İdea Yayınevi / Mantık Bilimi
site haritası  
 
Anlak / Aziz Yardımlı
Anlama Yetisi (Anlak; Zekâ)

Anlama uslamlama ile bir değildir. Anlak (ya da Anlama Yetisi, Zekâ) evrenselin yetisidir. Anlama duyumsama ve algılama değildir ve salt duyumun ve duyusal-algının tekilliğinin üstünde ve ötesinde, düşünmenin gerçek öğesinin, evrenselin, ama soyut evrenselin işlevidir. Anlak nesnesini evenselleştirir, ya da daha doğrusu Anlağın nesnesini evrenselleştirmesi nesnenin Anlağın kendi kaynakları tarafından üretilmesidir. Anlama nesnenin anlığa alınması, 'ansallaştırılması,' düşüncenin evrensel öğesinde belirlenmesidir. Anlak nesnesinde gerçekte yalnızca ve yalnızca kendini anlar, çünkü anlama Anlağın kendi kategorilerinin işlevidir.

Anlak ve Çelişki
Anlama bir şeyin neden ya da etki, bir ya da çok, öz ya da biçim, nitelik ya da nicelik, bağıntı ya da yalınlık, olumlu ya da olumsuz vb. olarak evrenselin düzlemine alınmasıdır. Anlama karşıtlıktan nefret eder, çünkü anlama sonluluk kipindeki evrenselin, bir tekile indirgenmiş görülen evrenselin işlevidir. Birşeyin anlağı onun ya neden ya da etki, ya öz ya da biçim vb. olduğunu düşünür. Anlak bir nedenin neden olarak o denli de etki vb. olduğunu düşünmez.

Anlama yetisi Özdeşlik İlkesine göre etkindir, ya da anlak çelişkiyi yadsır. Gerçekten de sıradan, olağan, analitik düşünmede birşeyin kendisi olduğunu ve başkası olmadığını doğrularız.

Anlağın felsefe tarihinde en güçlü doğrulanışını Parmenides'te görürüz. Varlık vardır, ve Yokluk yoktur. İkisi birbirini saltık olarak dışlayan belirlenimlerdir. Eğer görüngü dünyası çelişkinin varlığını doğruluyorsa, eğer birşeyin iki karşıt yüklemi birden taşıdığı, eğer Görüngünün yalnızca var değil ama yok da olduğu, Varlığı olduğu gibi Yokluğu da kapsadığı gösteriliyorsa, o zaman Görüngü gerçek değildir, yalnızca bir sanı ya da görüştür, bir doksadır. Eleatikler analitik düşünceyi olduğu gibi diyalektiği de kavrayan derin düşünürlerdi. Görüngünün gerçek olmadığını ileri sürmede Herakleitos kadar haklı idiler. Yanıldıkları özsel nokta diyalektiği, karşıtların birliğini yalnızca görüngüye, gerçek olmayana, var olmayana, özneye sınırlı bir belirlenim olarak görmeleriydi.

Birşey salt kendisi ise, aynı zamanda başkası da değilse, tüm değişim yadsınır, çünkü değişim Birşeyden Başkasına bir geçiştir, ve bu Oluş süreci Birşeyin aynı zamanda Başkası da olması ile olanaklıdır. Birşey = Birşey, A = A denklemi, bu anlak özdeşliği Birşeyin sonsuza dek Birşey kalmasını gerektirir.

Parmenides tüm varlığın özdeşlik olduğunu, hiçbir ayrım, hiçbir çokluk, hiçbir boşluk, hiçbir yokluk, hiçbir olumsuzlama içermediğini düşünüyordü. Zenon çokluğun, ayrımın, çelişkinin yalnızca bir sanı olduğunu, hiçbir olgusallığının olmadığını tanıtlayan sayısız tanıtlama geliştirdi. Devimin karşıtı ile, Dinginlik ile birliği içerdiğini gösterdi ve buna göre devimin olmadığını çünkü çelişkinin olgusal olmadığını düşünüyordu. Herakleitos diyalektiğin yalnızca öznel dünyaya değil, nesnelliğe de ait olduğunu kavrayan ilk düşünür oldu.

Anlak bireysel duyumlar ile değil ama evrenseller ile ilgilenir. Anlaşılan duyumsanan değildir. Anlaşılan tekil duyulurun düşünsel özü, fenomenin özselliğidir. Anlaşılan Benin doğasına götürülür. Ben ise bu tekil Ben değil ama evrensel Ben, aslında evrenselin kendisidir.

Us
Bilinç Us değildir. Us kavramın öznelliğinin onun nesnelliği ile birliğidir. Daha açık olarak, ussal olan var olan ile birdir, salt kendinde değil ama edimsel olandır, ve doğal us bile onun için ussal olmayanın edimselliğinin ileri sürülmesini mantıksız görerek bunu olanaklı en büyük dikbaşlılıkla yadsır. Us yeteneği kavram yeteneğidir, ve ussallık doğal bilinç için kavramın biricik edimsellik, biricik gerçek varlık olduğunun sezgisidir. Felsefenin usu öznellik ve nesnelliğin birliği olarak açındırması doğal bilincin bu bilinçsiz kanısının bilincidir.

Evrenin özünün Us olduğu önesürümü (Anaxagoras) onun özünün bilinç olduğu, olgusal evrenin öznel bilinç tarafından yaratıldığı anlamına gelmez (Özdekçi bakış açısından düşünen Friedrich Engels böyle anlar). Varlığın ussallığı felsefenin bakış açısıdır. Ama ussallığı salt öznellik olarak görmek görgücülüğe aittir ve onun bakış açısından Varoluşun ussallığı onun öznelliği, bir görüngü olması anlamına gelir.

