikte topolojik olarak görünen sorun gerçekte varlıkbilimsel doğada olduğunu gösterir: Etik belirlenimler var mıdır? Görgücülük ironiye yabancı olduğuna göre, ona bu soruda yatan görgücü bilgeliğin gerçekte eksiksiz bir budalalık olduğunu anımsatmak yerinde olur.

Varlık ile duyusal, özdeksel şeyler anlaşılırsa, etik belirlenimler hiç kuşkusuz yoktur. Varlık ile tinsel, düşünsel şeyler anlaşılırsa, törel belirlenimler hiç olmazsa insanların bilinçlerinde vardır. Ama metaetik her nasılsa bilincin Varlığını doğrular ve bu ilkelerin insan bilincinin dışında bir varoluşları olup olmadığını sorgular. Varlığı özdeksel ve tinsel olarak düşündüğü sürece yanıtı olumsuzdur. Varlık öylesine soyut bir kategoridir ki, onun özdeksel ya da tinsel olduğunu düşünmek gerekmez, çünkü özdeksel ve tinsel bir varlık yalnızca Varlık değil, Varlıktan çok daha fazlasıdır. Varlık soyuttur.

Özdeksel olduğu gibi tinsel 'varlık' da aslında Varlık değil ama Oluştur, çünkü özdeksel ve tinsel herşey varlığa olduğu gibi yokluğa da açıktır, varolması gibi yokolması da söz konusudur, ve oluşta olanın gerçekliği yitici, geçici olmasında yatar: Tüm şeyler, tüm özdeksel ve tinsel şeyler akıştadır. Buna karşı Varlık bütünüyle soyut, aslında en soyut kategoridir ve sözcüğün tam anlamıyla soyutlama ile birdir, kendisi dışında başka her belirlenimden soyutlanmıştır. Buna göre değişkenliği, yiticiliği, geçiciliği söz konusu olamaz, çünkü 'A = A'dır, değişmez, oluşmaz, ve kendisinden başka herşeyi dışlar. Varlık saltık soyutlama olarak geçiciliğin, değişkenliğin, yiticiliğin somutluğuna ulaşamaz. Buna karşı tüm görgül dünya oluş alanıdır ve değişken ve yiticidir. Bu anlamda İyi İdeasının, Güzel İdeasının, aslında tüm evrensellerin Varlıklarından söz etmek yalnızca ve yalnızca onları soyutlamalara, düşüncelere indirgemek demektir . Varlık büyütülecek bir kavram değildir.

Göreci bakış açısı yalnızca belirli ahlaksal ve törel tasarımları değil, ama evrensellerin kendilerini de toplumsal buluşlar ya da yaratılar olarak görür. Saltık bakış açısı ise evrensel moral ve etik belirlenimleri yaratılmamış, değişmeyen ilksiz sonsuz belirenimler olarak alır. Bu soyutlamalara değer yüklemek, onları tinselleştirmek söz konusu değildir.

Platon (ve daha sonraki ussalcılar) İdealar olarak bu nesnel belirlenimlerin tinsel olduklarını ileri sürmediler (üstelik örneğin Platon için 'Nous'un, Anlığın insan yetisi olarak İdeaları kavrama yeteneğinde olmasına karşın). Klasik Felsefenin kavramsal düzleminde, tinsel (manevi) olan insansal olandır, aşkın değil ama bilinçtedir, ve insanın kendisi gibi uzaysal ve zamansaldır. Buna göre, Logosun (ya da İdeanın) fiziksel olmadığı gibi tinsel de olmadığını, ve bu anlamda bir soyutlama olduğunu düşündüler. Yine, bu belirlenimlerin nesnel olmaları onların fiziksel olmaları demek değildir, çünkü nesnel olan öznel olanla karşıtlık içinde belirlenir.


İstenç kendinde İyidir, çünkü Özgürdür
'Niçin ahlaklı olunsun?' Bu 'metaetik' bakış açısının sorularından biridir. Yalın yanıt insanın ussal olduğu için ahlaklı olma belirlenimini taşıdığıdır. Ahlaklı olmak Duyunçlu olmaktır, İyi ve Doğruyu onaylamaktır, ve Ahlak Duyuncun kendisinden başka bir zemini gerektirmez, çünkü Us Duyunç olarak özgürdür, belirlenimini kendinden alır, dışsal olarak değil. Yine o soru İstencin kötü ve eğri olanı yapabileceği anlamında ahlaklı olmamanın olanaklı olduğunu varsayar. Bu İstencin özgür olması ile çelişir, onun için Kötü olanı isteyebileceğini varsayar.

Özgürlüğün İstenç olduğu düzeye dek, özgür olmayan kültür ahlaksal gelişim özgürlüğünden de yoksundur. Orada birey salt gelenek ve alışkanlık düzleminde düşüncesizce davranır.

Görgül olarak düşünürsek, bir hırsızlık evrensel istenç için Kötü, ama tikel istenç için İyidir, ve içerdiği tüm yüksek riskler önemsenen bir İyilik uğruna göze alınır. Burada ahlaksızlık tikelin evrenseli tanımamasında yatar. Tikel İstenç henüz Evrensel istenç ile özdeş değildir, bir bakıma çocuksu bir hamlık durumundadır, büyümemiştir. Büyüdükçe kötü belirlenimlerini arkada bırakır.

Birey eğilimlerini doğru görmeyebilir, ve gene de onlara yenik düşebilir. Bu İstencin kötü olduğunu değil, ama alışkanlık, dürtü, tutku vb. tarafından yenildiğini, kişinin özgürlüğünü yitirdiğini, tutkunun vb. kölesi olduğunu gösterir. İstenç yenik düşebilir. Ama bu İstencin kötü olması, tutkuya yenik düşmesidir. (Görgücülük insanın ussal İstenç değil ama tutkular vb. yoluyla eyleme belirlendiğini ileri sürer). İstenç insanın doğumuyla birlikte tam gelişimi içinde doğmaz, ve Duyunç olarak gelişir, olgunlaşır, büyür, ve pozitif tüzenin kendisi yasal sorunlarda Duyuncun olgunluğunu, erginliği dikkate alır.

