İdea Yayınevi / Modern Tin /Aziz Yardımlı
 
eski anasayfa_
online alış-veriş_
 
 
 
Devlet
Devlet Kavramı ve varolan 'devletler' arasında ayrım yapmak öylesine güç görünür ki, felsefe tarihinin kendisinde bile bütün bir görgücü-pozitivist gelenek bu ayrımı gözden kaçırır ve Devlet Kavramını salt Kavram olduğu için, salt Evrensel olduğu için bir ad olarak, bir sözcük olarak, gerçek olmayan birşey olarak yoksayar. Devlet ile yalnızca pozitif devletleri anlar ve Devlet kuramını duyusal-algısı ile bu geçici reel Devletler üzerine dayandırır. Fenomenolojist bakış açısı ise Devletin Kavramı ile ilgilenmez, Devleti bir fenomen olarak görür ve onu etimolojik olarak dilden, söylemden, konuşmadan türetir.

Devlet İstençtir; daha belirli olarak, Hakkın ve Özgürlüğün edimselleşmesi olarak ussal evrensel İstençtir. Tinin her zaman — bütün bir Tarih boyunca — eyleminde bilinçsiz olarak ortaya koyduğu bu çıkarsamanın bilincini Rousseau'ya borçluyuz. Devletin özünde Evrensel Ussal İstenç olduğu, böylece insanın politik varoluşu üzerinde Egemen olanın insanın kendisi olduğu gerçeğinin bilinci Tarihin modern evreye, Tinin tüm gizilliğini sınırsızca açındırma sürecine girişinin bilincidir. Devletin gerçeği konusunda yalınzca yönetilenler değil, ama yönetenler de bilinçsizdir. Bu düzeye dek, Devletin tarihsel biçimleri açısından aldatılan insanlık onu aldatan egemen güçler ile eşit ölçüde sorumludur.

Her kültür Devletini kendi tini ile uyum içinde kurar — ve onun eyleminde kendi törel karakterini sergiler. Her tikel Devlet eğer gerçekten bir Devlet ise, ne olursa olsun Devlet adını taşımaya şu ya da bu ölçüde yaraşır bir varoluş ise, Devlet Kavramını şu ya da bu ölçüde edimselleştirdiği için, realitesini idealitede bulduğu için Devlettir. Tikel bir Devletten Devlet olma belirlenimini, bu soyut evrenseli çektiğimiz zaman geriye kalanın ne olduğunu söyleyemeyiz.


Reichstag Kubbesinin altı. Kubbe Reichstag'a birleşik Alman Parlamentosunun saydam hükümetini simgelemek için eklendi.

“... yalnızca yasaya boyun eğen İstenç özgürdür, çünkü onda kendi kendisine boyun eğer, kendi kendisindedir ve özgürdür” (Hegel, Tarih Felsefesi, s. 36).

Modern Devlet özgür Yurttaşın özbilinçli İstencidir.

Devletin özsel olarak Güç olarak, giderek Şiddet olarak görülmesi evrensel ussal İstence katılmayan, evrensel İstenci kendine yabancı, onun dışında ve üstünde gören bilince özgüdür. Bu bilinç özgür değildir, çünkü Devlet ussal Özgürlüktür. Eğer Devlet bir tiranlık ise, böyle Devletin kendisi evrensel ussal İstençten yoksun bir halkın politik yazgısıdır.

Modern Yurttaş Kavramı Devletin yalnızca uyruğu olmayı imlemez. Yalnızca yabancı bir İstencin yasalarına boyun eğmeyi imlemez. Tersine, Modern Yurttaş Kavramı İstenç Özgürlüğünün bilincinde olarak Yasasını kendisi yapan ve böylece onda kendisine, kendi ussallığına boyun eğen özgür bireyi anlatır. Reel ya da belirli Devletin kavrama uygun olarak Özgürlük, Türe, Hak belirlenimlerini edimselleştirme derecesi Yurttaşların bu kavramları kendi bilinçlerinde edimselleştirme, Yurttaş olma düzeylerine bağlıdır.

İnsan varoluşunun törel biçimi yalnızca Gelişme ve Gerçekleşme isteyen ve bunu yalnızca kendi gizilliği yoluyla yapan İnsan Doğası tarafından belirlenir. Törellik bireylerin birbirleri ile ilişkilerinin bir dizgesi olarak İstenç kavramının edimselleşmesidir. Bu edimselleşmenin biçiminde önemli olan şey onda Hak, Türe, Özgürlük kavramlarının ne düzeye dek gerçek açınımlarına ulaştıkları ve kendilerine daha öte açınım için özgürlük tanıyıp tanımadıklarıdır. Tinin Özgürlüğü geçici hiçbir yönetimin, sınıfın, yetkenin vb. denetiminde değildir, çünkü Tinin tarihsel gelişiminde tüm tikel Güç belirlenimleri geçicidir. Tarihsel Törellik biçimleri tam bu akışkanlıklarından ötürü her durumda Hak, Türe, Özgürlük kavramlarının sonlu, yetersiz edimselleşmeleridir ve Usun gerçek öz-belirlenimine karşılık düşmedikleri düzeye dek yine Usun kendisi tarafından ortadan kaldırılırlar. İnsan Doğası sonlu belirlenimlerinde durup kalamayacak bir gelişme dürtüsü, en iç özünde Usun kendini sınırsızca açındırma gücüdür.

 

Jean-Jacques Rousseau / TOPLUMSAL SÖZLEŞME YA DA POLİTİK HAKKIN İLKELERİ

 

Jean-Jacques Rousseau / DU CONTRAT SOCIAL OU PRINCIPES DU DROIT POLITIQUE

KİTAP BİR
BÖLÜM I
BİRİNCİ KİTABIN KONUSU

İnsan özgür doğar, ve her yerde zincire vurulmuştur.


Rousseau
LIVRE PREMIER
CHAPITRE PREMIER
SUJET DE CE PREMIER LIVRE

L’homme est né libre, et partout il est dans les fers.


Modern Devlet ve Ön-Modern Devlet
 

Devlet Tindir, daha belirli olarak İstenç ve Bilinçtir. Tıpkı Hakkın pozitf tüzeden daha çoğu olması gibi, Devlet de onun belirli biçimlerini temsil eden tikel Devletlerden, onlarda özetlenen halk İstençlerinden daha çoğudur. Modern Devlet Kavramı Yurttaş Özgürlüğünün anlatımı olduğu ölçüde Özgürlük Bilincindeki gelişmenin bir anlatımıdır, ve tüm ön-modern tarihsel devletlerden kendini bu Özgürlük İstenci ile birlikte geliştirmesinde ayrılır. Modern Devlet ön-modern İmparatorluklar gibi sınırlı bir büyümeye belirlenmiş değildir. İmparatorlukta Devlet ulusların boyuneğmeleri üzerine, Özgürlüklerinin bilinçsizliği üzerine dayanır. Devlet onların değildir, ve Yönetenler ve Yönetilenler ayrımı yalnızca ve yalnızca bu evrede ayrılırlar, ve o zaman ancak Devletin türeli olması onların boyun eğmelerini gönüllü yapan etmendir.

Devleti bireyin üstünde ve üzerinde baskıcı bir egemen güç olarak görmemek ve onu kendi İstencinin anlatımı yapmak Özgürlük bilincine özgüdür.

