İdea Yayınevi / Adlar
site haritası  
 
 
Diderot
Frederick Copleston
TARİH FELSEFESİ  
Denis Diderot (1713-84), Voltaire gibi, Louis-le-Grand Jesuit Kolejinin bir öğrencisiydi. Ve yine Voltaire gibi, İngiliz düşüncesinin etkisi altında kalarak pekçok İngiliz yapıtını Fransızca’ya çevirdi. Aralarında Essai sur le mérite et la vertu [Değer ve Erdem Üzerine Deneme] (1745) de vardı ki, bunda kendi notlarının eşliğinde Shaftesbury’nin Inquiry concerning Virtue and Merit’inin bir çevirisi bulunuyordu. Ve, daha önce gördüğümüz gibi, yaşamının çalışması olan Ansiklopedi’nin tasarı ona Chambers’in Cyclopaedia’sı tarafından telkin edildi. 1746’da Lahey’de Pensées philosophiques ve 1749’da Londra’da Lettre sur les aveugles à l’usage de ceux qui voient başlıklı yapıtlarını yayımladı. Entretien entre d’Alembert et Diderot ve Le rêve de d’Alembert gibi bir dizi denemesi ise sağlığı sırasında yayımlanmadılar. Diderot hiçbir zaman varsıl bir insan olmadı ve üstelik bir süre için oldukça sıkıntılı bir parasal darboğaza girdi. Ama Rus İmparatoriçesi Katerina’dan yardım gördü ve 1773’de St. Petersburg’a giderek orada birkaç ay kaldı, iyiliksever çariçe ile sık sık felsefi tartışmalarda bulundu. Usta bir konuşmacıydı.

Diderot’nun durağan bir felsefi dizgesi yoktu. Düşüncesi her zaman değişim içindeydi. Örneğin bir deist, bir ateist ya da bir panteist olduğunu söyleyemeyiz, çünkü konumu belli bir durağanlık göstermiyordu. Pensées philosophiques’yi yazdığı zaman gerçekten de bir deistti; ve ertesi yıl (1747) doğal dinin yeterli olduğunu savunan bir deneme yazdı, ama çalışma 1770’e dek yayımlanmadı. Musevilik ve Hıristiyanlık gibi tarihsel dinler karşılıklı olarak dışlayıcı ve hoşgörüsüzdürler. Boşinancın yaratısıdırlar. Tarihte belli dönemlerde başlarlar, ve tümü de yokolacaklardır. Ama tüm tarihsel dinler doğal dini öngerektirirler, çünkü her zaman varolmuş olan din yalnızca odur. Ve yalnızca doğal din insanları birbirlerinden ayırmak yerine birleştirir ve boşinançlara açık insanlar tarafından sağlanan tanıklık yerine Tanrının içimize yazdığı tanıklık üzerine dayanır. Bununla birlikte, gelişiminin daha ileri bir evresinde Diderot ateizm uğruna deizmi de terketti ve insanlara kendilerini dinin boyunduruğundan kurtarmaları çağrısında bulundu. Deizm din Hidrasından bir düzine başı koparmıştı; ama bağışladığı tek bir baştan tüm ötekiler yeniden büyüyeceklerdi. Biricik çıkar yol tüm boşinancı sonuna dek silip atmaktı. Gene de Diderot daha sonra bir tür doğalcı panteizmi önerdi. Doğanın tüm parçaları en sonunda tek bir bireyi, Bütünü ya da Tümü oluştururlar.

Benzer olarak, düşüncesinin akışkan karakteri Diderot’nun bir özdekçi olup olmadığını kesinlikle ileri sürmeyi de olanaksızlaştırır. Ansiklopedi’de Locke üzerine makalesinde İngiliz filozofun Tanrı için özdeğe düşünme sığası bağışlamanın olanaksız olmayabileceği biçimindeki sözlerine değiniyor, ve açıktır ki düşüncenin duyarlıktan geliştiği görüşünü benimsiyordu. 1769’da yazılan Entretien entre d’Alembert et Diderot’da insan üzerine özdekçi bir yoruma daha açık bir anlatım verdi. İnsanlar ve hayvanlar, gerçi düzenlenişleri ayrı olsa da, gerçekte aynı doğadadırlar. Bilişsel güçte ve anlıkta ayrımları yalnızca değişik fiziksel düzenlenişlerin sonuçlarıdır. Ve benzer düşünceler Rêve de d’Alembert’da da görünür ve orada tüm ruhbilimsel fenomenlerin fizyolojik temellere indirgenebilir oldukları, özgürlük duyusunun yanılsama olduğu imlenir. Diderot hiç kuşkusuz Condillac’ın insanın ruhsal yaşamında duyumun rolüne ilişkin kuramından etkilendi; ama daha sonraları Condillac’ın duyumculuğunu eleştirmeye başladı ve çözümlemesinin yeterince uzağa gitmediğini düşündü. Duyumun fizyolojik temelini onun ötesinde aramamız gerekir. Ve Diderot’nun özdekçiliğin açık sözlü bir açımlaması olan Sytëme de la nature (1770) başlıklı çalışmasını yazarken d’Holbach’a yardım etmesi imlemli bir olay olsa da, gene de d’Holbach’ın onun düşüncesinin gelişimi üzerindeki etkisini abartmamak gerekir. Aynı zamanda Diderot’da tüm-ruhçuluk yönünde bir eğilim de bulabiliriz. Ansiklopedi’de övmüş olduğu Leibniz için derin bir hayranlık duygusu besliyordu. Ve daha sonra onu Leibniz’in monadlarına karşılık düşen atomlara algı yüklerken buluruz. Belli bileşimlerde bu atomlar hayvan örgenliklerini oluşturur, ve atomlar tarafından oluşturulan sürekliliği temel alan bilinç bu örgenliklerde doğar.