Bir kötülük doğrulanıyor ve yapılıyorsa, ve İstençli olarak yapılıyorsa, bu ancak onun ne olursa olsun herhangi bir zeminde iyi ve doğru olarak görülmesi ile olanaklıdır. İstenç kendinde İyidir, çünkü özgürdür. İstencin özsel özgürlüğü onun belirleniminde dışsal bir etmene bağlı olmasını olanaksızlaştırır. Ancak özgür insan bireydir ve sorumludur, çünkü eylemini ne alışkanlık, ne bilinçsiz dürtüler, ne töreler belirler. Eylem onun tikel İstencinin anlatımıdır.

Yine, o soru bu biçimiyle ahlaklı olmanın ne demek olduğunun belirlendiğini varsayar, ama bu belirlenim görelidir. Bu düzeye dek sorunun 'Niçin ahlaksal olunsun?' biçimini taşıması gerekir, ki eylem söz konusu olduğunda insan her zaman ahlaksaldır, çünkü ancak iyi olduğunu bildiğini yapmak için özgürdür. Niçin ahlaklı olunsun sorusu Niçin özgür olunsun sorusu ile birdir.

"... özgürlük ilk kez İyide kendine erek olduğu zaman kendi için gerçektir" :: "... der Freiheit ... erst in ihrem Selbstzwecke im Guten sich wahrhaft ist. " (TzF, § 123 Ek.)

Ahlak ve Törellik

Ahlak İstencin kendine nesne olmasıdır. Bu nesnenin o denli de öznenin kendisi olması ahlaksal Özgürlüğün biçimidir ve İstenç bu kendi ile ilişki içinde Duyunçtur. Duyunç olarak İstenç kendi kendisini ister. İyi olan (İstencin nesnesi) o denli Doğru olandır (Duyuncun nesnesi). Duyunç kendinde İyi ve Doğru olanı isteme yetisidir. Doğru ve İyi olan yapılması gerekendir, yükümlülük, ödev, kategorik buyruk olan şeydir. Duyunç Özgürlüğü İyi ve Doğru olanın dışsal töre ya da yasa tarafından belirlenmesinin üstünde olmak demektir. Duyunç kendini saltık olarak her belirlenimin, giderek dinsel buyrukların da sorgulayıcısı olarak görme hakkını taşır. Ahlak alanının Törellik alanından başlıca ayrımı ikincide davranışı töreler belirlerken, birincide Eylemin Duyuncun kendi yargısı tarafından belirlenmesinde yatar. Duyuncun törel İstenci belirleme hakkı törel dünyayı sürekli bir gelişim dünyası yapan olanaktır. Sorun Özgürlüğün olmasıdır çünkü Özgürlüğün olması Ahlakın olmasıdır. Törel pıhtılaşma Ahlakın ve Duyuncun ortadan kalkışıdır.

 

Ahlaksal Görecilik
Robinson Crusoe'nun ahlaksal ya da törel bir konumu yoktu, çünkü herşey ona göreydi. Mülkiyeti, ve bir yerli gelinceye dek Kölesi de yoktu. Ahlaksal bir sorunu, giderek Ahlakı ve Törelliği söz konusu olamazdı. Ahlaksal ve törel belirlenimler bireysel değildir, yalnızca benim tarafımdan, yalnızca tekil olarak doğrulanmaları anlamsızdır. İlişkili kavramlardır. 'Köle Ahlakı' (ya da Törelliği ) gibi birşeyden söz etmek bile Kölenin Efendinin istencini kendi istenci olarak tanıdığını imler.(Bu durumda bir Köle Ahlakından söz etmemek daha doğrudur, çünkü Ahlak özgür İstence aittir, ve 'Köle İstenci' anlatımı kendi içinde çelişkilidir. Kölenin istenci Efendinin istencidir.)

Moral Görecilik (örneğin Friedrich Nietzsche'nin yazılarında görüldüğü gibi) üst-insanın kendi ahlaksal belirlenimlerini yarattığını ve bu üst-belirlenimlerin kitlelerin köleye özgü değerler dizgesinden ayrı olduğunu düşünüyordu. Moral Görecilik saltık değer kavramını, insan olarak insan için evrensel değerleri yoksayar ve, yalnızca pozitif değerleri doğrular. Görecilik bakış açısı kendisinin evrensel ve nesnel olduğunu ileri sürmez. Bu nedenle görecidir. Böylece Nietzsche'ninkinden ayrı ama yine göreci olan bir bakış açısı moral ve etik değerlerin toplumsal olduğunu, kitleler tarafından belirlendiğini, başka toplumların ve kitlelerin eşit hakla başka değerler belirleyebileceğini ileri sürer. Aslında bu varolan çok-kültürlü durumun kendisidir, ve dilersek bu ön-evrensel kültüre postmodern kültür diyebiliriz. Ama Ahlakın ve Törelliğin evrenselliği doğrulanacak olursa, onu ulusun, toplumun, halkın, sınıfın evrenselliği ile sınırlamak ve insanlığın evrenselliğine genişletmemek için geçerli bir zemin kalmaz.


Virginia'da bir Köle açık arttırması. — Nietzsche'nin ‘Kölelik’ ve ‘Köle Ahlakı’ ile demek istediği şey bir eğretilemedir. ‘Üst-İnsan’ bir Köle Efendisi, ve Ast-İnsan zincire vurulu bir Köle değildir.
Evrensel soyuttur, belirlenimsizdir — soyut olarak İyi, soyut olarak Doğru. Belirli İyilere ve belirli Doğrulara gelince, bunlar görelidir, saltık olarak iyi ya da doğru olamazlar. Ve gene de görelilikleri, tikellikleri içinde evrenseldirler, şu ya da bu toplumun, ulusun vb. evrensel belirlenimleridirler. Evrensel 'herkes' demek değildir. Ussal olan demektir.

Nietzsche'nin bakış açısı İstenci Hazza altgüdümlü sayan görgücülük durumunda olduğu gibi moral İstenci olanaksızlaştırmaz. Tam tersine, İstenç, Der Wille zur Macht olarak, düşüncelerinin eksenini oluşturur ve başka herşey onun çevresinde döner. Nietzsche de bir Ahlak, bir Moralität kurgular, bir değerler hiyerarşisi saptar. Erek ideal istençtir — en iyisi, en doğrusu, en üstünü. Üst-insan, Übermensch, kendini başkalarına dayatan İstenç, Efendilik istencidir. Ve bir Efendi olarak, her zaman Köleye bağımlıdır, onsuz kendisi olanaksızdır. Ama bu düzeye dek Evrensel İstenç ya da Evrensel bir Ahlak da olanaksızdır. Üst-insanın alt-insana, köle-insana saltık gereksinimi onun özgür olmadığını doğrular, çünkü kölede her zaman boyuneğmeyi ve başkaldırıyı, istencinin doğrulanmasını ve yadsınmasını, tanınmamayı, düşmanlığı, nefreti görür. Özgürlüğü bu saltık yabancılık karşısında sona erer.