Özgür Yurttaş Toplumunda Devlet Yurttaş istencinin değil, ama Yurttaş İstenci Devlet İstencinin belirleyicisidir. Modern Devlet Özgürlük İstencindeki gelişme ile birilkte gelişir ve alacağı ussal biçimin sınırını ancak Özgürlüğün sınırı belirleyebilir.


Hegel / Tüze Felsefesi

 

Hegel / Philosophie des Rechts (1821)

Üçüncü Kesim
Devlet
§ 257

Dritter Abschnitt
Der Staat
§ 257
Devlet törel İdeanın edimselliğidir — törel Tindir ki, açıkta olan, kendi için duru tözsel İstenç olarak kendini düşünür ve bilir, ve bildiğini ve bildiği düzeye dek yerine getirir. Devlet törede dolaysız varoluşunu, bireyin özbilincinde, bilmesinde ve etkinliğinde dolaylı varoluşunu bulur, tıpkı özbilincin Devlete karşı tutumu yoluyla onda etkinliğinin özü, ereği ve ürünü olarak tözsel özgürlüğünü bulması gibi.

 

Der Staat ist die Wirklichkeit der sittlichen Idee — der sittliche Geist, als der offenbare, sich selbst deutliche, substantielle Wille, der sich denkt und weiß und das, was er weiß und insofern er es weiß, vollführt. An der Sitte hat er seine unmittelbare und an dem Selbstbewußtsein des Einzelnen, dem Wissen und Tätigkeit desselben, seine vermittelte Existenz, so wie dieses durch die Gesinnung in ihm, als seinem Wesen, Zweck und Produkte seiner Tätigkeit, seine substantielle Freiheit hat.

§ 258

 

§ 258

Devlet, evrenselliğine yükselen tikel özbilinçte taşıdığı tözsel İstencin edimselliği olarak, kendinde ve kendi için ussal olandır. Bu tözsel birlik saltık olarak devimsiz kendinde-erektir ki, onda Özgürlük en yüksek hakkına ulaşır, tıpkı bu son-ereğin de en yüksek ödevi Devletin bir üyesi olmak olan bireye karşı en yüksek hakkı taşıması gibi.

Eğer Devlet Yurttaş Toplumu ile karıştırılırsa ve belirlenimi mülkiyetin ve kişisel özgürlüğün güvenliği ve korunması olarak koyulursa, o zaman genel olarak bireylerin çıkarları birleşmelerinin son ereği olur ve bundan Devletin üyesi olmanın keyfi birşey olduğu sonucu çıkar.
...
— Devleti bilgide kendi için ussal birşey olarak kavrayan düşüncenin bir başka karşıtı da görüngünün dışsallığını, e.d. yoksunluk, savunma gereksinimi, güç, varsıllık vb. gibi olumsallıkları devletin tarihsel gelişiminin kıpıları olarak değil, ama tözü olarak alma tutumudur.

Der Staat ist als die Wirklichkeit des substantiellen Willens, die er in dem zu seiner Allgemeinheit erhobenen besonderen Selbstbewußtsein hat, das an und für sich Vernünflige. Diese substantielle Einheit ist absoluter unbewegter Selbstzweck, in welchem die Freiheit zu ihrem höchsten Recht kommt, so wie dieser Endzweck das höchste Recht gegen die Einzelnen hat, deren höchste Pflicht es ist, Mitglieder des Staats zu sein.

Wenn der Staat mit der bürgerlichen Gesellschaft verwechselt und seine Bestimmung in die Sicherheit und den Schutz des Eigentums und der persönlichen Freiheit gesetzt wird, so ist das Interesse der Einzelnen als solcher der letzte Zweck, zu welchem sie vereinigt sind, und es folgt hieraus ebenso, daß es etwas Beliebiges ist, Mitglied des Staates zu sein.
...
— Das andere Gegenteil von dem Gedanken, den Staat in der Erkenntnis als ein für sich Vernünftiges zufassen, ist, die Äußerlichkeit der Erscheinung, der Zufälligkeit der Not, der Schutzbedürftigkeit, der Stärke, des Reichtums usf. nicht als Momente der historischen Entwicklung, sondern für die Substanz des Staates zu nehmen.

     
Törel olan dolaysız olandır, düşünülmeyen, alışkanlıkla yerine getirilendir. Öte yandan bireyin Devleti kendi İstenci olarak belirlemesi ve bilmesi Devleti devindiren, değiştiren etmendir. Devletin Yurttaşın özbilincinde olması ideal olanaktır, bütünüyle bireysel eğitimin yüksekliği ile ilgilidir, ve bir ulus bu belirlenime ulaştığı düzeye dek törel gelişmişlik, büyüklük ve gönenç içindedir. — Tözsel Özgürlük tüm tikel Özgülüklerin kaynağı olan değişmez, sağlam ve kalıcı Özgürlük olarak Devlettir.]

Jean-Jacques Rousseau / TOPLUMSAL SÖZLEŞME YA DA POLİTİK HAKKIN İLKELERİ

  Jean-Jacques Rousseau / DU CONTRAT SOCIAL OU PRINCIPES DU DROIT POLITIQUE
KİTAP BİR
BÖLÜM VI
TOPLUMSAL BAĞIT

‘Öyle bir birleşme biçimi bulunmalıdır ki, tüm ortak kuvvetle her bir üyenin kişisini ve mallarını savunacak ve koruyacak, ve onda her biri kendini herkes ile birleştirirken gene de yalnızca kendine boyun eğebilecek ve önceki gibi özgür kalabilecektir.’ Toplumsal Sözleşmenin çözüm sağladığı temel sorun budur.

Eğer o zaman toplumsal bağıttan özsel olmayanı bir yana atarsak, kendini şu terimlere indirgediğini buluruz: ‘Her birimiz kişiliğini ve tüm gücünü ortaklaşa genel istencin yüksek yönetimi altına koyar; ve kitle olarak her bir üyeyi bütünün bölünmez bir parçası olarak kabul ederiz.’

Sözleşmeye giren herkesin bireysel kişiliğinin yerine, bu birleşme edimi hemen ahlaksal ve ortaklaşa bir yapı üretir ki, meclisteki oy sayısı kadar üyeden oluşur, ve bu edimden birliğini, ortak benliğini, yaşam ve istencini kazanır. Tüm başka kişilerin birliği yoluyla oluşturulan bu kamusal kişi önceleri Site adını alırdı ve şimdi Cumhuriyet ya da politik bütün adını alır; üyeleri tarafından edilgin iken Devlet olarak, etkin iken Egemen olarak, ve benzerleri ile karşılaştırıldığında Güç olarak adlandırılır. Onda birleşmiş olanlar ortaklaşa Halk adını alırlar; tekil olarak alındıklarında onlara egemen yetkeye katılan bireyler olarak Yurttaşlar, ve Devletin yasaları altında görüldüklerinde Uyruklar denir. Ama bu terimler sık sık karıştırılır ve birbirleri yerine alınırlar; sağınlık ile kullanıldıkları zaman nasıl ayırdedileceklerini bilmek yeterlidir.

Rousseau
LIVRE PREMIER
CHAPITRE VI
DU PACTE SOCIAL

“Trouver une forme d’association qui défende et protège de toute la force commune la personne et les biens de chaque associé, et par laquelle chacun s’unissant à tous n’obéisse pourtant qu’à lui-même et reste aussi libre qu’auparavant.” Tel est le problème fondamental dont le contrat social donne la solution.