Diderot’nun Doğa ve insan yorumlarının akıcı karakteri bilim ve felsefede deneyimsel yöntem üzerinde diretmesi ile bağıntılıdır. Doğanın Yorumu Üzerine başlıklı çalışmasında, hiç kuşkusuz yanlış olarak, matematik biliminin çok geçmeden bir durma noktasına geleceğini, ve bir yüzyıldan daha kısa bir süre önce Avrupa’da üç büyük geometricinin kalmıyacağını bildirdi. Matematiğin kendi ürettiği kavramlar ile sınırlı olduğu ve bize somut olgusallık ile doğrudan bir tanışıklık vermeye yetenekli olmadığı kanısındaydı. Bu tanışıklık ancak deneysel yöntemin kullanımı yoluyla, yalnızca metafiziğe değil ama matematiğe karşı da başarısını tanıtlamış olan yeni bilimsel yaklaşım yoluyla elde edilebilirdi. Ve bir kez Doğanın kendisini incelersek değişebilir ve esnek olduğunu, yeni olanakların varsıllığı içinde çeşitlilik ve türdeşsizlik karakterini taşıdığını buluruz. Bizimkileri öncelemiş olan tüm türleri kim bilmektedir? Ve bizimkileri izleyecek olan türleri kim bilecektir? Herşey değişim içindedir; birbirine bütünüyle benzer iki atom ya da molekül bulmak olanaksızdır; yalnızca sonsuz bütünlük süreklidir. Doğa düzeni duruk birşey değildir, tersine sürekli olarak yeniden doğmaktadır. Öyleyse kavramsal şemalar ve sınıflandırmalarımızın terimlerinde Doğanın sürekli bir yorumunu veremeyiz. Ve düşüncenin birincil gereksinimlerinden biri kendini yeni bakış açılarına ve görgül olgusallığın yeni yanlarına karşı açık tutmasıdır.

Kimi tarihçiler Diderot’nun düşüncesindeki özdekçi öğeler ile törel idealizmi arasındaki uyumsuzluğu vurgulamışlardır. Bir yandan, özdekçiliği özgürlüğü ortadan kaldırır ve tövbeyi ve pişmanlığı anlamsız ve yararsız kılıyor görünür. Öte yandan, erken erotik romansı Bijoux indiscrets’i yazmış olduğu için kendini kınar, ve öz-veri, iyilikseverlik ve insancılık ülkülerini yüceltir. Özdekçilik ve tanrıtanımazlık görüşlerini düşük ahlaksal ülkülerle birleştirmiş olan özdekçilere hiçbir duygudaşlık göstermedi; ve Helvétius’un tüm ahlaksal dürtü ve idealleri örtülü bencillik terimlerinde açıklama girişimine karşı çıktı. Aslında doğal ahlakın değişmez yasalarının varoluşunu ileri sürdü. Ve, bir sanat eleştirmeni olarak, sanatçının özgür, yaratıcı etkinliğini yüceltti.

Bununla birlikte, Diderot üzerine çalışmasında Rosenkranz ile filozofun özdekçiliği ve törebilimi arasında bir tutarsızlık bulunduğu konusunda anlaşıyor olsak da, Diderot’nun kendisi böyle bir tutarsızlık görmüyordu. Onun görüşünde törel idealler ile insandaki tinsel bir ruha inanç arasında hiçbir özsel ilişki yoktu. Düşüncenin daha ilkel ruhsal etkinliklerden türetilmesi yüksek ahlaksal ideallerin yadsınmasını gerektirmez. Böylece Ansiklopedi’de Locke üzerine yukarıda değindiğimiz makalesinde özdeğin düşünmesi ile düşünmemesi arasında ne ayrım vardır diye sorar. ‘‘Bu nasıl olur da türe ya da türesizlik düşüncesini etkileyebilir?’’ Düşüncenin duyarlıktan çıktığı ya da geliştiği kuramından hiçbir kötü ahlaksal sonuç doğmaz. Çünkü insan tam anlamıyla olduğu gibi kalır, ve güçlerini yönelttiği iyi ya da kötü amaçlara göre yargılanır, düşüncenin kökensel bir yaratı mı yoksa duyarlığın bir türevi mi olduğuna göre değil. Lamarck’ın evrim kuramını öncelemiş olan Diderot, eğer onu çağdaş terimlerde anlayacak olursak, evrim önsavı insanın ahlaksal ideallerinin geçerliliğini etkilemez der.

Belli bir düzeye dek Diderot törel düşüncelerini Shaftesbury’nin yazılarının etkisi altında biçimlendirdi. Ama bu düşünceler, onun iyilikseverlik ve insanlık ideallerini savunmuş olması anlamı dışında, sağın olarak belirlenmiş değillerdi. En azından değişmez ahlaksal yasalar biçiminde ‘ussalcı’ bir düşünce ileri sürerek başlıyordu. Ama bu yasaların temelini insanın doğasında, eş deyişle onun dürtü, tutku ve isteklerinin örgensel birliğinde buluyordu, usun a priori buyruklarında değil. Ve doğaya aykırı olduğu için çileci ideale düşmandı. Başka bir deyişle, Diderot bir doğal yasa düşüncesini savunmayı sürdürmüş olsa bile, vurguyu bunun görgül temeli üzerine ve (tanrıbilimsel bir töre ile karşıtlaştırıldığında) ortak gönenci yükseltmedeki pragmatik etkerliği üzerine getirmeye yöneldi.
 
 

[COPLESTON: AYDINLANMA: FRANSIZ AYDINLANMASI: BÖLÜM II: FRANSIZ AYDINLANMASI (2)]
İdea Yayınevi / 2014