Nietzsche'nin zaman zaman İstenç kavramını içgüdüye indirgemesi, tüm dirimli örgenliklerde bulunduğunu, bilinçsiz olduğunu, ya da bilincin kendisini bir içgüdü biçimi olarak düşünmesi — bu ve benzeri noktalar kavramdan uzaklaşan simgeciliğine aittirler ve felsefi bir imlemleri yoktur.

 

Nietzsche / Sevinçli Bilim   Nietzsche / Die fröhliche Wissenschaft

116

116

Sürü içgüdüsü. — Nerede ahlaksal birşey ile karşılaşsak, orada insan itkilerinin ve eylemlerinin bir değerlendirmesini ve sıralamasını buluruz. Bu değerlendirmeler ve sıralamalar her zaman bir topluluğun ve sürünün gereksinimlerinin anlatımlarıdır: onun için en hayırlısı olan — ve ikincisi ve üçüncüsü — tüm bireylerin değeri için en yüksek ölçün olarak da görülür. Ahlak ile bireyler sürünün bir işlevi olmaya ve kendilerine yalnızca bir işlev olarak değer vermeye eğitilirler. Bir topluluğun sakınımı için koşullar bir başka topluluğunkilerden çok ayrı olduğu için, çok ayrı ahlaklar vardı; ve sürülerde ve topluluklarda, devletlerde ve toplumlarda henüz yaklaşmakta olan özsel değişimler göz önünde tutulduğunda, daha da değişik ahlakların olacağını öngörebiliriz. Ahlak bireydeki sürü-içgüdüsüdür.
Nietzsche
(1844-1900)  
Heerden-Instinct. — Wo wir eine Moral antreffen, da finden wir eine Abschätzung und Rangordnung der menschlichen Triebe und Handlungen. Diese Schätzungen und Rangordnungen sind immer der Ausdruck der Bedürfnisse einer Gemeinde und Heerde: Das, was ihr am ersten frommt — und am zweiten und dritten —, das ist auch der oberste Maassstab für den Werth aller Einzelnen. Mit der Moral wird der Einzelne angeleitet, Function der Heerde zu sein und nur als Function sich Werth zuzuschreiben. Da die Bedingungen der Erhaltung einer Gemeinde sehr verschieden von denen einer anderen Gemeinde gewesen sind, so gab es sehr verschiedene Moralen; und in Hinsicht auf noch bevorstehende wesentliche Umgestaltungen der Heerden und Gemeinden, Staaten und Gesellschaften kann man prophezeien, dass es noch sehr abweichende Moralen geben wird. Moralität ist Heerden-Instinct im Einzelnen.

Kaynak: Project Gutenberg-DE


Görgücülüğün Bakış Açısı: İstenç her zaman Tütkuların Kölesidir ve ahlaksal belirlenimler Ustan değil, Duygulardan doğarlar.
David Hume
David Hume Ahlakı genel olarak sağduyu tarafından bile kabul edilenden daha başka temeller üzerine, Haz ve Acı duyguları üzerine dayandırır. "Us tutkuların kölesidir ve kölesi olması gerekir" :: "reason is, and ought to be, the slave of the passions," ilkesi temelinde İstençten söz etmenin gereği kalmaz, çünkü her zaman yenik düşen bir yeti olarak insanın moral belirleniminde varlığı ve yokluğu birdir, etkisizdir.

Duyguların tekil, bireysel, değişken olmaları ölçüsünde, bu bakış açısı zorunlu olarak evrensel olan Ahlaka ilgisiz, ama ussal bakış açısından Ahlaksız olacaktır, çünkü usun belirlenimlerinin boşalan yerini duygusal-dürtüsel belirlenimler dolduracaktır. Bu yüzden David Hume'u insan varoluşunun Ahlaksızlık olduğunu çıkarsayan bir düşünür olarak görmemek için, ne dediğini olmaktan çok ne demek istediğini düşünerek okumak gelenekseldir.

Gerçekten de Hume'un İngiltere'deki ilk eleştirmenleri kuramını tehlikeli buldular ve ahlakın temellerini zayıflatma riskini yarattığını düşündüler. David Hume yalnız başına değildi ve ekonomik ve politik olarak nüfuzlu bir İngiliz Görgücüleri kümesine aitti. Yararcılığın işleyim devrimi ve tecim özgürlüğü önündeki moral engelleri kaldırmayı önemli ölçüde başarmış olduğu düşünülebilir. Evrensel bir Ahlak kuramı o günlerde neredeyse hiçbir moral sınır tanımadan yükselen İngiliz burjuvazisi için saltık olarak engelleyici olacaktı.

Gene de Görgücülüğün Ahlaksal durumu altüst edeceği endişesinin kendisi ahlaksal belirlenimlerin nesnellik ve evrenselliklerinin tanınmamasından doğar. Ahlaksal belirlenimlerin nesnelliği varsayıldığında, bireylerin böyle belirlenimler türetmesi ya da insan ahlaksal doğasına yeni bir yapı vermesi söz konusu değildir. Kavramın nesnelliğini yadsıyan bakış açısı Devletin, ulusların, giderek törel, türel, estetik belirlenimlerin bile bireylerin görüşleri ya da kuramları tarafından yaratıldığı ve belirlendiğini düşünmeye yönelir.

Bu tür komplo kuramları her zaman usun ve insanın evrensel doğası konusundaki bilgisizlik üzerine dayanırlar. Buna karşı, Ahlakın nesnelliği ve evrenselliği doğrulandığında, bundan moral nihilizmin düşünürlerin düşüncelerinin sonucu olduğu değil, tersine bu düşüncelerin kendilerinin modernizme eşlik eden moral nihilizme anlatım verdikler sonucu çıkar. Bu bağıntıda, görgücü yararcılık etiği işleyim devrimi, üzerinde güneşin batmadığı imparatorluk, liberalizm gibi süreçlerin gereksindiği moral aklamayı sağladı.