Si donc on écarte du pacte social ce qui n’est pas de son essence, on trouvera qu’il se réduit aux termes suivants: Chacun de nous met en commun sa personne et toute sa puissance sous la suprême direction de la volonté générale; et nous recevons en corps chaque membre comme partie indivisible du tout.

A l’instant, au lieu de la personne particulière de chaque contractant, cet acte d’association produit un corps moral et collectif composé d’autant de membres que l’assemblée a de voix, lequel reçoit de ce même acte son unité, son moi commun, sa vie et sa volonté. Cette personne publique qui se forme ainsi par l’union de toutes les autres prenait autrefois le nom de Cité, et prend maintenant celui de République ou de corps politique, lequel est appelé par ses membres Etat quand il est passif, Souverain quand il est actif, Puissance en le comparant à ses semblables. A l’égard des associés ils prennent collectivement le nom de Peuple, et s’appellent en particulier citoyens comme participants à l’autorité souveraine, et sujets comme soumis aux lois de l’Etat. Mais ces termes se confondent souvent et se prennent l’un pour l’autre; il suffit de les savoir distinguer quand ils sont employés dans toute leur précision.


Devlet Bir Sözleşme Değildir

Devlet Yurttaşın onu üstlenip üstlenmemede özgür olduğu bir Sözleşme olamaz, çünkü Hakka, Özgürlüğe, Yasaya karşı ilgisiz olabilme, onu kabul ya da red edebilme gibi bir seçme özgürlüğü Yurttaş kavramının belirlenimine aykırıdır.

Sözleşmede kapsanan koşullar ve daha başka belirlenimler bireysel özence bağlıdır, şu ya da bu biçimlerde olabilirler. Ama Devlet İstenci ve Yurttaşın İstenci öylesine birdir ki, Yurttaş ve Devlet sözleşmesi ancak Yurttaşın kendi kendisi ile bir sözleşmesi olabilir. Yurttaş ancak Devlet olduğu düzeye dek Yurttaştır.

Devlet kavramının içeriğini bir sözleşmede olduğu gibi öznel belirlenimlerle doldurmak — İdeolojilerin her birinin kendine göre yapmayı istediği gibi — Devlet Kavramının kendisinin nesnelliğini, İstenç Özgürlüğünü tanımamaya bağlıdır. Jacobinler, Bolşevikler, Naziler böyle birşeyi başarmış, Devleti kendi öznel moral ölçünleri ile uyum içinde örgütlemişlerdir. Ama ortaya çıkan örgütlenmeler her durumda Devlet kavramı ile bağdaşmayan ve gerçekte birer Devlet bile olmayan tiranlıklar olmuştur.

"Bireysel istencin ilkesine karşı şu temel kavram anımsanmalıdır: Nesnel istenç kendinde kendi Kavramında ussal olandır — bireyler tarafından bilinsin ya da bilinmesin, ve onların keyiflerine uygun olsun ya da olmasın." (Hegel, TzF, § 258.)
  " Gegen das Prinzip des einzelnen Willens ist an den Grundbegriff zu erinnern, daß der objektive Wille das an sich in seinem Begriffe Vernünftige ist, ob es von Einzelnen erkannt und von ihrem Belieben gewollt werde oder nicht."

Birey insanlık için iyi şeyler düşünebilir. İnsanlığı kurtarmayı da isteyebilir. Ama düşünebileceği ve isteyebileceği en iyi şey onu kendi Özgürlüğüne doğru gelişmesi içinde özgür bırakmaktır. Süreç ancak özgürlüğü içinde kendine uygun ussal ve nesnel biçimleri bulacak ve onları üstlenecektir. Bireysel öznel duyuncun ve istencin Kendiliğindenlik dediği şeye karşı kendi özencini ileri sürmesi, Evrensel İstencin onun kendi tikel İstencinin biçimini almasını istemesi kendisinin Özgürlük bilincinden yoksun olduğunu gösterir ve ve bu Özgürlüksüzlük kendini Zor ve Şiddet yöntemlerinde anlatır.


‘‘Devlet bir sanat yapıtı değildir; dünyada, ama böylelikle özencin, olumsallığın ve yanılgının alanında durur’’ (§ 258, Ek).


Hegel / Tüze Felsefesi
  Hegel / Philosophie des Rechts (1821)

§ 258

§ 258

Felsefi irdeleme yalnızca bunlarda [tarihsel fenomenlerde] içsel olanla, yalnızca düşünülen Kavram ile ilgilenir. Bu kavram [Devlet kavramı] üzerine araştırma açısından Rousseau’nun değeri yalnızca biçimine göre değil (örneğin toplumsal-içgüdü ya da tanrısal yetke gibi birşey), ama içeriğe göre de Düşünce olan, aslında Düşünmenin kendisi olan bir ilkeyi, yani İstenci Devletin ilkesi olarak saptamış olmasında yatar. Ama Rousseau (daha sonra Fichte’nin de yaptığı gibi) istenci salt bireysel istencin belirli biçiminde aldığı ve evrensel istenci istencin kendinde ve kendi için ussal yanı olarak değil ama yalnızca bilinçli istenç olarak bu bireysel istençten ortaya çıkan ortak yan olarak gördüğü için, bireylerin Devletteki birliğini bir sözleşmeye indirger ki, böylelikle onların özençlerini, görüşlerini ve keyfi olarak verilen kesin onaylarını temel alır, ve bunu kendinde ve kendi için olan tanrısal öğeyi ve onun saltık yetke ve görkemini yokeden soyut Anlağın daha öte vargıları izler. Bu nedenle, gücü ele geçirdiklerinde, bu soyutlamalar bir yandan bildiğimiz kadarıyla insan soyunun tarihinde ilk kez büyük bir edimsel devletin anayasasının kalıcı ve verili olan herşeyle birlikte devrilmesi ve bundan sonra ona salt sanılarında ussal olanı temel yapmayı isteyenlerin düşünceleri yoluyla tepeden tırnağa yeniden kurulması gibi muazzam bir görüntü yaratmışlardır; öte yandan, ortada yalnızca İdeasız soyutlamalar bulunduğu için, bunlar [o Jacobenci] girişimi korkunun ve en yılgının doruğuna çıkarmışlardır.

Ek. ... Devletin var olması Tanrının dünyadaki yürüyüşüdür,* ve zemini kendini İstenç olarak edimselleştiren Usun gücüdür. .... Devlet bir sanat yapıtı değildir; dünyada, ama böylelikle özencin, olumsallığın ve yanılgının alanında durur; kötü davranış onu pekçok yandan biçimsizleştirebilir. Ama en çirkin insan, bir suçlu, bir hasta ve kötürüm bile her zaman yaşayan bir insandır; olumlu olan, yaşam eksikliklere karşın sürer, ve burada ilgilendiğimiz şey bu olumlu yandır.