Us ile karşıtlık içinde anlama yetisi ya da anlak salt öznelliktir. Anlağın evrenselin nesnelliğini yadsıması nesnelliği duyusal, özdeksel, dışsal olarak almasına bağlıdır. Evrensel hiç kuşkusuz özneldir. Ama yalnızca öznel değil. Evrensel öznel olmasından daha yüksek ve güçlü bir anlamda nesneldir çünkü özneye bağımlı değildir.

Anlak Analitiktir.
A-MB. § 80
Ek. ... "Anlağın etkinliği genel olarak içeriğine evrensellik biçimi vermekten oluşur; ve dahası Anlak yoluyla koyulan evrensel soyut bir evrenseldir ki, böyle olarak katı bir biçimde tikelin karşısında tutulur, ama bu yolla aynı zamanda kendisi de yine bir tikel olarak belirlenir. Nesnelerine karşı ayrıştırıcı ve soyutlayıcı bir yolda davranan Anlak bu nedenle her zaman somut olanla ilgilenen ve onda durup kalan dolaysız sezginin ve duyumun karşıtıdır."

Analitik düşünme yetisi anlığın zorunlu bir işlevidir ve entellektüel etkinlikte bu yetinin zorunlu ve özsel bir yeri vardır. Herşeyden önce analitik düşünme diyalektik düşünmenin başlangıç noktasıdır. Bunun dışında, analitik düşünme kendi uğruna da zorunludur, çünkü deneyimin sentezini öğelerine ayrıştırmak ve onları derin düşüncenin dışsal da olsa bağıntılama işlevine sunmak ancak anlağın soyutlama işlevi yoluyla temelinde olanaklı olur.

Anlağın Özdeşliğe takılması analitik düşünmenin doğasından gelir, çünkü bu düşünme analitik ya da soyut evrenseli nesnesi olarak alır ve bu ise başkası değil ama yalnızca kendisidir:'A = A.

Anlak Ayırıcı, Soyutlayıcı Derin-Düşünmedir. 
Derin düşünce gerçekten de dolaysız duyusal nesnellik alanını aşan, Öz alanına giren düşüncedir. Gerçekten de bu derinlikte evrenselle ile ilgilenir, çünkü onları dışsal bağıntılarından soyutlar, yalıtılmış olarak ele alır. Ama derin düşüncenin mantığı, bağıntılama etkinliği dışsallık mantığıdır ve hangi kavramın hangi kavram ile bağlanacağına karar verirken davranışını sağın diyalektik düşünce değil, ama bütünüyle öznel ölçütleri belirler.

Hegel bu pasajda Kant'ın bu analitik düşüncesinin daha sonra kendini gösterecek olan pozitivizm ile akrabalığına da değinir. Bu sağlam sağduyu Usa karşı dönerek bilginin içeriğini ancak ve ancak duyusal algıdan türettiğini ileri sürer. Pozitivizm son ölçütü olarak duyu verilerini (protokol tümceleri) aldığı zaman gerçekte bütünüyle öznel olana dayanmakta olduğunu anlamayan düşünce saflığıdır.

MB (B) Giriş.
Mantığın Genel Kavramı

Ama derin-düşünen anlak felsefeyi denetimi altına aldı. Başka bakımlardan bir belgi olarak kullanılan bu anlatımın neyi anlattığını sağın olarak bilmemiz gerekir; onunla genel olarak soyutlayıcı ve dolayısıyla ayırıcı ve ayırmasında direten anlak anlaşılır. Usa karşı döndüğünde sıradan sağduyu olarak davranır ve gerçekliğin duyusal olgusallık üzerine dayandığı, düşüncelerin yalnızca düşünceler olduğu, ve bunun ilkin duyusal algının onlara içerik ve olgusallık vermesi anlamında böyle olduğu, usun kendinde ve kendi için kaldığı sürece yalnızca beynin kuruntularını ürettiği görüşünü dayatır. Usun bu kendini yadsıması üzerine gerçeklik kavramı yiter; us yalnızca öznel gerçekliği, yalnızca görüngüleri, yalnızca olgunun kendisinin doğasının karşılık düşmediği birşeyi bilmeye sınırlanır; bilme geriye sanıya indirgenir.

WL. Einleitung.
Allgemeiner Begriff der Logik

Aber der reflektierende Verstand bemächtigte sich der Philosophie. Es ist genau zu wissen, was dieser Ausdruck sagen will, der sonst vielfach als Schlagwort gebraucht wird; es ist überhaupt darunter der abstrahierende und damit trennende Verstand zu verstehen, der in seinen Trennungen beharrt. Gegen die Vernunft gekehrt, beträgt er sich als gemeiner Menschenverstand und macht seine Ansicht geltend, daß die Wahrheit auf sinnlicher Realität beruhe, daß die Gedanken nur Gedanken seien, in dem Sinne, daß erst die sinnliche Wahrnehmung ihnen Gehalt und Realität gebe, daß die Vernunft, insofern sie an und für sich bleibe, nur Hirngespinste erzeuge. In diesem Verzichttun der Vernunft auf sich selbst geht der Begriff der Wahrheit verloren; sie ist darauf eingeschränkt, nur subjektive Wahrheit, nur die Erscheinung zu erkennen, nur etwas, dem die Natur der Sache selbst nicht entspreche; das Wissen ist zur Meinung zurückgefallen.

 

 

İdea Yayınevi / 2014