David Hume eğilimler ve istenç, tutkular ve us, duygular ve düşünce arasındaki karşıtlık tarafından belirlenen moral sorunu genellikle kabul edilenden başka türlü türetir: Görgücü (deneyimci) bakış açısından, ahlaksal olmak Haz ya da Acı ilkesine göre belirlenir, ve Haz vereni istemek ahlaklı olmaktır. Hume Hazzı bir tür ahlaksal duygu olarak anlar. Buna karşı, örneğin Immanuel Kant salt eğilimden, alışkanlıktan, duygudan yapılan bir eylemin hiçbir moral değerinin olmadığını düşünür. Moral değer ancak eylem Ödev uğruna yapılırsa, yalnızca ve yalnızca Duyunç tarafından belirlenirse söz konusudur.

David Hume Ahlakı deneyim ilkesi üzerine, ve bu durumda duyu-algısı değil ama iç duygular üzerine dayandırır. Gerçekten de insanlar bir suçlunun cezalandırılması gerektiğini duyumsarlar ve bu duygu başkaları tarafından evrensel olarak da duyulabilir. Ama duyguların göreli olduğunu Hume'un kendisi de kabul eder. Bir kültürde ahlaksız olan şey bir başkasında erdem olarak görülebilir. Bu yüzden, eğer gerçeklik deneyim üzerine dayanacaksa, evrensellik ve nesnellik başka bir yerden, Usun kendisinden geliyor olmalıdır. Kant'ın Hume'u eleştirisi bu noktadan başlar ve bir moral çözümleme yapmaktan çok bir bakıma Hume'un etkisini nötralize etmek istercesine bir moral öğütler öğretisi üretir.

Hume'un nedenselliğin, neden etki bağıntısının bir zorunluk bağıntısı olmadığını, bir alışkanlık yapısı olduğu görüşü nesnel olarak olmasa da öznel olarak Doğayı bir olasılıklar kaosuna indirger. Evrik olarak, İstenci tutkuların kölesi sayan görüşü Törellik dünyasını bir özgürlük dünyası olmaktan çıkarıp bir zorunluk, bir kölelik dünyasına indirger. Hume Doğaya tanımadığı determinizmi Ahlak alanına tanır. Kant Doğaya görüngüsel bir determizm, Ahlak alanına ise numenal bir özgürlük tanır.


Duyunç ve Ahlak

Ussalcılığın bakış açısından, Duyunç doğruyu ve eğriyi belirleme yetisidir, bir yeti olarak, salt belirlenimsiz bir gizillik olarak doğuştandır, a prioridir. Her kavram gibi, belirliliğini yaşamda kazanır. Soyut, belirlenimsiz evrensellikten belirlenime, tikelliğe geçiş deneyim sürecinin kendisidir. İnsan iyiyi ve kötüyü, doğruyu ve eğriyi ayırdetme yetisi ile doğar, neyin iyi ve neyin kötü, neyin doğru ve neyin yanlış olduğunun görgül bir bilgisi ile değil. Neyin iyi ve neyin doğru olduğunu belirleme süreci aynı zamanda insanın moral olarak büyüme, olgunlaşma, gelişme sürecidir. Gelişme kavramının kendisi süreçte görülen değişkenliğin ve türülülüğün moral göreciliğe götürmek zorunda olmadığını, bir sürecinin ilerleyen evreleri olarak görülmesi gerektiğini anlatır. İnsanlık da tarihsel olarak olgunlaşır, tıpkı bir çocuğun kendi duyuncu ve istenci ile bağımsız birey olarak varolma noktasına doğru büyümesi, erginlik yaşına ulaşarak bir Kişi olması gibi.

İngiliz görgücülüğü ahlakı bir Duygu sorunu olarak görür, bir Us ya da Düşünce sorunu olarak değil. Bu düzeye dek, böyle bir kuramın kendisi onu üreten duyuncun gelişme evresine karşılık düşer. Bu bakış açısına göre, Doğruluğu, İyiliği yalnızca duyumsarız, ve bu Duyguya göre davranırız. Gerçekte, Duygunun kavramsal olarak ayırdedici yanı tekilliğidir, evrenselliği dışlamasıdır: Duygum özneldir, benim içindir, benimle ilişkilidir. Tartışma götürmez.

Görgücülük tutkuların, dürtüleri, isteklerin, genel olarak haz ve acı duygusunun moral sorumluluğun temeli olduğunu düşünür. Moral bir durumda uyanan duyguyu eylem güdüsü olarak görür. Ve bu yüzden moral davranışın özgürlükten değil ama zorunluktan geldiğini düşünür.


David Hume / İnsan Doğası Üzerine Bir İnceleme   David Hume / A Treatise of Human Nature

Ne de bu uslamlama yalnızca ahlakın bilimin nesneleri olan ilişkilerden oluşmadığını tanıtlamakla kalmaz; ama eğer yoklanırsa, eşit pekinlikle anlak tarafından keşfedilebilecek herhangi bir olgudan oluşmadığı çıkacaktır. Bu uslamlamamızın ikinci bölümüdür; ve eğer açık kılınabilirse, ahlakın bir us nesnesi olmadığı vargısını çıkarabiliriz. ... Kötü olduğu kabul edilen herhangi bir eylemi alın: Örneğin kasıtlı cinayet. Onu tüm bakımlardan yoklayın ve kötülük dediğiniz o olguyu, ya da olgusal varoluşu bulup bulamayacağınıza bakın. Onu hangi yolda alırsanız alın, yalnızca belli tutkular, güdüler, istekler ve düşünceler bulacaksınız. Durumda başka hiçbir olgu yoktur. Nesneyi irdelediğiniz sürece, kötülük sizden bütünüyle kaçar. Onu hiçbir zaman bulamazsınız, ta ki düşüncenizi kendi göğsünüze çevirinceye ve bu eyleme karşı sizde doğan bir yergi duygusu buluncaya dek. Burada bir olgu vardır, ama duygu nesnesidir, us nesnesi değil. Sizde yatar, nesnede değil. Öyle ki, herhangi bir eylemin ya da karakterin kötü olduğunu bildirdiğiniz zaman, demek istediğiniz şey doğanızın yapısından ötürü onun düşünülmesinden doğan bir kınama duygudan ya da histen başka birşey değildi.