— Die philosophische Betrachtung hat es nur mit dem Inwendigen von allem diesem, dem gedachten Begriffe zu tun. In Ansehung des Aufsuchens dieses Begriffes hat Rousseau das Verdienst gehabt, ein Prinzip, das nicht nur seiner Form nach (wie etwa der Sozialitätstrieb, die göttliche Autorität), sondern dem Inhalte nach Gedanke ist, und zwar das Denken selbst ist, nämlich den Willen als Prinzip des Staats aufgestellt zu haben. Allein indem er den Willen nur in bestimmter Form des einzelnen Willens (wie nachher auch Fichte) und den allgemeinen Willen nicht als das an und für sich Vernünftige des Willens, sondern nur als das Gemeinschaftliche, das aus diesem einzelnen Willen als bewußtem hervorgehe, faßte, so wird die Vereinigung der Einzelnen im Staat zu einem Vertrag, der somit ihre Willkür, Meinung und beliebige, ausdrückliche Einwilligung zur Grundlage hat, und es folgen die weiteren bloß verständigen, das an und für sich seiende Göttliche und dessen absolute Autorität und Majestät zerstörenden Konsequenzen. Zur Gewalt gediehen, haben diese Abstraktionen deswegen wohl einerseits das, seit wir vom Menschengeschlechte wissen, erste ungeheure Schauspiel hervorgebracht, die Verfassung eines großen wirklichen Staates mit Umsturz alles Bestehenden und Gegebenen nun ganz von vorne und vom Gedanken anzufangen und ihr bloß das vermeinte Vernünftige zur Basis geben zu wollen; andererseits, weil es nur ideenlose Abstraktionen sind, haben sie den Versuch zur fürchterlichsten und grellsten Begebenheit gemacht.

Zusatz. .. es ist der Gang Gottes in der Welt, daß der Staat ist, sein Grund ist die Gewalt der sich als Wille verwirklichenden Vernunft. ... Der Staat ist kein Kunstwerk, er steht in der Welt, somit in der Sphäre der Willkür, des Zufalls und des Irrtums; übles Benehmen kann ihn nach vielen Seiten defigurieren. Aber der häßlichste Mensch, der Verbrecher, ein Kranker und Krüppel ist immer noch ein lebender Mensch; das Affirmative, das Leben, besteht trotz des Mangels, und um dieses Affirmative ist es hier zu tun.

[*"der Gang Gottes" anlatımını Hegel payına bir suç unsuru olarak gösterme girişiminde Karl Popper doğal bilincin ateistik tepkisini dile getirmiştir. Hegel Tanrı sözcüğünü başka sayısız bağlamda da kullanır. Bu noktadaki önyargı Devletin yalnızca egemen sınıfın totaliter baskı aracı olduğu biçimindeki kavramsız ideolojik klişe üzerine beslenir. Hegel'in dizgesinde Totaliterlik bir Devlet olarak bile geçerli olmayacaktır, çünkü Devlet ussal Özgürlüğün edimselleşmesi iken, totaliter bir politik yapı tam olarak Özgürlüğün ve Ussallığın askıya alındıkları geçici bir kıpıdır. Popper'ın yorumunda ve benzerlerinde düşünceyi durduran bir misoloji, bir us nefreti vardır. Batı entellektüalizmi bütün bir yirminci yüzyıl boyunca bu paranoyaya teslim olmuştur.]  

MODERN TEKERKLER
Tekerklerin Devletteki güçlerinin azalması, İstençlerinin küçülmesi zorunlu olarak boşluğun Halkın istenci tarafından doldurulması değildir. Devletin sözcüğün gerçek anlamında Halkın İstenci ya da Demokrasi olabilmesinin zemini bireyin Yurttaş olmanın istencini ve bilincini kazanmasıdır. Yurttaş kendi İstencini Yasa yapan insandır.


Hegel / Estetik Üzerine Dersler

 

Hegel / Vorlesungen über Aesthetik (1821)

b. Bugünkü Prosaik Durumlar

b. Gegenwärtige prosaische Zustãnde

... Benzer olarak zamanımızın tekerkleri bundan böyle mitsel çağların kahramanları gibi bütünün kendi içinde somut olan doruğu değil, ama kendileri için daha şimdiden gelişmiş ve yasa ve anayasa tarafından az çok sağlamlaştırılmış kurumların içerisindeki soyut özeklerdir. Zamanımızın tekerkleri en önemli hükümet eylemlerini ellerinden çıkarmışlardır; bundan böyle kendileri hüküm vermezler, finans, yurttaşlık düzeni ve güvenliği bundan böyle kendi özel işleri değildir; savaş ve barış onların bireysel yönetim ve güçlerine ait olmayan genel uluslararası politik ilişkiler tarafından belirlenir; ve tüm bu sorunlarda en son, en yüksek karar onlara düşse de, buyrukların asıl içeriği bütününde istençlerinin bireyselliğine ait olmaktan çok daha önceden kendi için saptanmıştır, öyle ki monarşik öznel istencin doruğu evrensel ve kamusal sorunlar açısından yalnızca biçimsel bir türdendir.

... Ebenso sind die Monarchen unserer Zeit nicht mehr, wie die Heroen der mythischen Zeitalter, eine in sich konkrete Spitze des Ganzen, sondern ein mehr oder weniger abstrakter Mittelpunkt innerhalb für sich bereits ausgebildeter und durch Gesetz und Verfassung feststehender 13/253 Einrichtungen. Die wichtigsten Regentenhandlungen haben die Monarchen unserer Zeit aus den Händen gegeben; sie sprechen nicht selber mehr Recht, die Finanzen, bürgerliche Ordnung und Sicherheit sind nicht mehr ihr eigenes spezielles Geschäft, Krieg und Frieden werden durch die allgemeinen auswärtigen politischen Verhältnisse bestimmt, welche ihrer partikulären Leitung und Macht nicht angehören; und wenn ihnen auch in betreff auf alle diese Beziehungen die letzte, oberste Entscheidung zukommt, so gehört doch der eigentliche Inhalt der Beschlüsse im ganzen weniger der Individualität ihres Willens an, als er bereits für sich selber feststeht, so daß die Spitze des eigenen subjektiven monarchischen Willens in Rücksicht auf das Allgemeine und Öffentliche nur formeller Art ist.
   

Devlet ve Birey

Birey törel Kimliğinin özsel yanını Devlette bulur. Yasal belirlenimi onun bütün bir törel varlığında en yüksek derecede ussal olan yandır ve herşeyden önce bu karakteriyle uygardır, özgürdür, İstenci saltık olarak kendisinine aittir. Birey politik Kimliğinde doğa durumunda yaşamaz ama uygarlık içinde kendini gerçek kendisi yapma Özgürlüğünü bulur. Devletin onun kendi tözüyle bu birliği nedeniyle Devleti ancak onun kendisi kadar özgür, uygar ve ussaldır.

Buna göre Devlet bireyin özencine bağlı ve ondan ayrılabileceği dışsal bir kurum, onun özgür seçimine bağlı bir olumsallık değildir. Ona karşı çıkması salt bir sanıdır ve Devletin evrenselliğinin bilincinden yoksun olduğu sürece karşı çıktığı şey onun da törel tözünü oluşturan Devlet değil, ama onun özenci ile bağdaşmayan tikel, belirli Devlettir.



Türkiye Büyük Millet Meclisi

 

Atatürk Özgürlüğü Türk Tininin gerçek ilkesi olarak, uygarlığın tözü olarak, gelişimin gerçek zemini olarak, ve insan onur ve değerinin biricik kaynağı olarak gördü. Herhangi bir ideoloji ileri sürmedi. Özgün, öznel ve özel bir bakış açısı da aramadı. Yalın olarak Gerçek olanı, Doğru olanı ve Güzel olanı ileri sürdü. Bilimin, İnancın ve Sanatın bireysel özençten , keyfilkten ve zorbalıktan saltık olarak özgür olması gerektiğini gördü. Kendisi bilgisiyle, erdemiyle ve uygarlığı ile özgür modern karakterin birinci örneği oldu.

Modern Türk Devleti daha başından Demokrasi ereği ile kuruldu. Bu erek İmparatorluk tarafından üstlenilmediği için Devletin bir reformu değil ama devrilmesi zorunlu oldu ve yeni Devlet bütünüyle yeni bir yapı olarak ortaya çıktı.