David Hume
(1711-11776)
 
Nor does this reasoning only prove, that morality consists not in any relations, that are the objects of science; but if examin'd, will prove with equal certainty, that it consists not in any matter of fact, which can be discover'd by the understanding. This is the second part of our argument; and if it can be made evident, we may conclude, that morality is not an object of reason.... Take any action allow'd to be vicious:  Wilful murder, for instance. Examine it in all lights, and see if you can find that matter of fact, or real existence, which you call vice. In which-ever way you take it, you find only certain passions, motives, volitions and thoughts. There is no other matter of fact in the case. The vice entirely escapes you, as long as you consider the object. You never can find it, till you turn your reflexion into your own breast, and find a sentiment of disapprobation, which arises in you, towards this action. Here is a matter of fact; but 'tis the object of feeling, not of reason. It lies in youself, not in the object. So that when you pronounce any action or character to be vicious, you mean nothing, but that from the constitution of your nature you have a feeling or sentiment of blame from the contemplation of it.

John Locke / İnsan Anlağı Üzerine Bir Deneme
  John Locke / An Essay Concerning Human Understanding

Bölüm XIX
Haz ve Acı Kipleri Üzerine

2. İyi ve kötü , ne. O zaman şeyler ancak haz ve acı ile ilişki içinde iyi ya da kötüdürler. Bizde hazzı yaratmaya ya da arttırmaya ya da acıyı azaltmaya yatkın olana iyi deriz; ya da bunun dışında bize başka herhangi bir iyinin iyeliğini ya da herhangi bir kötülüğün yokluğunu sağlayan ya da bunu sürdürene. Ve, tersine, bizde herhangi bir acıyı üretme ya da arttırma, ya da bizi herhangi bir iyilikten yoksun bırakma yatkınlığında olana kötü deriz.

John Locke
(1632-1704)
 
Chapter XX
Of Modes of Pleasure and Pain


2. Good and evil, what. Things then are good or evil, only inreference to pleasure or pain. That we call good, which is apt to cause or increase pleasure, or diminish pain in us; or else to procure or preserve us the possession of any other good or absence of any evil. And, on the contrary, we name that evil which is apt to produce or increase any pain, or diminish any pleasure in us: or else to procure us any evil, or deprive us of any good.

Kaynak: Classics of Philosophy


Bentham / Ahlak ve Yasamanın İlkelerine Giriş
  Bentham / Introduction to the Principles of Morals and Legislation (1789)

Bölüm 1

I., Doğa insanı iki egemen efendinin yönetimi altına koymuştur: Haz ve acı. Ne yapmamız gerektiğini göstermek olduğu gibi ne yapacağımızı belirlemek de yalnızca onlara düşer. Bir yanda doğrunun ve eğrinin ölçünü, öte yanda nedenler ve etkiler zinciri onların tahtlarına bağlanmıştır. Yaptığımız herşeyde, söylediğimiz herşeyde, düşündüğümüz herşeyde bizi onlar yönetir: boyunegmekten kurtulmak için gösterebileceğimiz her çaba onu tanıtlamaktan ve doğrulamaktan başka bir işe yaramayacaktır.

[Bu temel hedonizm (hazcılık) ile ilgili olarak, doğal, ussal bir öz-çıkar — ruhbilimsel bir egoizm — sergileyen bir birey görüşü vardır. "Bentham'ın Felsefesi Üzerine Gözlemler"nide (1833), Mill Bentham'ın Düzmeceler Kitabı'ndan (Londra: Hunt, 1824, ss. 392-3)) alıntı yapar: "[H]er insan göğsünde ... kendini kayıran çıkar toplumsal çıkar üzerinde başattır; her insanın kendi bireysel çıkarı birarada alındaklarında tüm başka insanların çıklarının üzerinde [başattır]."

Jeremy Bentham
Jeremy Bentham
(1748-1832)
 
Chapter 1

I. Nature has placed mankind under the governance of two sovereign masters, pain and pleasure. It is for them alone to point out what we ought to do, as well as to determine what we shall do. On the one hand the standard of right and wrong, on the other the chain of causes and effects, are fastened to their throne. They govern us in all we do, in all we say, in all we think: every effort we can make to throw off our subjection, will serve but to demonstrate and confirm it.

 

Kaynak: A Bentham Hypertext

[Related to this fundamental hedonism is a view of the individual as exhibiting a natural, rational self-interest--a psychological egoism. In his "Remarks on Bentham's Philosophy" (1833), Mill cites Bentham's The Book of Fallacies (London: Hunt, 1824, pp. 392-3) that "[i]n every human breast...self-regarding interest is predominant over social interest; each person's own individual interest over the interests of all other persons taken together."]

Kaynak: The Internet Encyclopedia of Philosophy


Ahlak ve Duyunç ancak Özgür bireye aittir
Ahlak ancak Özgürlük içinde gelişir, çünkü Ahlak birinin kendi Duyuncunu taşıdığını varsayar. Bu düzeye dek Kölenin Ahlakından söz edemeyiz, çünkü duyuncu Efendiye aittir, onun tarafından belirlenir. Efendinin doğrusu ve eğrisi Kölenin doğrusu ve eğrisidir.

İnsan Duyunç yetisi ile doğar, belirli, bu yüzden göreli Duyunç ya da Törellik ilkeleri ile değil. Birey bu ilkeleri öğrenmelidir. Bunun için özgür olması, istencinde ve duyuncunda kendisi olması gerekir. Buna göre, özgür olmayan birey Doğruyu ve Eğriyi ayırdetmeyi öğrenemez, çünkü Duyunç onu uygulayarak gelişir. Moral belirlenimlerini yalnızca dışsal yetkelerden almak özgür olmamaktır, ve kendi Ahlakından yoksun olmaktır. Dinsel, politik yetke altında kalan bireyler hiç kuşkusuz o dinselliğin, politik tinin ahlaklı olduğu ölçüde ahlaklıdırlar. Din moral belirlenimler kapsadığı düzeye dek halkın Duyuncudur. Gene de bu tanrısal yetke Duyuncun saltık özgürlüğü ile bağdaşmaz ve bir boyuneğme, bir teslim olmadır. Böyle bireylerde Ahlak dinsel İnanç ile birdir ve dinsel İnanç yittiği zaman ahlaksal belirlenimleri de yanında götürür.