Protestan Batı ile göreli olarak, Türk modernleşmesinin işi daha güçtür, çünkü bin yıl boyunca yerinden kıpırdamadan kendini yineleyen, tarihten, gelişimden, değişimden uzaklaşmış ve katı gelenekleri içine kapanmış, kültürün akışından yalıtılmış büyük bir köylü kitlesinin özgürleşmesini, gelişmesini ve büyümesini gerektirir.

Jean-Jacques Rousseau / TOPLUMSAL SÖZLEŞME YA DA POLİTİK HAKKIN İLKELERİ
  Jean-Jacques Rousseau / DU CONTRAT SOCIAL OU PRINCIPES DU DROIT POLITIQUE
KİTAP İKİ
BÖLÜM XI
ÇEŞİTLİ YASAMA DİZGELERİ

Yurttaş Özgürlüğünün ne olduğunu daha önce belirtmiştim; Eşitlik ile anlaşılması gereken şey güç ve varsıllık derecelerinin herkes için saltık olarak aynı olması değil, ama gücün her tür şiddeti dışlaması ve her zaman konum ve yasa dolayısıyla uygulanmasıdır; ve, varsıllık açısından, hiçbir yurttaşın hiçbir zaman bir başkasını satın almaya yetecek denli varsıl, ve hiç birinin kendini satmak zorunda kalacak denli yoksul olmamasını anlamalıyız. Bu ise büyükler payına mallarda ve alacaklarda ılımlılık, ve küçükler payına açgözlülükte ve isteklerde ılımlılık imler.15

15Devlete tutarlık vermeyi mi istiyorsunuz? O zaman aşırı uçları olanaklı olduğu ölçüde birbirine yaklaştırın; ne varsıllara ne de yoksullara izin verin. Doğal olarak ayrılmaz olan bu iki sınıf ortak iyi için eşit ölçüde ölümcüldür; birinden tiranlığın dostları, ötekinden tiranlar gelir; kamu özgürlüğünün satılığa çıkarılışı her zaman bunların arasında olur; biri satın alır, öteki satar.


Rousseau
LIVRE II
CHAPITRE XI
DES DIVERS SYSTEMES DE LEGISLATION

J’ai déjà dit ce que c’est que la liberté civile; à l’égard de l’égalité, il ne faut pas entendre par ce mot que les degrés de puissance et de richesse soient absolument les mêmes, mais que, quant à la puissance, elle soit au-dessous de toute violence et ne s’exerce jamais qu’en vertu du rang et des lois, et, quant à la richesse, que nul citoyen ne soit assez opulent pour en pouvoir acheter un autre, et nul assez pauvre pour être contraint de se vendre. Ce qui suppose du côté des grands modération de biens et de crédit, et du côté des petits, modération d’avarice et de convoitise.15

15Voulez-vous donc donner à l’Etat de la consistance? rapprochez les degrés extrêmes autant qu’il est possible: ne souffrez ni des gens opulents ni des gueux. Ces deux états, naturellement inséparables, sont également funestes au bien commun; de l’un sortent les fauteurs de la tyrannie et de l’autre les tyrans; c’est toujours entre eux que se fait le trafic de la liberté publique; l’un l’achète et l’autre la vend.


Modern Devlet ve Ön-Modern Devlet
Devlet dünyanın milyarları için ya henüz yalnızca boyun eğilecek dışsal bir egemendir (örneğin Çin), ya da henüz törel yaşama bile dokunmayan uzak bir realitedir (Hindistan).

Tarihte ilk kez Modern Devlet bireyin Yurttaş olarak İstencinin anlatımıdır. Modern Devleti önceleyen tüm Devletlerde halktan ayrı olan ve Yasaları kendisi belirleyen tikel bir İstenç Egemendir. Bu evrede İnsanın özgür olduğunun, varoluşun ereği olduğunun bilinci yoktur, ve Özgürlüğün bu bilinçsizliğinde Yasa egemenin buyruğudur — egemenin türeli, erdemli, sağgörülü olmasına ya da olmamasına bakılmaksızın. Özgürlük bilincinin ilk kez ileri sürüldüğü dönem bu ilkenin bilinçlerde ve törel yaşamın bütününde doğrudan doğruya olgusallaşması demek değildir. Yeni özgürlük ilkesinin gelenek bilincini yenmesi, kültürü eskimiş biçimlerinden arındırması ve bireyi gerçek değer olarak alan yeni bir törelliğin örgütlenmesi mantıksal, ideal alanda değil, reel alanda, Zamanda yer alır. Bu süreç Dünya Tarihinin son dört yüzyılına damgasını vuran özgürlükler kavgasıdır.

Platon'un Devleti özgür İstenci ve Duyuncu olmayan kent halk için tasarlanmış bir idealdi ve hiçbirşey insanlık için böyle erken bir evrede Devletin eğitimsizler tarafından olmak yerine bilgeler tarafından yönetilmesi isteminden daha ussal olamazdı. Platon'un çağında henüz bilince yükselmemiş olan gerçeklik insanın özsel olarak özgür olduğu ve Devletinin ve bütün bir törel yaşamının da buna göre yapılanması gerektiği olgusuydu. Yasalar sorgulanmadan kabul edilen ve nereden geldikleri bilinmeyen törel belirlenimlerdi. İlkin Sokrates Devleti de kapsayan tüm Törelliği Duyuncun sorgulaması altına getirdi. Sorgulama Rousseau'da tamamlandı, ve yanıt Yasaların kökeninin İstenç olduğu ve İstencin özsel olarak özgür olduğunun, her insanın doğal olarak özgür olduğunun bilinciydi.

Roma Devleti de başlangıçta Yunan kent-devletlerinde olduğu gibi bir Krallıktı, ve bir Etrüsk olan yedinci kralın sürülmesinden sonra Cumhuriyete geçildi. Cumhuriyet Roması soylu patrisyenler tarafından oluşturulan Senato tarafından yönetildi ve bir süre sonra plebler politik güce yalnızca Senato kararlarını veto edebilme yetkisi ile donatılı bir pleb trübün yoluyla katıldılar. İmparatorluk Roması Cumhuriyette orduların da politik Güce ortak olmalarıyla çoğalan ve kendi aralarında çarpışan Güç odaklarının toplumsal yapıyı dağılma noktasına getirmesine bir karşılık olarak doğdu. İmparatorluk tini bir tür evrensel istenç olarak Devleti güçlendirdi, barış, türe ve güvenliği sağladı ve Justinian'ın Yasalarında doruğuna ulaşan bir tüzelleşme sürecini tamamladı.

Osmanlı İmparatorluğu da benzer olarak çok uluslu bir Devletti, Yasa tarafından yönetiliyordu, ve Roma İmparatorluğunun kalıtı yoluyla tarihsel sürekliliğe aitti. Avrupa'da Roma İmparatorluğunun boşluğu bir süre için Charlemagne'ın güçsüz devleti tarafından ve onun da çözülmesinen sonra yasasız Germanik feodalizm tarafından dolduruldu, çünkü Germenlerin politik bir gelişimleri ve deneyimleri yoktu.


Hegel / Tüze Felsefesi

 

Hegel / Philosophie des Rechts (1821)

§ 258

§ 258
Ek. Devlet kendinde ve kendi için törel bütündür, özgürlüğün edimselleşmesidir ve özgürlüğün edimsel olması usun saltık ereğidir. Devlet Tindir ki dünyada durur ve kendini bilinçli olarak onda olgusallaştırır; buna karşı Tin Doğada kendini yalnızca kendi başkası olarak, uyuyan Tin olarak edimselleştirir. Tin ancak bilinçte bulunduğu zaman, ancak kendini varolan bir nesne olarak bildiği zaman Devlettir. Özgürlükte bireysellikten, tekil özbilinçten değil, ama yalnızca özbilincin özünden yola çıkmalıyız, çünkü insan onu bilsin ya da bilmesin, bu öz kendini bağımsız güç olarak olgusallaştırır ki, onda tekil bireyler yalnızca kıpılardır: Devletin olması Tanrının dünyadaki ‘yürüyüşü’dür, ve zemini kendini İstenç olarak edimselleştiren Usun gücüdür Devlet İdeasında göz önüne alınması gereken şey tikel devletler, tikel kurumlar değildir; tersine, İdea, bu edimsel Tanrı, kendi uğruna irdelenmelidir. Kişinin kendi ilkelerine göre, pekala her Devletin kötü olduğu gösterilebilir, her Devlette şu ya da bu eksikliğin bulunduğu saptanabilir; ve gene de bu eğer çağımıza ait gelişmiş bir Devletse, her zaman varoluşunun özsel kıpılarını kendi içinde taşır. Ama eksiklik bulmak olumlu olanı kavramaktan daha kolay olduğu için, kolayca Devletin tekil yanlara takılarak iç örgenliğini gözden kaçırma yanılgısına düşebiliriz. Devlet bir sanat yapıtı değildir; dünyada, ama böylelikle özencin, olumsallığın ve yanılgının alanında durur; kötü davranış onu pekçok yandan biçimsizleştirebilir. Ama en çirkin insan, bir suçlu, bir hasta ve kötürüm bile her zaman yaşayan bir insandır; olumlu olan, yaşam eksikliklere karşın sürer, ve burada ilgilendiğimiz şey bu olumlu yandır.
Zusatz. Der Staat an und für sich ist das sittliche Ganze, die Verwirklichung der Freiheit und es ist absoluter Zweck der Vernunft, daß die Freiheit wirklich sei. Der Staat ist der Geist, der in der Welt steht und sich in derselben mit Bewußtsein realisiert, während er sich in der Natur nur als das Andere seiner, als schlafender Geist verwirklicht. Nur als im Bewußtsein vorhanden, sich selbst als existierender Gegenstand wissend, ist er der Staat. Bei der Freiheit muß man nicht von der Einzelheit, vom einzelnen Selbstbewußtsein ausgehen, sondern nur vom Wesen des Selbstbewußtseins, denn der Mensch mag es wissen oder nicht, dies Wesen realisiert sich als selbständige Gewalt, in der die einzelnen Individuen nur Momente sind: es ist der Gang Gottes in der Welt, daß der Staat ist, sein Grund ist die Gewalt der sich als Wille verwirklichenden Vernunft. Bei der Idee des Staats muß man nicht besondere Staaten vor Augen haben, nicht besondere Institutionen, man muß vielmehr die Idee, diesen wirklichen Gott, für sich betrachten. Jeder Staat, man mag ihn auch nach den Grundsätzen, die man hat, für schlecht erklären, man mag diese oder jene Mangelhaftigkeit daran erkennen, hat immer, wenn er namentlich zu den ausgebildeten unserer Zeit gehört, die wesentlichen Momente seiner Existenz in sich. Weil es aber leicher ist, Mängel aufzufinden, als das Affirmative zu begreifen, verfällt man leicht in den Fehler, über einzelne Seiten den inwendigen Organismus des Staates selbst zu vergessen. Der Staat ist kein Kunstwerk, er steht in der Welt, somit in der Sphäre der Willkür, des Zufalls und des Irrtums; übles Benehmen kann ihn nach vielen Seiten defigurieren. Aber der häßlichste Mensch, der Verbrecher, ein Kranker und Krüppel ist immer noch ein lebender Mensch; das Affirmative, das Leben, besteht trotz des Mangels, und um dieses Affirmative ist es hier zu tun.

Feodalizm
Feodalizmden zaman zaman bir Devlet olarak söz edildiğini görürüz. Feodalizmin bir bağımlılık ilişkisi olduğu ve serflerin Kişiler olarak görülemeyecekleri düzeye dek, Feodalizm devlet olan şeyin tam tersini, bir Devletin yokluğunu anlatır. Orada bir politik erkten söz edilebileceği düzeye dek, bu derebeyinin Özenci ve serflerin yarı-özgür ve dolayısıyla yarı-insan olmaları olgusu üzerine dayanır. (Geliştirilecek.)

Totaliter Devlet

Bütüncülcü Devlet törel yaşamın bütününün tek bir politik İstenç tarafından belirlenmesini anlatır. Özgürlüğün evrensel bastırılışı olarak görünür. Ama Özgürlüğün tersinmez olması ölçüsünde, bütüncülcülük ancak henüz Özgürlük bilincini kazanmamış kültürlerde olabilir, ve Nazizm deneyimi ve Almanya'nın bugün de Bağlaşık devletlerin denetiminde ve egemenliğinden yoksun olması modern Avrupa da bile Köleliğin henüz Özgürlük bilincine bir gözdağı olarak sürmekte olduğunu gösterir.

Totaliter devlet ancak İstenci olmayan, Hakkının bilincinde olmayan, Özgür olmayan erdemsiz bir halkın katlanması olanaklı bir boyuneğme kipidir. Onu yalnızca birkaç despotun gücü olarak görmemek gerekir. En kötü devlet bile eğer Devlet ise ancak uyrukların bilincinde öyledir.

 

Jean-Jacques Rousseau / TOPLUMSAL SÖZLEŞME YA DA POLİTİK HAKKIN İLKELERİ
  Jean-Jacques Rousseau / DU CONTRAT SOCIAL OU PRINCIPES DU DROIT POLITIQUE
KİTAP BİR
BÖLÜM II
İLK TOPLUMLAR
...
O zaman Grotius’a göre insan soyunun mu yüz insana ait olduğu, yoksa yüz insanın mı insan soyuna ait olduğu kuşkuludur; ve bütün kitabı boyunca eğilimi birinci görüşten yana olmuş görünür, ki bu Hobbes’un da duygusudur. Buna göre insan türü her biri başında onları yemek için koruyan kendi şefi ile birçok sığır sürüsüne bölünür.
...
Filon bize İmparator Caligula’nın böyle uslamlama yaptığını ve o andırıma göre ya kralların tanrılar ya da halkların hayvanlar oldukları vargısını çıkardığını bildirir.
Caligula’nın uslamlaması Hobbes’un ve Grotius’un uslamlamaları ile anlaşır. Aristoteles ikisinden de önce insanların hiçbir biçimde doğal olarak eşit olmadıklarını, ama kimilerinin kölelik için, başkalarının efendilik için doğduklarını söylemişti.
Aristoteles haklıydı; ama etkiyi neden yerine aldı. Hiçbirşey kölelikte doğan her insanın kölelik için doğduğundan daha pekin olamaz. Köleler zincirlerinde herşeylerini, giderek onlardan kurtulma isteğini bile yitirirler; köleliklerini sever olurlar, tıpkı Odysseus’un yoldaşlarının hayvanlıklarını sevmeleri gibi. Eğer doğal olarak köleler varsa, bunun nedeni doğaya aykırı kölelerin olmuş olmasıdır. Zor ilk köleleri yaptı; korkaklıkları durumu sürdürdü.
Rousseau
LIVRE PREMIER
CHAPITRE II
DES PREMIERES SOCIETES