Ahlak ve Törellik
İnsan ister. Bu Hegel'in dizgesinde adlandırması ile soyut Hak alanıdır. Ve insan istediği üzerine onun doğruluğu ve eğriliği açısından düşünür, istencinin kendisini nesne alır. Bu Duyunç ya da Ahlak alanıdır. Ahlak hiç kuşkusuz Törellik alanında bir kıpı olarak, ortadan kaldırılmış olarak kapsanır. Ama Törellik ve Ahlaksallık, Töreye uygunluk ve Ahlaka uygunluk açıktır ki bir ve aynı değildir. Törellik doğruluğu üzerine daha şimdiden karar verilmiş, duyunç tarafından onaylanmış davranış belirlenimini anlatır ve ilkede sorgulanmaması, bir alışkanlık olarak, ikinci bir doğa olarak yaşanması gerekendir. Sorgulanır sorgulanmaz Törellik olmaya son verir, çünkü temeli olan saflığı ve Duyunç onayını yitirir. Yasa için de aynı şey geçerlidir. İlkede karşı çıkılamazdır. Ama gene de her iki alan da Duyuncun saltık mahkemesi önünde sorgulanmaya açıktır.

Ahlakta Kişinin yerini Öznenin alması ve öznellik belirleniminin öne çıkması soyut Hak ve Törellik alanları ile ilişki içinde belirlenir. Birincisi karşısında Ahlak alanı özgürlüğü imler, çünkü duyunç ilk dolaysız Hak belirleniminin üzerindedir, onu özgürce yargılar. Törellik alanı karşısında Ahlak alanı nesnellik karşısındaki öznellik gibidir, ve zorunluk karşısında olumsallığı imler. Ahlaksal yargı şöyle ya da böyle olabilir.


Duyunç

Duyunç İyiyi ve Kötüyü ayırdetme yetisidir, bilgidir, tanrısaldır. Musa Duyuncu yalnızca duygu olarak değil, ama bilgi olarak görür.

"Düşüş" miti insanın suçsuzluk durumunu yitirmesini anlatır. Genesis'e (Yaratılış) göre (2:4, Adem ve Havva; 3:1-24, İnsanın Günahı), Adem ve Havva Tanrı tarafından topraktan kendi imgesinde yaratılan ve kendilerine yaşam soluğu verilen ilk erkek ve kadın olarak Cennet Bahçesine yerleştirilirler. Orada yemeleri yasaklanan tek ağaç İyi ve Kötü Bilgi Ağacıdır. Ama yılanı dinleyen Havva "bilgi kazanmak için" bu ağacın meyvasını koparıp yer ve sonra Adem'e de sunar. Suçsuzluk durumu İyinin ve Kötünün bilgisinin yokluğu ile belirlenir. Ama insan kendi kavramını gerçekleştirmeli, bilmelidir. Böylece yalnızca suçlu değil ama "Tanrı gibi olmak" zorundadır. Musa'nın mitinde bu tanrısal Eylemi yerine getiren, "bilgi kazanmak için" davranan Erkek değil ama Kadındır.

Suç işleyebilmek Duyunçlu olmak, İyiyi ve Kötüyü ayırdedebilmek, böylece kendi kendisi tarafından eyleminden sorumlu tutulabilmektir. İnsan Doğadan, hayvanlıktan ilk Eylemi yoluyla, Duyuncunda uyanarak ayrılır ve Kültür dünyasına, Tarihe, Gelişme Sürecine girer. Bu düzeye dek "bilgi kazanmak" Suç işlemek değil, ama Özgürlük Yoluna girmektir. Bu büyük Mit hiç kuşkusuz boş bir imgelemin ürünü değil, ama insanın en büyük sorularına ilk yanıtları kendi imgesel tarzlarında vermeye başlayan Sümer Mitlerinden türeyen bir tür bilgeliktir. Gene de Mitlerde usdışı yan hiçbir zaman eksik olmaz, ve bu açıdan sık sık çılgınca çağrışımlar yoluyla üretilen düşlere benzerler. (Açılan sayfada 'hawwa' sözcüğü ile arama yapılabilir.)


İncil: Genesis 3:5: "Çünkü Tanrı biliyor ki, o ağacın meyvesini yediğinizde gözleriniz açılacak, iyiyle kötüyü bilerek Tanrı gibi olacaksınız."

 
Ahlak alanı bir dolaylılık ya da ilişki alanıdır, ve genel olarak istencin istenç ile ilişkisidir. Duyunç a priori — ya da Kavramı gereği — doğru ve iyi olanı onaylar, çünkü Duyunçtur. "Kötü duyunç," "kötü istenç" gibi anlatımlar semantik olarak olanaklı olsalar da mantıksal olarak geçersizdirler. İnsanın kendi için kötü olanı istemesi, kendinde eğri olanı doğru bulması kavramsal olarak olanaksızdır.

Duyunç özgürdür. Kendini kendi içinden belirler ve bu kendini dürtü, itki, içgüdü, eğilim dediğimiz ve bilince açık olan etmenler ile karşıtlık içinde belirlemesi demektir. Duyunç böylece ahlaksal İyiyi, Doğruyu, ödevi, haklı olanı vb. isteme yetisidir. Duyunç ve moral İyi arasındaki bu bağıntı — logos — onun Özgürlüğünden türer. Duyunç a priori İyidir.

Benzer olarak, Duyunç özgür olmadıkça Duyunç değildir. Doğruya ve Eğriye kendi içinden karar vermek için özgür olmayan bir Duyunç — böyle bir Duyunç duyunç kavramına aykırıdır. Bu bağıntılarda ussal yan Duyuncun İyiyi doğrulama yanı ve İstencin Özgürlük ile ayrılmaz birliğidir.

İstenç ve Duyunç gelişirler. Homo sapiens yetiler ile doğar, ve yeti güçtür, ama gizil-güçtür. Yeti kavramının kendisi gelişmeyi, açınmayı, büyümeyi kapsar. İnsan kötülüğü bu düzeye dek Duyuncun ve İstencin gelişmemişliğinin, ilkelliğinin sonucudur. Gerçekte, İstencin tutkulara, eğilimlere, içgüdülere, kısaca insanda doğal olana yenik düşmesi dediğimiz şey İstenç ve Duyunç kültürünün, eğitiminin, olgunlaşmasının eksikliğidir. Ahlak gelişir, ve bu düzeye dek Yozlaşma ya da Bozulma gerçekte yalnızca insan doğasının kendinde henüz gelişmemiş olduğunun belirtisidir.