...Il est donc douteux, selon Grotius, si le genre humain appartient à une centaine d’hommes, ou si cette centaine d’hommes appartient au genre humain, et il paraît dans tout son livre pencher pour le premier avis: c’est aussi le sentiment de Hobbes. Ainsi voilà l’espèce humaine divisée en troupeaux de bétail, dont chacun a son chef, qui le garde pour le dévorer.
Ainsi raisonnait, au rapport de Philon, l’empereur Caligula; concluant assez bien de cette analogie que les rois étaient des dieux, ou que les peuples étaient des bêtes.
Le raisonnement de ce Caligula revient à celui d’Hobbes et de Grotius. Aristote avant eux tous avait dit aussi que les hommes ne sont point naturellement égaux, mais que les uns naissent pour l’esclavage et les autres pour la domination.
Aristote avait raison, mais il prenait l’effet pour la cause. Tout homme né dans l’esclavage naît pour l’esclavage, rien n’est plus certain. Les esclaves perdent tout dans leurs fers, jusqu’au désir d’en sortir; ils aiment leur servitude comme les compagnons d’Ulysse aimaient leur abrutissement. S’il y a donc des esclaves par nature, c’est parce qu’il y a eu des esclaves contre nature. La force a fait les premiers esclaves, leur lâcheté les a perpétués.

Hobbes ve Sözleşme Temelli Devlet Kuramı
Thomas Hobbes
(1588-1679)
Thomas Hobbes'un felsefesi bir kişisel gözlemler ve görüşler derlemidir. Bütünüyle görgüldür. Eğer bilincin altyapının bir yansıması olduğu görüşünde bir doğruluk payı varsa — ki gündelik yaşantımızdan bildiğimiz gibi elbette vardır —, Hobbes doğal bilincin bu bilinçsiz olguculuğunun en çarpıcı örneklerinden ve kanıtlarından birini verir. Ama Kavramın kendisinin Realitenin bir yansıması olmadığı, tersine, Kavramın kendisinin kendini şu ya da bu düzeye dek Realite olarak belirlediği, a priori olduğu doğru ise, Hobbes'un düşünceleri Kavramın açınımını değil, yalnızca kötü bir realitenin yansımasını formüle eder. Hobbes kendi zamanının bir çözümlemesini üretti. Ve bunun felsefeden uzaklığı zamanının gerçek Törellikten uzaklığının bir ölçüsünü verir.

Hobbes'un (1588-1679) Devlet kuramı baştan sona pozitiftir. Bu kuramda Devlet insanın düşmanı olan bir canavardır ("Leviathan"), ve bu algıdan türettiği Devtet kuramı gördüğü ve bir parçası olmaktan kaçınamayacağını düşündüğü yasasızlığın ötesine geçmez. Bellum omnium contra omnes, herkesin herkese karşı savaş durumu için politik çözüm olarak insanların bir sözleşme yoluyla her konuda karar verecek ve kendisinden hesap sorulamayacak bir Egemene boyun eğmeleri gerektiğini ileri sürer. Bu sözleşme yapılmadığı ya da sona erdiği zaman kaçınılmaz olarak iç savaştan ayrı olmayan olmayan bir 'doğa durumu'na düşülecektir.

Hobbes insanı tutkularından özgür olamayan ve her zaman onlar tarafından güdülen bir hayvan türü olarak görür. İnsan sürekli olarak öz-çıkar ve doyum peşinde koşmakta ve bunun geçiciliği nedeniyle her zaman baştan başlamaktadır. Bu "felsefe"ye göre İnsan moral bir varlık değildir, çünkü biricik ve karşı koyamadığı güdüsü öz-çıkardır. İnsana Özgürlüğü yadsımak onu kendi istenci ve duyuncu olan bir varlık olarak yadsımaktır. Bu ise insanın moral bir varlık olmadığı, Rousseau'nun yukarıda sözünü ettiği bir "hayvan sürüsü"ne ait olduğu vargısına götürür. Durumun bugün de böyle ve insanlığın bir hayvan sürülerinden oluşan bir kalabalık olduğunu ileri süren yazarlar vardır (örneğin aşağıdaki linkte olduğu gibi).

Hobbes'un bakış açısı bir sözleşme ilişkileri alanı olan ve böylece birincil olarak bir gereksinimler dizgesi, Ekonomi dediğimiz etkinliklerin bütününden başka birşey olmayan Toplumu Devlet ile karıştırır. Bir gereksinimler dizgesi olarak Toplumda insanlar arasındaki ilişki bir öz-çıkar ilişkisidir ve kişiler birbirleri için birer erek değil ama birer araçtır. Devleti Toplumsal Sözleşme üzerine dayandırma yanılgısı Rousseau'nun da Devlet kuramını boşa çıkaran etmendir.



"Hobbes is the founding father of modern political philosophy. ... we still live in the world that Hobbes addressed head on." Gene de öyle görünür ki, Thomas Hobbes'un dünyası Rousseau'nun deyimiyle bir "un troupeau de bétail" gibi birşeydir.
Daha sonra yazan John Locke Hobbes'un bu karanlık bakış açısını kabul etti ve ona zamanla bütünüyle ironik olarak "liberalizm" adı verildi. İnsan bir hayvan olduğuna göre ona bu niteliğine göre davranılabilirdi — sömürülebilir, ezilebilir, köleleştirilebilir, ve gerektiğinde hiç duraksamadan yokedilebilirdi. İnsanın öz-sakınıma eğilimli olduğu doğrudur. Ama Hobbes ve onun izinde yürüyenler bundan insanın birincil olarak dürtüsel bir varlık olduğu vargısını çıkarmanın ötesine gitmediler. Bu irrasyonalizm ve insanın moral yeteneksizliği zemininde, bir Törellik olanaksızdır.

Thomas Hobbes / Leviathan. Kilisenin ve Yurttaşların Bir Ortak-Gönencinin Özdek, Biçim ve Gücü
  Thomas Hobbes / Leviathan. The Matter, Forme and Power of a Common-wealth
Ecclesiasticall and Civil (1651)