 

Kant

Kant

Kant Ahlak alanını kuramsal Us ile karşıtlık içinde gördüğü Kılgısal Usun alanı olarak ele alır. İstencin doğasını ve ilkesini araştırır.

Kuramsal Us için nesne ancak verili olabilirken, buna karşı kılgısal Us kendi içinde saltık olarak özgürdür ve nesnesini kendisi belirler. Tıpkı kuramsal Usun a priori belirlenimlerinin olması gibi, kılgısal Us da ahlaksal yasayı genel olarak a priori ilkesi olarak alır. Kılgısal Us kendisini kendisi belirler. Bu Duyunç işlevidir, özgürlük üzerine dayanır ya da daha doğrusu kendisi özgürlüğün ortaya koyulmasıdır. Kant istenci bir nedensellik türü olarak görür ve ilkesini "das Gesetz der Kausalität aus Freiheit" :: "özgürlükten nedensellik yasası" olarak belirtir. ('Kılgısal Usun Eleştirisi." örneğin, s. 25).


 

Kant kılgısal felsefede istencin belirlenim zeminleri olarak buyrumlar, düzgüler, yönergeler ve yasalar dediği şeyleri saptamakla ilgilenir. Bu düzeye dek Etik kuramı normatiftir ve değer ölçünleri belirlemeyi hedefler. Felsefenin görevini istencin belirlenimlerini çözümlemek ya da çıkarsamak olarak görmekten çok, bunları öznenin davranışını belirlemeleri açısından ele alır ve böylece bir ahlak felsefesi olmaktan çok bir törellik öğretisine doğru öğütler üretmeye çabalar.

Yine, istenci belirleyen "alt istek yetisinden" söz eder ve bununla anlaşılan şey genel olarak eğilimler, tam olarak İstencin kavramında bulunmayan doğal-dürtüsel etmenlerdir (ve böylece karşı çıktığı David Hume'un duygusalcılığı gibi birşeye yönelir).

İstek İstenç ile bir değildir, çünkü istek düşünce ile dolaylı değildir. Hiç kuşkusuz istek bilinçtedir, onu düşünürüz, ve zaman zaman onu yenme 'isteğinden' de söz ederiz. İstek duyunçtan ya da herhangi bir düşünme ediminden doğmadığı, kendisi isteğimize bağlı olmadığı için istektir. İstediğimizi isteyemeyiz. Buna karşı istenci eğilimlerden, isteklerden vb. ayıran şey onun özel olarak ve özsel olarak düşünce ile birlikte olması ve bu tür eğilimlere karşıt ve onlara egemen olabilmesidir. Bir mülkiyet bile mükiyet olarak değil ama Şey olarak istek nesnesidir. Kant bir yandan kılgısal usun özgür olduğunu ileri sürerken, öte yandan onu alt istek yetileri dediği şey tarafından belirlenmeye bırakır. Hiç kuşkusuz insan mutluluğu Kant'ın alt istek yetilerinin hedefi dediği şeyi isteyebilir. Ama bu istek zorunlu olarak İstenç ile çelişki içinde değildir. İstenç ile uyum içinde, e.d. doğru olabilir.

Kant yalnızca İstek ve İstenç yetilerini ayırdetmemekle kalmaz, ama İstencin eğilimle, dürtüler vb. tarafından belirlendiğini de ileri sürer. Ve gene de İstencin özgür olduğundan, kendini kendi içinden belirlemesinden söz eder. Bu tutarsızlığı Kılgısal Usu Eleştirisinin daha başında gösterir ve özgür olmayan bir istenç varmış gibi yazar: "Öyleyse ona ancak düzgünün salt yasamacı biçiminin yasa olarak hizmet edebileceği bir istenç bir özgür istençtir" :: "Also [52] ist ein Wille, dem die bloße gesetzgebende Form der Maxime allein zum Gesetze dienen kann, ein freier Wille " (KUE, s. 42). Bütün ahlak felsefesi ya da kılgısal usun eleştirisi böyle bir temel üzerine kuruludur. Ödevin bir esrime noktasına varan yüceltilmesi onun imlediği özgürlüğün kazanılmasının güçlüğüne bağlıdır, çünkü bu öncülün anlamı kılgısal Usun ya da İstencin kendi içinde almaşık seçeneğe de izin verebilmesi ve Usun doğru olandan, ödevden yana dönmesinin bir bakıma kendine karşın başarmak zorunda olmasıdır. Gerçekte duyunç her zaman ödevden yanadır. Eğer insan ödevini çiğnerse, bunun anlamı onun duyuncunu çiğnemiş olmasıdır. Moral sorun Us (İstenç olarak Us) ve Eğilim, Ödev ve Çıkar arasındadır.


Kant / Kılgısal Usun Eleştirisi
  Kant / Kritik der praktischen Vernunft (1788)

§ 3. TEOREM II

§ 3. LEHRSATZ II

NOT I

... Kişisel mutluluk ilkesi, onda anlak ve us ne denli kullanılmış olursa olsun, gene de kendi içinde istenç için alt istek yetilerine özgü olanlardan başka hiçbir belirlenim zemini kapsayamaz; ve öyleyse ya hiç {üst} istek yetisi yoktur, ya da arı us yalnızca kendi başına kılgısal olmalıdır, e.d. herhangi bir duygu varsayılmaksızın , dolayısıyla istek yetisinin özdeği olan ve her zaman ilkelerin görgül bir koşulu olan hoşun ya da nahoşun tasarımları olmaksızın istenci kılgısal kuralın salt biçimi yoluyla belirleyebilmelidir. Ancak us istenci kendi başına belirleyebildiği zamandır ki, (eğilimin hizmetinde değilken,) gerçek bir üst istek yetisidir ve patolojik olarak belirlenebilir olan ona altgüdümlü olur.