GİRİŞ

INTRODUCTION

DOĞAYA (Tanrının dünyayı onunla yaptığı ve yönettiği sanat) insan sanatı tarafından, başka birçok şeyde olduğu gibi, yapay bir hayvan yapmada da öykünülebilir. Çünkü yaşam yalnızca başlangıçları içerideki birincil bir parçada olan kol ve bacakların bir devimi olduğuna göre, niçin tüm otomatların (bir saat gibi yaylar ve çarklar yoluyla kendileri devinen motorların) yapay bir yaşamları olduğunu söyleyemeyelim? Çünkü yürek bir yaydan başka nedir; ve sinirler Zanaatçı tarafından amaçlandığı gibi bütün bedene devim veren birçok yaydan başka? Sanat daha da öteye gider ve Doğanın o ussal ve en eşsiz yapıtına öykünür. Çünkü sanat COMMONWEALTH ya da DEVLET (Latince'de CIVITAS) denilen o büyük LEVIATHAN'ı yaratır ki, ancak yapay bir insandır, gerçi korunması ve savunması için amaçlandığı doğal insandan daha büyük bir yapıda ve güçte olsa da; ki onda egemenlik bütün bedene yaşam ve devim veren yapay bir ruhtur; ve başka yargı ve yürütme memurları ve görevlileri ise yapay eklemlerdir; ödül ve ceza (ki egemenliğin koltuğuna bağlanan her eklem ve üye ödevini yapmak için onlarla devindirilir) doğal bedende aynı şeyi yapan sinirlerdir; tüm tikel üyelerin gönençleri ve varsıllıkları güçtür; salus populi (halkın güvenliği) onun işidir; bilmesi gereken tüm şeyleri ona öneren danışmanlar bellektir; hak ve yasalar yapay bir us ve istençtir; uyum sağlık, ayartılma hastalık, ve iç savaş ölümdür. Son olarak, bu politik bedenin parçalarını ilk kez yapan, biraraya getiren ve birleştiren bağıtlar ve antlaşmalar o kararı, ya da Yaratılışta Tanrı tarafından bildirilen 'İnsan yapalım'ı andırırlar.
NATURE (the art whereby God hath made and governs the world) is by the art of man, as in many other things, so in this also imitated, that it can make an artificial animal. For seeing life is but a motion of limbs, the beginning whereof is in some principal part within, why may we not say that all automata (engines that move themselves by springs and wheels as doth a watch) have an artificial life? For what is the heart, but a spring; and the nerves, but so many strings; and the joints, but so many wheels, giving motion to the whole body, such as was intended by the Artificer? Art goes yet further, imitating that rational and most excellent work of Nature, man. For by art is created that great LEVIATHAN called a COMMONWEALTH, or STATE (in Latin, CIVITAS), which is but an artificial man, though of greater stature and strength than the natural, for whose protection and defence it was intended; and in which the sovereignty is an artificial soul, as giving life and motion to the whole body; the magistrates and other officers of judicature and execution, artificial joints; reward and punishment (by which fastened to the seat of the sovereignty, every joint and member is moved to perform his duty) are the nerves, that do the same in the body natural; the wealth and riches of all the particular members are the strength; salus populi (the people's safety) its business; counsellors, by whom all things needful for it to know are suggested unto it, are the memory; equity and laws, an artificial reason and will; concord, health; sedition, sickness; and civil war, death. Lastly, the pacts and covenants, by which the parts of this body politic were at first made, set together, and united, resemble that fiat, or the Let us make man, pronounced by God in the Creation.

LEVIATHAN


Hegel / Tüze Felsefesi
  Hegel / Philosophie des Rechts (1821)
§ 259 § 259
Ek. Devlet edimsel olarak özünde bireysel Devlettir ve daha da ötesi tikel Devlettir. Bireysellik tikellikten ayırdedilmelidir: Bireysellik Devletin İdeasının kendisinin kıpısı iken, buna karşı tikellik Tarihe aittir. Devletler böyle olarak birbirlerinden bağımsızdırlar, ve ilişki öyleyse ancak dışsal bir ilişki olabilir, öyle ki üzerlerinde bağlayıcı bir üçüncü olmalıdır. Bu üçüncü ise Tindir, ki kendine Dünya Tarihinde edimsellik verir ve Devletler üzerindeki saltık Yargıçtır. Pekala birçok Devlet bir birlik olarak başkaları üzerinde bir mahkeme oluşturabilir, örneğin Kutsal Bağlaşma gibi devletler-arası birlikler ortaya çıkabilir; ama bunlar her zaman yalnızca göreli ve sınırlıdırlar, tıpkı Sürekli Barış gibi. Kendini her zaman tikele karşı geçerli kılan biricik saltık Yargıç kendinde ve kendi için olan Tindir ki, kendini Dünya Tarihinde evrensel olarak ve etkin Cins olarak sergiler.
Zusatz. Der Staat als wirklich ist wesentlich individueller Staat und weiter hinaus noch besonderer Staat. Die Individualität ist von der Besonderheit zu unterscheiden: sie ist Moment der Idee des Staates selbst, während die Besonderheit der Geschichte angehört. Die Staaten als solche sind unabhängig voneinander, und das Verhältnis kann also nur ein äußerliches sein, so daß ein drittes Verbindendes über ihnen sein muß. Dies Dritte ist nun der Geist, der sich in der Weltgeschichte Wirklichkeit gibt und den absoluten Richter über sie ausmacht. Es können zwar mehrere Staaten als Bund gleichsam ein Gericht über andere bilden, es können Staatenverbindungen eintreten, wie z. B. die Heilige Allianz, aber diese sind immer nur relativ und beschränkt, wie der ewige Frieden. Der alleinige absolute Richter, der sich immer und gegen das Besondere geltend macht, ist der an und für sich seiende Geist, der sich als das Allgemeine und als die wirkende Gattung in der Weltgeschichte darstellt.

Jean-Jacques Rousseau / TOPLUMSAL SÖZLEŞME YA DA POLİTİK HAKKIN İLKELERİ
  Jean-Jacques Rousseau / DU CONTRAT SOCIAL OU PRINCIPES DU DROIT POLITIQUE
KİTAP BİR
BÖLÜM III
MONARŞİ
...
Machiavelli dürüst bir insan ve iyi bir yurttaştı; ama Medici Sarayına bağlı olduğu için ülkesinin yaşadığı zulmün ortasında özgürlük sevgisini perdelemek zorunda kaldı. İğrenç kahramanı Caesar Borgia’nın seçimi gizli niyetini yeterince açıkça gösterir; ve Prens’in düzgüleri ve Livius Üzerine Söylemler’in ve Florence’ın Tarihi’nin düzgüleri arasındaki karşıtlık bu derin politik düşünürün şimdiye dek yalnızca yüzeysel ya da yozlaşmış okurlar tarafından incelenmiş olduğunu gösterir. Roma Sarayı kitabı sert bir biçimde yasakladı; buna inanıyorum, çünkü kitap Sarayı bütün çıplaklığı ile betimler.
Rousseau
LIVRE PREMIER
CHAPITRE VI
DE LA MONARCHIE

Machiavel était un honnête homme et un bon citoyen: mais attaché à la maison de Médicis il était forcé dans l’oppression de sa patrie de déguiser son amour pour la liberté. Le choix seul de son exécrable héros manifeste assez son intention secrète et l’opposition des maximes de son livre du Prince à celles de ses discours sur Tite-Live et de son histoire de Florence démontre que ce profond politique n’a eu jusqu’ici que des lecteurs superficiels ou corrompus. La cour de Rome a sévèrement défendu son livre, je le crois bien; c’est elle qu’il dépeint le plus clairement. (Edition de 1782).
   
KİTAP ÜÇ
BÖLÜM XII
EGEMEN YETKE KENDİNİ NASIL SÜRDÜRÜR

Son sayım Roma’da eli silah tutan dört yüz bin yurttaş olduğunu gösterdi; ve İmparatorluğun nüfusunun son sayımı uyruklar, yabancılar, kadınlar, çocuklar ve köleler dışında dört milyonu aşkın yurttaş bulunduğunu gösterdi.

LIVRE III
CHAPITRE XII
COMMENT SE MAINTIENT L’AUTORITE SOUVERAINE

Le dernier cens donna dans Rome quatre cent mille citoyens portant armes, et le dernier dénombrement de l’Empire plus de quatre millions de citoyens sans compter les sujets, les étrangers, les femmes, les enfants, les esclaves.

 
 
 
İdea Yayınevi / Hegel’in Nesnel Tin Dizgesi / Aziz Yardımlı / 2014