 

ANMERKUNG I

Kant  

... Das Prinzip der eigenen Glückseligkeit, so viel Verstand und Vernunft bei ihm auch gebraucht werden mag, würde doch für den Willen keine anderen Bestimmungsgründe, als die dem unteren Begehrungsvermögen angemessen sind, in sich fassen, und es gibt also entweder gar kein oberes Begehrungsvermögen, oder reine Vernunft muß für sich allein praktisch sein, d.i. ohne Voraussetzung irgend eines Gefühls, mithin ohne Vorstellungen des Angenehmen oder Unangenehmen, als der Materie des Begehrungsvermögens, die jederzeit eine empirische Bedingung der Prinzipien ist, durch die bloße Form der praktischen Regel [45] den Willen bestimmen können. Alsdann allein ist Vernunft nur, so fern sie für sich selbst den Willen bestimmt, (nicht im Dienste der Neigungen ist,) ein wahres oberes Begehrungsvermögen, dem das pathologisch bestimmbare untergeordnet ist.

Kaynak Project Gutenberg-DE


Eylem Duyunç kavramını içerir, çünkü özgürdür. Ancak özgür İstenç eylemde bulunabilir

İstencin tarihsel gelişiminin bütün bir ereği bireyin dışsal yetkeden özgürleşmesidir. Kölelik, serflik, kulluk — tümü de bireyin birey olarak, İstenç olarak, özgür olarak varolmadığı bilinç biçimleridir. Burada özsel olan nokta Tinin bu gelişim aşamasında bilincin genel olarak böyle biçimlenmiş olmasıdır: Efendi bilincinin bir yanda, köle bilincinin bir başka yanda analitik olarak bulunmaları söz konusu değildir. Diyalektik olarak ikisi bir ve aynı bilinçtir, ve Köle olan yan, boyun eğen yan Efendinin de bilincini taşır, ve Efendi olan yan, boyun eğdiren yan Kölenin de bilincini taşır. Kölede davranan Efendidir, ve Efendinin davranışı Köle tarafından yerine getirilir. Efendi kendi istenci ile davranan yandır, ve Köle Efendinin bu özgürlüğünün bilincini taşır, ama o bilinci yalnızca Efendi için taşır.

Köle özgürlüğün kendi için de geçerli olabileceğinin bilincinden yoksundur. Bu bilinci kazanır kazanmaz köle olmaya son verir. Ve Efendi Kölenin kendinde özgür olduğunun bilincini taşımaz. Bu bilinci kazanır kazanmaz Efendi olmaya son verir. Kölelik yalnızca Kölenin bilincinin değişimiyle ortadan kalkmaz. Bu değişimin öteki yanı Efendinin de kendini Efendi olarak görmeye son vermesidir.

Özgürlük bilincinin gelişimi tarihsel bir süreçtir ve bireyin kendinin Efendisi olduğunu kavraması onu kuşatan bütün bir kültürel dokunun baştan sona değişimini gerektirir. İstenç özgürlüğü bu gerçek ve tam anlamda henüz dünyanın ancak çok küçük bir bölümünde edimselleşmiştir. Milyarlar özgür olduklarının, bireyler olduklarının bilincinden yoksundurlar.


Hegel / Tüze Felsefesi
  Hegel / Philosophie des Rechts (1821)

§ 113

§ 113

İstencin öznel ya da ahlaksal olarak anlatımı ya da dışlaşması Eylemdir. Eylem şu belirtilen belirlenimleri kapsar: (a) Dışsallığı içinde benim tarafımdan benimki olarak bilinmek, (b) bir Gerek olarak Kavram ile ve (g) başkalarının istençleri ile özsel bağıntı olmak.

Ancak ahlaksal istencin anlatımı Eylemdir. İstencin biçimsel hak alanında kendine verdiği belirli-varlık dolaysız bir Şeydedir, kendisi dolaysızdır ve kendi için ilkin Kavram ile hiçbir belirtik bağıntı taşımaz. Kavram bu aşamada henüz öznel istence karşı ya da ondan ayırdedilmiş değildir, ne de başkalarının istençleri ile olumlu bir bağıntı söz konusudur.

Hegel
Die Äußerung des Willens als subjektiven oder moralischen ist Handlung. Die Handlung enthält die aufgezeigten Bestimmungen, a) von mir in ihrer Äußerlichkeit als die meinige gewußt zu werden, b) die wesentliche Beziehung auf den Begriff als ein Sollen und g) auf den Willen anderer zu sein.

Erst die Äußerung des moralischen Willens ist Handlung. Das Dasein, das der Wille im formellen Rechte sich gibt, ist in einer unmittelbaren Sache, ist selbst unmittelbar und hat für sich zunächst keine ausdrückliche Beziehung auf den Begriff, der als noch nicht gegen den subjektiven Willen, von ihm nicht unterschieden ist, noch eine positive Beziehung auf den Willen anderer;


Özgürlük ancak Özgürlük tarafından kazanılır.

Eylem özgür bireye aittir. Bir köle eylem yapamaz, çünkü İstenci kendisinin değil, Efendisinindir. Eğer eylem yapacaksa, onu özgürlük bilinci ile yapar ve köle olmaya son verir, Spartaküs olur. Spartaküs köle olmadan önce özgür bir insandı, doğuştan köle değildi ve özgürlüğü daha önceden biliyordu.

Köle kendi istencini değil, Efendinin istencini taşıdığı için Köledir. Roma Cumhuriyetinde ve İmparatorluğunda özgürlük yalnızca yurttaşlar içindi ve o da kısıtlı, eşitsiz bir özgürlüktü, Köleler dışındaki nüfus Plebler ve Patrisyenler olarak bölünmüştü. Politik İstenç — Devlet erki — konsüllerin, senatonun, praetorların, tribünlerin ve en sonunda Ordu generallerinin arasında sonu gelmez bir kavgalar ve iç savaşlar süreciydi. Sonunda İmparatoluk bu istençler parçalanmışlığına bir son verdi, ve barış, güvenlik, gelişme sağlandı. Bizans İmparatoru Justinan Roma yasalarının düzenlenmesini sağladı ve daha sonra Kutsal Roma İmparatorluğu (Germanik) bu yasaları kabul etti.

Spartaküs köle ayaklanmasyna önderlik ediyor
Spartaküs köle ayaklanmasına önderlik ediyor.
 
 
 
İdea Yayınevi / Hegel’in Nesnel Tin Dizgesi / Aziz Yardımlı / 2014